Ait Olamadıklarımız
Yazar Berna Ermiş • Psikiyatrist • 20 Kasım 2018 • Yorumlar:
Ne doğduğum kasabaya ne de yaşadığım şehre aitim. Şu anda, psikiyatristimin karşında bu cümleleri sarf ederken sadece anlamaya çalışıyorum. Hayatımın düzenini tutturmaya çalışırken ilk ait olamadıklarımdan başlıyoruz konuşmaya. Ailemle beraber, bulunduğumuz ülkeden başka bir ülkeye göç etmek zorunda kaldığımızda henüz altı yaşımdaydım. Tanımadığım bir dil, okul ve katılmaya çekindiğim oyunlarım vardı artık. Diğerlerinden farklıydım belki, onlar da farklı olduğumu hissettiriyorlardı. Artık evim burası derken, üniversiteyi kazanarak başka bir şehre gittim. Sonrasında da mesleğim icabı hep farklı şehirler, farklı insanlara değdim. Öyle ki bu insanlardan nasılsa ayrılacağım düşüncesiyle, bir süre sonra yas tutmamayı öğrendim. Evlendiğim zaman artık ait olacağım bir eşim ve evim olduğunu sandım.Bir buçuk yıl süren evliliğimin ardından kısa süreli ilişki denemelerim olmasına rağmen duygusal ilişkilerimi sürdürmekte yetersiz kaldım. Belki de bile bile yetersiz kalacağım insanlar seçtim. Şimdi tek hissettiğim “yorgunluk” ve “yalnızlık” … Her ilişkinin bitiminde reddedilmeyi yaşıyorum. Acı çekmediğimi düşünmek istesem de ardından gelen isteksizlik ve değersizlik duygusuysa yeni bir depresyon döneminin habercisi… Duba sallanmaya devam ediyor, yalnızlık hiç gitmiyor…
En temel ihtiyaçlarımızdan biridir aidiyet duygusu. Bir şehre ait olmak, bir gruba ya da insana… Erken yaşlarda gelişen bu duygu ile birey, özellikle sosyal ve duygusal bağlarını güçlendirir. Bir şeylerin parçası olduğu düşüncesi ile yalnızlık ve yalıtılmışlığı geride bırakır. Aidiyet gereksiniminin doyurulması ile içerisinde bulunduğu çevrenin içinde anlamlı, önemli, değerli bir parça olduğunu hisseder. Benlik kavramının gelişimi ile iç içe olan aidiyet duygusu aynı zamanda güven duygusu ile kol kola gezer. Bir eve ait oluruz önce. Ergenliğimizde bir gruba ait olmak isteriz. Ben kimim sorusunun cevabını ararken ait olduğumuz kavramlar bize destek sağlar. Yalnızlığımızı grubumuzla paylaşırız. Yetişkinliğimizde zor zamanlarımızda çocukluğumuzu hatırlarız mesela. Eğer varsa bir zamanlar ait olduğumuz bir evimiz, insanlarımız, onları anar mutlu oluruz. Sosyal, duygusal bağların varlığı ve aidiyet duygusunun ne kadar güçlü olduğuna göre sorunlarla daha iyi mücadele ederiz. Bu gereksinimimizin karşılanmasına göre kendi anlamımızı değerlendirirken, ait olduğumuz insanlar ve kavramları da anlamlandırarak içselleştiririz. Diğerlerinin ne kadar anlamlı olduğuna karar verirken onların duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışır, duygusal gereksinimlerine değer veririz. Aidiyet duygusunun varlığında kabul gördüğünü anlayan birey, yokluğunda reddedildiği fikrini benimser. İlişkileri de buna göre şekillenir. Aidiyet duygusunun yokluğunda depresif belirtiler daha sık karşımıza çıkar. Reddediliyorum, istenmiyorum, yalnızım fikirleri, uyum ve davranış problemleri yaşanır. Oysaki sosyal ve duygusal bağlar sağlıklı kurulduğu zaman, birey duygu ve düşüncelerini başkaları ile paylaşabilmenin, ait olabilmenin ruh sağlığı açısından onarıcı etkilerini yaşar. Umut etmeye başlar. Seviliyor, saygı duyuluyor hisleri beraberinde bağ kurabiliyor olmak, yalnızlaşma ve depresif şikayetleri geride bırakacaktır. Aidiyet duygusunun temel ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Özellikle ergenlik ve yetişkinlik döneminde karşınıza çıkacak olan bu ihtiyacınıza kulak verin.Ait olamadıklarınız yerine aidiyet gereksiniminizi doyurabilmeniz temennisi ile…