BİLİNÇDIŞI EŞ SEÇİMİ

Yazar Nazlı TutanPsikolog • 19 Ocak 2018 • Yorumlar:

1)Bilinçdışı nedir? Bilinçdışı, bir enerji kaynağıdır. Düşüncelerin 'imal edildiği' bir kesimidir, ama bilinçdışının işleyiş biçimi bilinçli aklın işleyiş biçiminden farklıdır. Bilinçdışı, aynı zamanda duyguların depolandığı bir bölgedir. Bu bir 'ölü depolama' değil çok 'canlı bir depolamadır'; çünkü bilinçdışında depolanan/bastırılan tüm duygular sonsuza dek her zaman dışarı çıkmaya çabalarlar. Psikanaliz için, bilinçdışı; bilinçli aktif düşüncedeki bastırılanlardır. Ayrıca, önyargı gibi otomatik süreçlerin örnekleri ve şimdiki ilişkilerin üzerindeki geçmişin etkileri bilinçdışıdır. Freud'a göre, psikolojik bastırma yoluyla aklın ötesine taşınan kültür tarafından kabul edilmeyen düşünceler, arzular ve istekler, travmatik yaşantılar ve acı veren duyguların deposu bilindışıydı.

 

2) Bilinçdışı eş seçimiyle kastedilen nedir? Birçok insan, kendilerini yetiştiren insanlara benzeyen eşler aradıkları fikrini kabul etmekte zorlanırlar. Bilinç düzeyinde onlar olumlu kişilik özelliklerini taşıyan insanlar aradıklarını düşünürler: diğer özelliklerinin yanı sıra nazik, sevecen, hoş görünümlü, zeki ve yaratıcı insanlar beğenirler. Mesela mutsuz bir çocukluk geçirmiş olanlar, bunu bildiklerinden dolayı, onları yetiştiren insanlardan çok, farklı insanlara sıcak bakarlar. Kendi kendilerine kurdukları cümlelerden bazıları şöyledir: “Asla babam gibi bir ayyaşla evlenmem.”, “Hiçbir kuvvet beni annem gibi despot bir kadınla evlendiremez.” Durum böyleyken, bilinçli eğilimleri ne olursa olsun insanlar bilinçdışı motivasyon unsurlarıyla kendilerini yetiştiren insanların olumlu ve olumsuz özelliklerini taşıyan insanlara kapılıyor. Hatta genelde olumsuz özelliklerin daha ağır basması da görülen tipik bir durumdur.

 

3) Peki olumsuz kişilik özelliklerini böylesi çekici kılan nedir? Bilinçdışımız olumsuz kişilik özelliklerini böylesi çekici kılar. İnsanlar eş seçerlerken mantık temeline dayanıyor olsalardı, ebeveynlerinde gördükleri yetersizlikleri ikiye katlayanları değil, onlar telafi eden insanları seçerlerdi. Örneğin, eğer ebeveynlerinizin güvenilmez tutumlarından dolayı acı çektiyseniz, sizin eyleminizin hassas noktası, size bağımlı, dolayısıyla terk edilme endişenizi aşmanıza imkan veren bir insanla evlenmeniz olacaktır. Buna rağmen, beyninizin eş aramakla görevlendirilmiş olan bölümü, mantıklı sistemli “yeni beyniniz” değil, eski dönemlere kitlenmiş, miyop eski beyninizdir ve onun yapmak istediği şey yetiştirilme koşullarınızı yeniden yaratarak, yaşamış olduğunuz aksaklıkları düzeltmektir. Hayatta kalmanıza yetmekle birlikte, duygusal doygunluk hissetmeniz açısından yetersiz koşullarda yetiştirilmiş olduğunuzdan, eski beyniniz engellenme duygusu yaşadığınız ilk dönemlere geri dönerek, yarım kalan işinizi bitirmenizi sağlamaya çalışır ve buna uygun bir partner seçer.

 

4) Eş seçiminde bilinçdışı faktörler, gereksinimler ve dürtüler nelerdir? Bir çiftin dinamiklerine, gereksinimlerine, korkularına ve üzüntülerine ilişkin geçmişleri iki ya da üç nesil geriye izlendiğinde, detaylı ve sistematik olarak takip edilen bu geçmiş, çiftin bireysel bilinçdışı geçmişlerini anlamaya yardımcı olabilir. Eşimizi seçerken aradığımız şey bizi yetiştiren insanların baskın kişilik özellikleridir. Eski beynimiz, çocukluk ortamımızı yeniden yaratmaya çalışır. Bu çocukluk yaralarımızın iyileşmesi için zorunlu bir gereksinimdir. Bilinçdışı evlilik bizim karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarımızın, bakılmak, korunmak ve olgunlaşma yolunda engellenmeden ilerlemek konularında doyurulmamış arzularımızın depolandığı bir ambardır. Mesela bilinçdışı bir motivasyon unsuruyla kişi kendine ait ya da başka bir bireye ait kişisel özellikleri (akraba ya da aileden biri olabilir) üçüncü bir kişi olan partnerine aktarır. “Tıpkı annem gibisin.” Benzetmesi buna örnek teşkil eder. Unutmamak gerekir ki, geçmiş ve şimdiki zaman zihnimizin içinde yan yana yaşar. Sonrasında, ilişki ilerledikçe, ilişkide çatışmalar açığa çıktıkça bu figürlerin ya da kendimizin bazı olumsuz kişilik özelliklerini de partnerimize yansıtmaya başlarız. Bu davranış biçimi bozulan evliliklerde tipik olarak görülür. Böyle durumlarda eşler birbirlerine: “Sen değiştin. Sen benim evlendiğim insan değilsin.” derler. Aslında burada, değişen eş değil, kişinin eşine yüklediği/yansıttığı özelliklerdir.

 

5) Eşimizi seçmemizin ya da reddetmemizin bilinçdışı nedenleri nelerdir? -Bize mutsuzluk vermiş olsalar bile, çoğumuz, eski ilişkileri tekrarlamak için güdülenmişizdir. Örneğin, ailenizde kurtarıcı rolünü üstelenen kişi sizseniz, kendisinin ya da çocuklarının kurtarılmasına gereksinim duyan bir eş seçmeniz muhtemeldir. Bunlara ‘tekrarlayan kalıplar’ denir. Aslında ‘evi terk etsek’ bile seçtiğimiz partnerle beraber aynı psikolojik ortamı devam ettiririz. Bazı durumlarda, bu sefer başka türlü olacak umuduyla eski bir ilişkiyi tekrarlayabiliriz. Örneğin babası soğuk, mesafeli olan biri, eşini (bilinçdışında babasını) değiştirebilmek ve kazabilmek için babasına benzeyen birini seçebilir. -Kendi zayıflıklarımızı kapatacak ya da bazı bilinçdışı gereksinimlerimizi karşılayacak bir eş seçebiliriz. Anne ve babamız tarafından karşılanmamış olan bazı gereksinimlerimizi karşılayacak bir eş arayabiliriz. Örneğin aşka susamış bir yetişkin, çocukken sevgisiz ve dokunulmadan büyütülmüş olabilir. Az konuşan biri, konuşkan bir eş seçebilir. Yetenekleri sınırlı olan biri, becerikli bir kişiyi arayabilir. Duygularını ifade edemeyen öfkeli bir biri, düşmanca tavırları olan, dışa dönük birini çekici bulabilir. İsyankar olupta, bunu su yüzüne çıkaramayan biri, vahşi bir asiye kendini kaptırabilir. -Partnerimize geçmişte bastırmış olduğumuz olumsuz beklentileri ve duyguları (eskiden kalan yoğun öfke ve güvensizlik) eşimize yansıtabilir yani kendimize ait kötü özellikleri eşimizde görürüz. Eşlerin ya da sevgililerin her ikisi de birbirlerine kişisel özelliklerini yansıtabilir. Mesela, bir erkek karısına kendi depresyonunu yansıtabilir. Ve kendini gerçekleştiren kehanetle kadın buna umutsuzluk ve zayıflıkla karşılık verirse bu durumda kadın baskılanmış gücünü ve bağımsızlığını kocasına yansıtır. Erkek buna mantıklı ve kendinden emin şekilde tepki verir. Bu yansıtmaların sonucu olarak erkek depresyonunu asla duyumsamazken kadın da kendini hiçbir zaman güçlü hissetmez. Kadın erkeğin depresyonunu kısmen ona ifade ederken, kadının gittikçe derinleşen depresyonu her ikisi için de tahammül edilemez hale gelir. Artık bu çift, neredeyse birbirlerinden nefret eder duruma gelirler. Aslında nefret ettikleri şey tüm yaşamları boyunca bu yansıttıkları özellikleridir.

 

6) Bu bilinçdışı dürtülerimizle ilgili neler yapabiliriz? Duygularımızın daha çok farkına vararak, öfkelerinizi ve korkularınızı tanımlamaya çalışın. Çocukluğunuzla ilgili anıları anımsamaya çalışarak belirli dönemlerle ilgili araştırma yapın. Mesela, çocukken kendinize yeter miydiniz yoksa çaresiz olduğunuzu mu düşünürdünüz? Diğer insanların sizden ne tür beklentileri vardır? Ailenizdeki eski çatışmaları tekrar ediyor musunuz? Sonra, kendinize ve eşinize yönelik duygularınızı gözlemleyin. Kendinize şu soruları sorun: “Bu duygularım geçmişte yaşadıklarımdan kaynaklanıyor olabilir mi?” Bazı özellikleri ve duyguları eşime yansıtıyor olabilir miyim? Yanıt belki ise bu görüşün lehinde ya da aleyhinde daha fazla kanıt arayın. Çocukluğumda bana ait kendilik kavramını kim ve ne şekillendirdi?

 

7) Bazı ilişkiler neden daha az tutkuludur? Herkes imagosuyla (Sizi yetiştiren insanlara benzeyerek bir yandan da bastırdığınız yanlarınızı dengeleyecek birini, ideal eşinizi ararken size rehberlik etmesi için karşı cinse dair doğumunuzdan itibaren oluşturduğunuz bilinçdışı bir imgeye bağlı kalırsınız. İşte bu içsel resim imagodur. Aslında imagonuz, erken dönemlerinizde sizi en çok etkileyen insanların bileşiminden oluşan bileşik bir resimdir.) bu kadar örtüşen bir eş bulamayabilir. Bazen sadece bir iki karakter özelliği eşleştiğinde, çiftlerin aralarındaki çekimin başlangıçta biraz hafif kaldığını görürüz. Böyle ilişkiler, imagoları çok iyi eşleşen ilişkilere göre genellikle daha az tutkulu ve aynı zamanda daha az sorunlu oluyorlar. Daha az tutkulu olmalarının sebebi, eski beynin hala ideal mutluluk nesnesini arıyor olması, daha az sorun yaşanmasının nedeni ise, çocukluğa dair savaşımların çok fazla gündeme gelmemesidir. Zayıf İmago eşleşmesiyle bir araya gelen çiftler genellikle ilgi yoksunluğundan ayrılırlar, böyle çiftler fazla acı çekmezler. “İyi giden fazla bir şey yoktu” ya da “Kendimi huzursuz hissediyor, bir biçimde daha iyisini yaşayacağımı düşünüyordum” benzeri cümleler kurarlar.

 

8) Bu durumda doğru imago eşleşmesi, yıldırım aşkını doğurur diyebilir miyiz? Kısmen öyle. Bilinçdışı aşkın anatomisinden bassedecek olursak, bir ilişkinin başında bu kadar güzel duygular beslememizin sebebini, beynimizin bir bölümünün nihayet bize bakacak, orijinal bütünlüğümüzü tekrar kazanmamıza şans tanıyacak birini bulmamıza bağlayabiliriz. “Biliyorum, daha yeni tanıştık, ama seni daha önceden tanıyormuşum gibi hissediyorum.” Bu, aşıkların birbirlerini övmek için rastgele söyledikleri bir cümle değildir. İnsanların aşık olurken, kendilerini yetiştiren kişilere benzeyen birilerini seçtiklerini hatırladığımızda, aşıkların birbirlerine önceden tanıdıklarına dair garip duygularından bassettikleri birinci cümle gizemini kaybetmiş oluyor. Bu dejavu hissi bilinçdışı düzeyde onlara bakan kişilerle partnerleri arasında kurdukları bağlantı hissine dayanıyor. Yine bilinçdışı açıdan bakıldığında tutkulu bir aşk yaşıyor olmak, anne kucağında bir bebek olmaya eşdeğerdir. Bir çift aşığı gözlemleme şansımız olursa bu iki insanın, bir annenin yeni doğmuş bebeğine bağlanmasına benzer bir içgüdüsel bağlanma süreci yaşadıklarını görürüz. Öpüşüp koklaşır, çocukça sözler söylerler, birbirlerine toplum içinde tekrarlanmasından sıkılacakları minik özel isimler takarlar. Birbirlerine dokunur, okşar ve birbirlerinin bedeninin her santimetre karesini beğenirler. Annelerinin bebeklerine duydukları o yoğun sevgiye benzer şekilde birbirlerine bayılırlar. Bütün bu haz veren gerileme davranışlarının eski beyni mest ettiğini söylemeye gerek bile yok tabii. Aşıkların sarf ettikleri “Seni kimsenin sevmediği kadar seveceğim.” benzeri cümleler, bilinçdışı aklın yorumuyla “artık anne baba yok.” anlamına gelir. Aşıklar birbirlerine, “Seninleyken kendimi tam ve eksiksiz hissediyorum.” dediklerinde, aslında varlıklarının çocuklukta kesilip çıkarılmış belirli parçalarını temsil eden birini farkında olmadan seçmiş olduklarını itiraf etmiş oluyorlar. Böylece kayıp özlerini de yeniden keşfetmiş oluyorlar. Duygularını bastırarak büyüyen birisi, alışılmışın dışında dışavurumcu birini; büyürken cinselliğiyle barışık olmasına izin verilmeyen biri, cinsel arzuları ön planda olan, serbest birini seçer. Ve birbirlerini tamamlayan kişilik özellikleri taşıyan iki kişi aşık olduklarında, birden üzerlerinden büyük bir yük kalkmış gibi olur.

 

9) Yani aşk insanı iyileştiriyor mu? Aşkla birlikte, insanlar bütün korkularını bir süreliğine kontrol altına alırlar. Aşkın onları- tam da sizin söylediğiniz gibi- iyileştirerek bütünlüğe kavuşturacağına inanırlar. Çiftlerin arkadaşlığı bile tek başına yatıştırıcı bir merhemdir. Sevgililer, zamanlarının çoğunu bir arada geçirdikleri için artık kendilerini yalnız ve dışlanmış hissetmezler. Güven duyguları arttıkça yakınlıkları derinleşir. Birbirlerine çocuklukta çektikleri acıları ve üzüntüleri bile anlatacak duruma gelirler ve onlar, kendi ana-babaları dahil hiç kimsenin kendi dünyaları ile bu kadar yakından ilgilenmediğini duyumsarlar. Gerçek bir empatik paylaşımla birbirlerine ait dünyaların içine sızarlar. Onlar kendi özlerine dalmayı bırakarak, başka bir insanın gerçeğini paylaşırlar. Aşıklar, birbirlerini içten gelen bir ilgiyle donatarak erken çocukluk dönemi yoksunluklarını siler gibi olurlar. Aşık olmak, aniden, idealleştirilmiş bir ailenin en gözde çocuğu haline gelmek gibi bir şeydir.

 

10) Peki birbirine aşık bir çift ayrıldığında ne hissederler? Birbirlerine aşık bir çiftin ayrılışıyla ölümü bir tutabiliriz. Bütünleştikleri kişiyi kaybetmek, onlar için gerçek bir ölüm yası sürecini başlatır. Ayrılıkla ölümün bu denli bağdaşması bize aşkın doğasına ilişkin şöyle bir bilgi verir: Aşık insanlar, hayatta kalma konusundaki sorumluluklarını, farkında olmaksızın yani yine bilinçdışından ebeveynlerinden sevgililerine aktarırlar. Yani Eros’u uyandıran sevgili, partnerini, aynı zamanda Thanatos’tan, ölüm korkusundan da korur ve çiftler birbirlerinin karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarına hitap ve hizmet ederek hayatta kalma mücadelesinde birbirlerinin yandaşı olurlar. Daha derinden bakıldığında, sevgililerin birbirinden ayrılması hali, onların yeniden buldukları bütünlük duygusunu kaybetmeleri anlamına gelir. Ayrılık, onların bölünerek yarım kalmalarına ve var oluşlarının tamlığından ayrı düşmelerine sebep olarak yalnızlık ve kaygı içinde ölüm dahil olmak üzere varoluşsal korkuları daha derinden yaşamalarına sebep olacaktır.

 

11) Aşk nasıl biter? Aşk aslında bilgisizlikten ve hayal gücünden beslenir. Sevgililer birbirlerini idealize ederek, birbirlerine dair tamamlanmamış bakış açılarını korudukları sürece Cennet Bahçesi’nde (Garden of Eden) yaşarlar. Lambalarımızı yakıp, sevgilimize ilk objektif bakışımı sahipzı attığımızda, onların tanrı değil, bir sürü siğil ve lekeye sahip, kusurlu insanlar olduklarını keşfederek, görmeyi azimle reddettiğimiz bütün o olumsuz kişilik özelliklerini fark ediyoruz…..

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)