Balık Sevgisi
Yazar Yasemin Bağrıaçık • Psikolog • 28 Şubat 2020 • Yorumlar:
Hayat sevince güzel
Sevince tatlı günler
Bir kuşu, kelebeği, bir taşı sevin yeter….
Zeynep Değirmencioğlu, “Hayat Sevince Güzel” filminde söylemişti hatırlamayan yoktur sanırım. Artık sevgiyi bir meta olarak gören “çünkü” ler ve “eğer” ler ile sevilen bir kasabada koşulsuz sevgiyi göstermeye çalışmıştı.
Okul dönemlerinde yapılan anketlerimiz vardı mutlaka içinde “sevgi nedir ?” “aşk nedir ?” , “aralarındaki fark nedir ?” soruları olurdu ve anketin asıl amacı sadece bu sorulara cevap almak. Klasik cevap “anlatılmaz yaşanır.” Nasıl yaşıyoruz peki bugünlerde ? arkasından kuyu kazarak, çıkarımıza göre, parasına göre yani kıacası “eğer” ve “çünkü” ile başlayan cümlelerle seviyoruz.
Malum düğün mevsimi ne kadar çok düğün var, ne kadar büyük aşklar , birbirine bakarken parlayan gözler, kanatları eksik sadece, mutluluktan uçan gençler… Peki ya sonra ne oluyor o büyük aşklara anlatamayıp yaşadığımız sevgi bu kadar mı, ne değişiyor? Sadece evlilikte değil biten dostluklar, arkadaşlıklar, sokaklara bırakılan çocuklar, huzur evine bırakılan yaşlılar, eziyet edilen hayvanlar, yakılan yıkılan bitkiler… Gerçekten seviyor muyuz?
Kısa bir hikayeyle bugünün sevgilerini özetlemak istiyorum. Genç adamın biri restoranda oturmuş tabağındaki balığını keyifle yemekle meşgulken yanına yaklaşan kişi “neden balığı yiyorsun” diyor. “çünkü balığı seviyorum” diyor genç adam. “oooo balığı seviyorsun öylemi onun için o balığı sudan çıkardın, öldürdün ve yiyorsun sen balığı değil kendini seviyorsun” diyor. Balık yemeyi sevmek ve balığı sevmek… zamanımızda yaşanan sevgiler; balık yemeyi sevmekten ileri gidemiyor balığı sevemiyoruz.
Sevginin tanımını tek bir cümleye sığdırmak elbette mümkün değildir. Soyut bir kavramdır ve şuana kadar yapılmış milyonlarca tanımı vardı. Ferud un cinsel güdüyü (libido) doyurma çabası olarak sevgi tanımına karşılık Carl Gustav Jung “karşılıksız sevgi” tanımı yapıyor. Mevlana Celalddin-i Rum-i ise yine Jung tarafından bakış açısıyla “gel ne olursan ol yine gel” diyerek sevginin koşulsuz olduğunu vurguluyor. Fromm a göre sevgi sahip olunacak bir şey değildir. Eğer sevgiyi sahip olunacak bir şey gibi görürsek sevilen nesneyi kapatmış oluruz. Sahip olarak sevdiğimizde kendimizi “sahip” sevileni “köle “olarak görüp kendi düşünce, davranış ve duygularımıza göre onu değiştirmeye çalışıyoruz. Yapılan araştırmalarda sevginin diğer unsurlarına bakıldığında yakınlık, kendini açabilme, kabul görme vs. gibi olguları sahip olarak sevdiğimizde dışlamış oluyoruz. Fromm şöyle devam eder: Sevgi, insan olmanın, insanca yaşamanın yolunu bulma ve uygulamadır.
Diğer taraftan Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine bakarsak önce güvenlik sonra fiziksel ihtiyaçlar ve üçüncü sırada sevgi gelmektedir. O zaman sevgi bizim için bir ihtiyaç aslında. Sevmek ya da sevilmek değil bizim ihtiyacımız olan şey sadece sevgi neden hep sevilmek aklımıza gelir. Neden seven taraf biz olmayı düşünmeyiz? İhtiyaçlar hiyerarşisinden devam edersek baba; güvenlik ihtiyacını, anne; fiziksel ihtiyaçları karşılayanlar ve bize doğduğumuz andan itibaren en yakın olan, kendimizi ifade edebildiğimiz ve bize kendini açan ilk sevgi nesnemiz anne-baba. Yaşadığımız koşulsuz sevginin yanında karşılanan ihtiyaçlarla sevgiyi eşleştirip hep ihtiyacımızı karşılayan kişiyi balık yemeyi sever gibi seviyoruz.
Balığı sevebilmek dileğiyle….