''Aşkın Nörobiyolojisi''ne Merhaba Deyin
Yazar Gülşah Meral Özgür • Psikiyatrist • 7 Mayıs 2019 • Yorumlar:
Aşkın üzerimizde sarhoş edici bir etkisi vardır ve bu gizemli etkiyi bilimsel bir bakış açısıyla anlamak, ilişkileri biraz daha net bir şekilde yönlendirmemize yardımcı olabilir. Meditasyon, öz-farkındalık ve iyi iletişim becerileri, başarılı bir ilişkiye sahip olmak için çok önemlidir ancak bağlanma ve ayrılmanın biyolojik faktörleri, benlik gelişimi çok üst düzey kişileri bile zorlayabilir. Binlerce yıl boyunca doğa, temelde bağlantı arzumuzu oluşturan karmaşık nörolojik dürtüler geliştirmeyi kabul etti ve bu içsel süreç, çevremizdeki insanlarla sosyal olarak etkileşime girdiğimizde dışsal olarak yansıtılmaya başlandı. Bu sürecin iç işleyişini hiçbir zaman tam olarak anlayamasak da, bilim neler olup bittiğini biraz aydınlatabilir.
“Aşık olmak vücudumuzdaki belirli fiziksel reaksiyonları tetikleyen, iyi hissettiren kimyasal madde seli salınmasına neden olur. Bu içsel aşk iksiri, yanaklarımızın kızarmasından, avuç içlerimizin terlemesinden ve kalplerimizin yarışmasından sorumludur.” Pat Mumby, PhD, Science Daily
Herkes Aptalı Oynuyor (!)
En baştan başlayalım…Aşk güzeldir, ama aynı zamanda bağımlılık yapabilir; çılgınca şeyler yapmamıza ve söylememize yol açabilir. Bence hepimiz, bir sevgili ya da çok yakın bir arkadaşımızla bir tutku anında “erimenin” ya da “kaybolmanın” “kendini kaybetmenin” nasıl bir şey olduğunu biliyoruz. Bu hislere “teşekkür etmek” için beynimizin özel bir parçası var: Amigdala! Sakinleşmemizi sağlamadığı zamanlarda çok önemli ve faydalı bir işlevi vardır. Eğer bizi yönlendirecek şarkılar yoksa; umarım hepimiz bu patlamalarla kendimize ve birbirimize gülme yeteneğine sahibizdir.
Amigdala beynimizi “savaş ya da kaç” moduna sokma yeteneğine sahiptir. Bu yeteneği, doğada avlandığımız tarih öncesi geçmişimizden gelir. Beyinlerimiz, yaşam ya da ölüm durumlarında hayatta kalmak için ani tepkiye ihtiyaç duyduğumuz anlardaki yüksek düşünme merkezlerini atlamak için bir yola ihtiyaç duymuştur. Böylece amigdalaya, kendimizin daha sorumlu olan kısımlarını geçersiz kılmak veya atlamak için özel bir güç verildi. Duygusal olarak “tetiklendiğimizde”, bu tamamen bir çeşit tehlikeyi algılayan amigdalamızın bu duruma gösterdiği reaksiyondur. Bu reaksiyonu tanımlama, duraklatma ve nefes alma yeteneğine sahip olmak, hararetli anlarda aklımıza geri dönmemize yardım etme konusunda harikalar yaratabilir.
“Romantik aşk ve annesel sevgi son derece değerli deneyimlerdir. Her ikisi de türlerin sürdürülmesi ile bağlantılıdır ve bu nedenle kritik evrimsel öneme sahip yakın biyolojik işlevleri vardır. Yeni geliştirilen, öznel durumların sinirsel bağlantılarını beyin görüntüleme teknikleriyle incelemek, nörobiyologların hem romantik aşkın hem de anne sevgisinin nöral temelleri hakkında bir şeyler öğrenmelerini sağlamıştır. Her iki bağlanma türü de, her birine özgü bölgeleri, ayrıca beynin ödül sistemindeki oksitosin ve vazopressin reseptörleri bakımından zengin alanlarla çakışan bölgelerini etkinleştirir.”
Beynimizde hazırlanan cinsel dürtü, bağlanma ve eş tercihi ile ilişkili bir nörokimyasal kokteyl ile manipüle ediliriz. Bu kokteylin içindekiler türlerimiz için üretkenliğin özüdür; biyolojik yaşamları şu anki hayatımızdan daha eskidir ve biz gittikten sonra da ivmelenerek aktarılmaya devam edeceklerdir. Ancak aşk, seks, ilişkiler sadece üremek için değildir; onlar ayrıca sağlık, kişisel gelişim ve ruh sağlığı için de gereklidir.
Nörokimyasal; nöropeptidleri ve nörotransmiterleri içeren geniş bir terimdir. Nörotransmiterler, bir kimyasal sinaps boyunca sinyalleri ileterek nörotransmisyonu sağlayan kimyasallardır. Nöropeptitler, nöronlar tarafından birbirleriyle iletişim kurmak için kullanılan küçük protein benzeri moleküllerdir. Genel olarak konuşursak, bu kimyasal dramadaki ana oyuncular arasında; cinsel dürtü ile ilgili olan testosteron ve östrojen; zevk, bağımlılık ve ödülle ilgisi olan dopamin; en yaygın olarak “aşk hormonu” olarak adlandırılan oksitosin bağlanma ve aidiyet ile ilişkilidir – aynı zamanda (vazopressin ile birlikte) partner tercihinde önemli bir rol oynar.
“Çiftler sıklıkla artan dopaminin belirtilerini gösterirler: artan enerji, uyku ya da yemeğe daha az ihtiyaç duyma, en dikkat çekici ilişkinin en küçük detaylarında odaklanmış ilgi ve mükemmel haz!”
Etkileşim Sadece Kafanın İçinde Değil…
Uzmanların geliştirdiği önde gelen teorilere göre; sinir sistemlerimiz kendi kendine yetemez, çevremizdekiler ve en yakın olduğumuz kişiler ile açıkça etkileşim halindedir. Bu hipoteze “limbik rezonans” denir. Bu hipotez; kişilik ve yaşam boyu duygusal sağlık üzerinde derin etkileri olan bir şekilde birbirimizle senkronize olduğumuzda gerçekleşen derinlemesine paylaşılan duyguların senfonisinin biyolojik açıklamasıdır. Bu fenomen sadece insana özgü değildir, diğer memeliler ve türler arasında da bilinir ve vardır.
Parçaları Birleştirmek
Öyleyse artık, ne kadar karmaşık ve öngörülemeyen sevgi ve ilişkilerin olabileceğini doğrulayan bir bilime sahibiz. Bunun bize kazadırdığı, biyolojik ihtiyaçların nelerle tetiklendiğini ayırt etmeye başlama yeteneğidir. Sevgiyle ilgili bir bağımlı gibi hareket ettiğimizde, bağlanma ihtiyacımızı gidermek için bir sarılma ihtiyacı hissederiz (oksitosin fikrini elde ederiz) ancak testosteron ya da östrojenimiz çok fazlaysa cinsel haz için fırsat kollama yolunu izleyebiliriz.
Seks, tıpkı amigdalanız tehlike (kayıp, kendi gölgemizle yüzleşmek) hissi algıladığında “kendimizi kaybetmemize” neden olan drama türlerine kimyasal bir bağımlılık yaratabilecek daha derin bir bağlanmaya yol açabilir. Bu daimi döngü, sonunda bizi, kendini ve öteki için manevi, koşulsuz sevginin yanı sıra, bırakma, affetme ve merhamet etmenin temel manevi ilke ve uygulamalarına geri getirir. Bazen sevdiğiniz birinden ayrılma bile kişisel gelişiminizin güçlü ve dönüştürücü bir parçası olabilir.
İnsan doğasının derinliklerine olan bu sonsuz araştırma, insan olarak sosyal yaşamımızın ihtişamını aydınlatmaya devam ediyor. Hepimiz ilişkilerin yükseliş ve düşüşlerini tecrübe ediyoruz ve hayran olduğumuz çok fazla müzik ve sanat eseri bu duyguların özleminden, kafa karışıklığından ve zevkinden doğuyor. Bunu bilerek; Araştırın, Keşfedin, Özgürce Sevin ve Bırakın Gitsin! Çünkü; yaşamak ve büyümek için buradayız, acı çekmek ve sürünmek için değil…