Akışkan & Kristalize Zekâ: Bilişsel Dünyamız
Yazar Derin Kubilay • Psikolog • 7 Haziran 2022 • Yorumlar:
“Zihnimiz, kendisi için çizdiğimiz sınırı geçebilme kapasitesine sahiptir. Dünyadaki zıtlıkların ötesinde, yeni içgörüler başlar.”
Hermann Hesse
Zekâ; çevreden gelen bilgiyi algılama ve bu bilgiyi gerekli bağlamlarda uygulayabilme kapasitesi olarak tanımlanabilir. İnsanın düşünme, problem çözme, akıl yürütme, anlama, farkındalık, öğrenme, yaratıcı, soyut ve eleştirel düşünme gibi bilişsel süreçleri içerir. Geçmişten günümüze zekâ üzerine pek çok farklı teori öne sürülmüştür. Charles Spearman (1904) g faktörü ile zekâ kavramını gerekli testler ile ölçülebilir bir boyuta getirmiş, Thurstone (1938) ve Sternberg (1985) zekânın farklı işlevlerine dikkat çekmiş, Gardner (2011) ise farklı kültürlerde zekânın farklı türlerine verilen değer üzerinden 8 farklı tip tanımlamıştır. Bugün odaklanacağımız teori ise Psikolog Raymond Cattell ve öğrencisi John Horn tarafından 1963 yılında geliştirilen Akışkan ve Kristalize Zekâ Kuramıdır.
Akışkan Zekâ
Zekâ, yalnızca yıllar boyunca biriktirdiğimiz bilgilerin bir toplamı değil, aynı zamanda da yeni bilgileri öğrenme becerisidir. Bu bağlamda zekâ kavramını ele aldığımızda, akışkan ve kristalize olmak üzere iki tip zekâ vardır. Her birey, belli bir akışkan zekâ seviyesi ile dünyaya gelir. Biyolojik olarak belirlenen akışkan zekâ; düşünce esnekliği, soyut düşünme becerisi, yeni durumlara uyum sağlayabilme ve mantık kurma gibi yetileri kapsar. İnsanlar karşılaştıkları yeni ve yabancı sorunları işler, çözüm üretir ve hızlı bir performans göstererek bu çözümü uygular. Bu noktada tümdengelim, tümevarım, analojik mantık ve nicel akıl yürütme gibi yöntemler kullanılır. Nörolojik olarak baktığımızda; akışkan zekanın esnek ve adaptif bir sinir sistemine bağlı olduğu görülmüştür. Dinamik sinir sistemleri kişinin kendisine verilen görevleri yerine getirmesini sağlar. Beyin görüntüleme çalışmalarına göre akışkan zekanın aktif olarak kullanıldığı alanlarda beyin kabuğundaki (kortikal) bölgelerin senkronize bir şekilde belli bir sorunu çözmek adına yoğun olarak çalıştığı gözlemlenmiştir. Görev zorluğu arttıkça sinirsel senkronizasyon da artmıştır. Bir diğer yandan, kısa süreli bellek ve çalışma belleğinde de gözlemlenen artışlar, bu zekâ türünün bilişsel hız, görsel ve işitsel işlemleme, kısa bir zaman dilimi için bellekte bilginin tutulması ve yeni problemlerde mantık kurma gibi durumlarda gösterilen performansla da ilişkili olabileceğini göstermiştir.
Kristalize Zekâ
Kristalize zekâ ise kültürel ve çevresel faktörlerden etkilenerek kişinin gerek eğitim kurumlarından gerekse hayat tecrübelerinden öğrendiği bilgilerden oluşur. Uzun süreli bellekte tutulan bilgiler sonucunda bir bilgi birikimi yaşanır. Zaman içerisinde bilgi birikimi arttıkça ve pratik edildikçe kristalize zekâ sağlamlaşır. Bu yüzden kristalize zekâ, bir anlamda bilgi bolluğu, zenginliği ve derinliğini yansıtır. Aynı zamanda bireylerin sık sık kullandığı kelimeler, sözel becerileri ve okuduğunu anlayabilme kapasitesi de bu zekâ türü ile yakından ilişkilidir. Bu yüzden sözel becerileri ölçen testler kristalize zekayı değerlendirme konusunda kullanılır.
İki Zekânın Uyumu
Akışkan zekâ ile kristalize zekâ bir uyum içerisinde çalışır: Akışkan zekâ, karşılaştığımız yeni sorunları anlamlandırır ve bir çözüm üretir. Yeterli bir pratik sonrasında ise bu sorunlar yeni ve yabancı olmaktan çıkıp artık tanıdık ve alışılmış durumlara dönüşür. Akışkan zekâ içerisinde kazanılan bu bilgiler de kristalize zekâ tarafından birikilerek farklı bağlamlarda uygulamaya dökülür. Örneğin, bir kişi mimar olmak istediğinde karşısına sürekli yeni sorunlar çıkacaktır: Yeni fikirler bularak yaratıcı tasarımlar üretebilme, matematiksel ölçümler yapabilme ve gerekli bilgisayar programlarını öğrenebilme gibi. Akışan zekâ karşılaşılan bu yeni sorunları anlama, çözüm üretme ve orijinal fikirler üretme konusunda sıkı çalışır. Bu becerileri yeterince pratik edenler ise yeni bilgileri zihin depolarına kaydederek hayat boyu gerektiği zamanlarda uygulayabilmek için kullanırlar. Bu yüzden herhangi bir alanda öğrenme hızı her iki zekâ türüne de bağlıdır.
Zaman İçerisinde Zekâ
Peki, bu zekâ türleri zamana karşı dayanıklılık gösterir mi, yoksa zaman içerisinde aşınır mı? Yapılan araştırmalara göre ergenlik dönemine kadarki süreçte ikisi arasındaki performans farkı, kişiye sunulan eğitimsel olanakları, motivasyon, kişilik, ilgi ve becerilere bağlıdır. Erken yetişkinlik döneminde akışkan zekâ maksimum noktaya ulaşırken, yaşlılık dönemine doğru düşüşe geçer. Bir diğer yandan, bilgi birikimin artması ile beraber sağlıklı bireylerde kristalize zekanın belli bir yaşa kadar artış gösterdiği gözlemlenmiştir. Örneğin, dedenizin yeni çıkan teknolojik bir ürünü öğrenme konusunda nasıl zorluk yaşadığını düşünün. Zaman içerisinde çalışma belleği kapasitesindeki düşüş sebebiyle algısal ve bilişsel yetilerde eksilmeler ortaya çıkacak; akışkan zekayı tanımlayan sorun çözme ve muhakeme yeteneği de olumsuz etkilenecektir. Bunun sonucunda da bilgi işleme sürecinde bir yavaşlama olacaktır. Böylece yaşlılık dönemindeki bireyler odaklamakta, karar vermekte ve yeni bilgileri anlamlandırmakta zorlanacaktır. Madalyonun aydınlık yüzüne baktığımızda ise bu düşüşün her bireyde aynı hızda yaşanmadığı görülmektedir. Alzheimer ve demans üzerine yapılan araştırmalara göre; yüksek eğitim seviyesine sahip, bilişsel olarak zihin geliştirici aktivitelerle sık sık meşgale olan bireylerde kristalize zekanın etkinliği görece daha yavaş bir şekilde azalmaktadır. Masunaga ve Horn, Japonya’da yaygın olarak oynanan ve tıpkı satranç gibi zihinsel becerilerin ön planda olduğu GO oyunu ile akışkan zekanın performansı üzerine bir araştırma yapmıştır. Bu araştırmaya göre, yıllar boyu zihinsel becerilerini aktif bir şekilde kullanan ve bu sayede yaşlandıkça da akışkan zekasını olabildiğince iyi koruyanların en iyi oyun performansı sergilediği görülmüştür.
Bireysel Farklar
Bireysel farklara geldiğimizde, okul hayatı boyunca derslerine ilgi duyan, keşifsel bir öğrenme süreci için motive olan ve öğrendikleri konusunda iyi bir hafızaya sahip öğrencilerin her iki zekâ alanında da kendini geliştirdiği görülmektedir. Bir diğer yandan, kişilik üzerine yapılan araştırmalar özellikle Beş Faktör Kişilik Kuramından yeni deneyimlere açıklık özelliğinin zekâ ile bir ilişkisi olabileceğini göstermektedir. Yeni deneyimlere açık olan bireyler kendilerini geliştirebilecek zihinsel aktivitelere katılarak akışkan zekalarını güçlendiriyor; bu deneyimlerle elde ettikleri farklı bilgi ve tecrübelerle de kristalize zekalarına katkıda bulunuyorlar. Zekanın yanı sıra yaratıcılık da günümüz toplumları tarafından çok değer verilen bir başka özelliktir. Diğerlerine oranla farklı düşünme ve orijinal görüşler geliştirebilme, yaratıcılığı oluşturan parçalardır. Yaratıcı insanlar, sahip oldukları bilgi birikimi ile henüz karşılaştıkları durumlar arasında bir köprü kurarak yeni fikirler oluştururlar. Kristalize zekâ, deneyimsel öğrenimle genel kültür bilgisini birleştirmeyi sağlarken akışkan zekâ bu malzemeyi harmanlayarak soyut düşünme yetisiyle ortaya yeni bir ürün çıkarır.
Zihninizi aktif tutmak amacıyla önerilen pek çok aktivite arasında bulmaca çözmek, satranç oynamak, kart oyunları öğrenmek, dil öğrenmek, yeni öğrenilen kelimeleri not almak, dans ve spor gibi fiziksel aktivitelerle beyin işlemini hızlandırmak, yeni beceriler öğrenmek ve öğretmek ve rutini kırarak farklı deneyimler elde etmek yer alıyor.
Sonuç olarak, Cattell insanların bilişsel dünyasını anlamak adına akışkan ve kristalize zekâ kavramlarını öne sürmüştür. Ancak akışkan zekanın yeni öğrenilen bir konuya yaptığı bilişsel yatırım ile kristalize zekanın sağlamlaştırılabileceğini göstermiştir. Yalnızca bir bilgiyi öğrenmek değil; o bilgi üzerine mantık yürütmek, sorgulamak ve yaratıcı fikirler üretmek zekamızı geliştirecektir.