Değer Yargılarımız Davranışlarımızı Etkiler Mi?
Literatürde değerin ne olduğu üzerine birçok tanım yapılmıştır. En yaygın tanıma göre değer; davranışlarımızı determine eden, belirleyen ilke yani ideal davranış biçimleri ve hayat amaçları hakkındaki yargılarımızı ve davranışlarımızı yönlendiren ölçütler olarak değerlendirilebilir.
Değer böyle tanımlandığında, bizim davranışlarımızın ve algılayışlarımızın mutlaka bir değerle ilişkili olduğu, başka bir deyişle, şu ya da bu değer tarafından determine edildiği kolayca anlaşılır. Değerlerimiz davranışlarımızı belirleyen ilkeler, davranışlarımızı yönlendiren genel kılavuzlar olarak da tanımlanmaktadır. İnsan davranışlarının yol göstericisi olarak oynadığı roldedir ve bu da, insana özgü olan, insanı insan yapan niteliklerden biridir. Onun hayatını anlamlı kılan, sahip olduğu bu değerlerdir.
İnsanın genel olarak davranışlarına yön veren ve diğer insanlarla olan ilişkilerine rehberlik eden temel ilkeleri ve de tutumlarımızı biçimlendiren standartları ifade etmek için kullanılan bu ifade böyle olunca, değerlerle ilişkisi olmayan hiçbir davranışımız yoktur. Bizi öyle ya da böyle davranmaya zorlayan mutlaka bir değer vardır. Kişinin davranışlarını yöneten, yönlendiren, temelinde yatan kural ya da ilkeler kişinin değer yargılarıyla ilgilidir. Değer kavramı, insani varlık alanına özgü bir kavramdır ve yapıp eden bir varlık olarak insanın bütün yapıp etmeleri mutlaka bir ‘değer’ ile bağlantılıdır.
Değer yargılarımız kişinin çevresinde olanlara, yaşadıklarına göre değişir ve şekillenir, yetiştirilmiş olduğu çevreden etkilenir ve yerleşir. Zira değer yargıları kişiden kişiye, toplumdan topluma, zaman ve mekana göre değişiklik arz ederler. Değer yargılarımıza göre inancımız da vardır. Fakat değer, tam olarak ya da sadece inançtan ibaret değildir, değerlerimiz daha çok zihinsel organizasyonlarımızdır, yaşantımızdaki deneyimler sonucu oluşmaktadır. Örneğin birinin annesine ve babasına gösterdiği saygı davranışı bir değerdir, bu davranışın çevresinde büyüyen bir çocuk da bunu model alır ve bu değeri kabullenir.
Değerlerimiz sosyal yaşantımızın ölçütleridir, bir davranışı seçme ve uygulama sebebimizdir. Değerler, aynı zamanda bir kişinin insanları, onların niyetlerini veya davranışlarını değerlendirirken başvurduğu kriterler, karar vermedeki referans noktaları olarak ele alınmaktadır. Eylemler de birbirleriyle ilişkisi bulunan değerlerin ortak sonucudur. Bu noktadan bakıldığında değerler, değer yargılarında bulunduğumuz kriterleri ve değer yargılarının dayandığı ilkeleri ifade etmektedir. İnsanlara yardım eden bir kişiyi “iyi insan” olarak tanımlamamız iyiliği bir değer olarak kabul etmemiz ve bunu yapanları bu değerle nitelendirmemizle ilişkilidir. Bu bağlamda iyinin kendisi bir değer, bununla insanları nitelemek de bir değer yargısıdır. Bu da geçmiş yaşantılarımız, kişisel farklılıklarımız, kendimizle ilgili öyküsel şeyler, içinde yaşadığımız sosyal çevre, en genel anlamda ifade edersek sahip olduğumuz dünya görüşü ile yakından ilişkilidir. Değer yargıları kişinin yetiştiği çevreden beslenerek şekillenir. Bireyin değerleri kazanması ve onların kendini biçimlendirmesi ve kişiliğini oluşturması ile ilişkili bu süreç kişi olma sürecidir. Dolayısıyla değer ‘kişi olma’da bir değer olarak ortaya çıkmaktadır. Değer yargılarımızla, kendimize özgü hareket eder, düşünür ve davranırız yani hayatı yaşarız. Her bireyin değerler sistemi, ilkeleri ve öncelik verdiği konular farklı olabilir. Farklı değerlere, önceliklere ve ilkelere sahip kişiler, sözde aynı çevreyi farklı biçimde algılayabilirler. Çevredeki farklı uyarıcılara öncelikle tepki verebilirler. Buna örnek verecek olursak yolda yürürken biriyle atışıyorsun kimi bu sorunun zaten çözülemeyecek bir sorun olduğunu bilerek yürüyüp devam ediyor kimi kendi içinde çok fazla söylenerek kendi içinde içsel muhakemeye giriyor. Örnekte olduğu gibi bazı sorunlar kimileri için sorun teşkil etmezken bir diğeri içinse sorun teşkil eder. Tam da bu noktada bu sorunu çözememizin altında kişisel farklılıklarımız ve bizimle ilgili öyküsel şeylerin yer almasıyla olayı içselleştirip değer yargımızın olayı ‘saldırganlık’ olarak algılayışı yatıyor. Değerlerin yaşama aktarılmasını sağlayan şey de değerlerin içselleştirilmesi ve benimsenmesidir.
Psikolojide değerin önemi onun objektif bir esasa dayanıp dayanmamasında değil, fakat insan davranışlarının yol göstericisi olarak oynadığı roldedir. İnsanların hayata bakışları, davranışları, olayları ele alışları hep benimsemiş oldukları değer yargıları çerçevesinde gerçekleşmektedir. İnsanlar hayatlarını bu değer yargıları üzerine inşa eder ve yine bu değer yargıları doğrultusunda yaşarlar. Bu değer yargıları da, insanın olaylara ilişkin tutumu, davranışları ve dış dünyayı algılayıp “değerlendirmesi” sonucu oluşmaktadır. Yani değer yargıları, bir “değerlendirme” işleminin ürünüdürler. Her bir değer yargısının onu benimsemiş olan kişiye doğru gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ancak, değer yargısının doğruluğuna yönelik varsayım herkes ve her durum için geçerli değildir. Değer yargıları bu sebepten ötürü görecelidir. Değer yargılarının zamana, topluma ve mekâna göre değişiklik göstermesi göreceliliğin bir boyutu iken, bir değer yargısının “doğru” ya da “yanlış” olarak nitelendirilmesi için rasyonel bir gerekçenin bulunmaması bu göreceliliğin bir diğer boyutuna işaret etmektedir. Her insanın hayatın olağan akışı içinde hiç durmadan bir şeyleri değerlendirme sürecinde olduğu göz önünde bulundurulursa kişinin çeşitli değerlendirmeler sonucunda oluşan “dünyaya bakış açısı”, aynı zamanda değer yargılarının bir yansıması şeklinde görülebilir. Bu daimi tecrübe ve yaşantı hali dikkate alınırsa, kişinin bir olay veya durum karşısında değer yargısından yoksun bir şekilde tutum almasının oldukça zor olduğu söylenebilir. Verdiğimiz örnekteki gibi her olayı kendi kişiliğimize yapılmış bir saldırı gibi algılanma eğiliminde olduğumuzda öncelikle kendimize zarar veriyoruz. Bir diğer durum olayları yanlış ifade ettiğimiz, karşı tarafı suçlamaya yönelik ifadelerdir. Gerçekten de yaşadığımız sorunların başını çeken, kişisel gerçeklerdir. Örnek verecek olursak; yağmur yağan bir günde bazılarımız “ne güzel yağmurun altında yürümek iyi gelecektir”, bazılarımız ise “yine ıslanacağım, üşüyeceğim, kahretsin “ diyebiliyoruz. Bu bazılarımız için sorunken bazılarımız içinse sorun teşkil etmez. Burada da olay aynı ama olayı yorumlama biçimlerimiz farklılaşıyor yani bunu bir sorun olarak görmek kişisel farklılıklarımızdan kaynaklanıyor. Böylelikle resmin tamamı yerine olumsuz olan tarafına kilitlenmek, durumu düzeltmek için düşünme ve çözüm üretme yetimizi kısıtlar, zaman zaman kendimizi çökkün ve olumsuz hissettiğimiz anlarda aklımızdan da olumsuz düşünceler geçer. Bu düşünceler kendimizle ve dünyaya bakış açımızla ilgili tarzımızı yansıtırlar. Ve en önemlisi her zaman gerçekçi olmazlar.
Özetle, hayatı, bakış açımızla anlamlandırırız. Bakış açınızı etkileyen tüm öğeleri tek tek inceleyip fark edin. Size mutsuzluk, huzursuzluk verdiğini düşündüğünüz bakış açınızı fark edin. Fark edin diyorum çünkü bütün sihir fark etmekte. Bir olay veya durum yaşadığınızda, o olayı nasıl yorumlarsınız, hangi pencerelerden bakarsınız? Bunları öncelikle not edin. Yazmak bilinçaltındaki düşüncelerin bilinç üstüne çıkmasına yardım eder. Böylelikle fark edip yazmakla çok büyük bir adım atmış olacaksınız.
Yaşamımız seçimlerimizden ibarettir. Nasıl bakmayı seçerseniz onu yaşarsınız. Eğer siz seçim yapmazsanız, başkalarının seçtiği yolda yürümeye mahkûm olursunuz. Kendi seçimlerinizi kendiniz yapmanız, hayatınızın sorumluluğunu almanız demektir. Ancak hayatınızın sorumluluğunu aldığınızda çözüm üretebilirsiniz. Hayata her taraftan bakın, hayatınızı kolaylaştırın!