Depresyon ve Beslenme

Yazar Merve ErdemDiyetisyen • 25 Ağustos 2021 • Yorumlar:

ÖZET

Depresyon kalıtımsal, çevresel ya da hormonal bozukluklar sonrasında gelişen duygu durumu bozukluğudur. Depresyonun temelinde daha önceden isteyerek ve severek yaptığı günlük aktivitelere karşı isteksizlik , hayattan zevk alamama durumu vardır. Depresyon tedavisinde psikoterapi ve ilaç tedavisi yanında bu tedavileri destekleyen kişiye özgü beslenme tedavisinin de uygulanması önem taşımaktadır. Depresif bireylerin klinik tablosunda izlenen iştah değişimleri ve buna bağlı vücut ağırlığı değişimleri, konstipasyon, dehidratasyon ve serum vitamin düzeylerinde değişiklikler gibi durumlar bireyin beslenme tedavisinde dikkat edilmesi gereken önemli noktalar arasındadır. Bu hastalarda özellikle omega-3 ,B-12 vitamini ,magnezyum ve folat alımına dikkat edilmelidir. Depresyon ile yakından ilgili olan seratonin hormonu düzeylerine etki eden besinler de kişi için önem taşımaktadır. Beslenme programı hazırlanırken depresyon durumunu tetikleyen ve olumlu etkileyen besinlerin özenle üzerinde durulmalıdır. Ayrıca kullanılan antidepresan ilaçların yan etkilerine bağlı olarak da bireyin günlük beslenme programında bazı değişiklikler yapılabilir. Özellikle monoaminoksidaz inhibitörü (MAOI) türevi olan ilaçlar ile tedavi edilen depresif bireyler de özel beslenme programları uygulanır. MAOI türevi ilaçlar basit feniletilaminlerin (tiramin ve dopamin) etkisini arttırmakta ve hipertansiyon gibi birçok yan etki oluşumuna neden olmaktadır. Bu bireylerin beslenme programlarında tiraminden zengin olan besinler çıkarılmalıdır. Depresyon ve beslenme tedavisini konu alan bu derleme yazısı depresyon durumu ve besinler arasındaki ilişki ile uygulanması gereken beslenme programlarını tartışacaktır.

Anahtar Kelimeler: depresyon, beslenme , duygudurum bozuklukları

ABSTRACT

Depression is the emotional state that develops after hereditary,environmental or hormonal disturbances. On the basis of depression, there is reluctance to enjoy everyday activities that you have been willing and loving before and you can not enjoy life.Depression is a common disease,but the promising side is that it can be treated. Besides  psychotherapy and drug treatment in the treatment of depression, it is also important to apply the special nutritional therapy that supports these treatments. Changes in appetite in the clinical table of depressed individuals and related body weight changes, constipation, dehydration, changes in serum vitamin levels are important points in the nutritional treatment of the individual. Especially the amount of omega-3, B-12 vitamin, magnesium, folate should be taken into consideration in these patients. Nutrients that affect serotonin hormone levels, which are closely related to depression, are also important for the individual. When preparing a nutritional program, the nutrients that trigger the depressive condition and affect it positively must be carefully considered. Depending on the side effects of the antidepressant drugs used, some changes can also be made in the individual's daily nutritional program.Special nutritional programs are also applied to depressed individuals who are treated with drugs with monoamine oxidase inhibitor (MAOI) derivatives. MAOI derivative drugs increase the effect of simple phenylethylamines (thyramines and dopamine) and cause many side effects such as hypertension. Nutrients that are rich in thyramines should be removed from these individuals' nutrition programs. This review article on depression and nutritional therapy will discuss the relationship between depression and nutrients and the nutritional programs that should be applied.

Keywords: depression, nutrition, disorder disabilitys

 

 

 

GİRİŞ

İnsanoğlu doğadaki canlılar içinde duygusal tepkileri en yoğun, en canlı ve birbirinden çok değişik şekillerde yaşama yeteneği olan bir varlıktır. Kişinin belli bir süre, göreceli olarak değişmez biçimde içinde bulunduğu duygulanım durumuna duygu durum (mood) adı verilir. Bu duygu durum değişmez değildir. Kişinin yaşantısında farklı etkenlere bağlı olarak dalgalanmalar gösterebilir. Ancak bu dalgalanmaların bazen aşırı boyutlara ulaşıp uzun süre devam ettiği durumlarda  kişide artık bir “duygulanım bozukluğunun” söz konusu olur (1).

Duygulanım bozukluklarından biri olan depresyon, çaresizlik, benlik saygısında azalma, karamsarlık, kendini küçük görme, suçluluk duyguları, ölüm ve intihar düşünceleri, bellek, dikkat ve konsantrasyon bozuklukları, enerji azlığı, yorgunluk, iştah değişiklikleri, kilo kaybı (nadiren kilo alımı), uyku bozuklukları, cinsel ilgi ve etkinlikte azalma, kabızlık, sosyal anlamda; toplumdan uzaklaşma, sosyal-mesleki işlevlere karşı ilgi kaybı, gibi belirtileri içeren bir sendromdur. Depresyonun patofizyolojisinde genel olarak NE, (norepinefrin) DA(dopamin) ve 5HT2(serotonin) düzeylerinde düşmeden, manide(aşırı aktiflik) ise artıştan söz edilmektedir (2). Depresif bozukluklar genel olarak major depresif bozukluk, distimik bozukluk ve başka türlü adlandırılamayan (BTA) depresif bozukluklar şeklinde sınıflandırılmışlardır (3).

Beslenme; büyüme ve gelişme, yaşamın sürdürülmesi, sağlığın korunması ve geliştirilmesi için besinlerin tüketilmesidir. Sağlıklı beslenme; bireyin yaşı, cinsiyeti ve fizyolojik durumu göz önünde bulundurularak ihtiyacı olan tüm besin ögelerinin yeterli miktarda karşılanmasıdır (4). Beslenmenin etkilendiği en önemli faktörlerden birisi ise duygu durumlarında meydana gelen değişimlerdir. Bu duygu durum değişikliklerinden en sık görülen depresyon durumunda besin yönelimlerinin değişmesi ikisi arasında ciddi bir ilişki olduğunu gösterir.

 

Depresyonun Etiyolojisinde Beslenmenin Rolü

Duygu durumu bozukluklarının etiyolojisinde beslenme rolü ile ilgili pek çok dikkate değer görüş bulunmaktadır. Ancak bu görüşlerin pek azı insanlar üstünde çalışabildiğinden çoğunun mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır (5). Beyin fonksiyonlarının devamlılığı için yeterli beslenmeye gereksinim vardır. Diyet kalitesinin kötü olması depresyon için bir risk faktörü olabilir (6).

 

Beyindeki serotonin 5-hidroksitriptamin, (5-HT) seviyesinin ruh hali üzerine etkili olduğu ve serotonin seviyesindeki düşüşlerin bazı bireylerde depresyonun etiyolojisine katkıda bulunduğu bilinmektedir. Düşük dozda 5-HT veya bu nörotransmitterin salınımını arttıran ilaç kullanımı karbonhidrat alımını, protein ve yağlara göre daha fazla azaltmaktadır. Karbonhidrattan zengin bir öğünün tüketilmesinden sonra kanda glukoz, insülin, leptin ve kortikosteron seviyelerinin artması ile beraber, medialhipotalamusta 5-HT salınımı da artar. 5-HT seviyesindeki bu artış ise negatif geri besleme (feed -back) mekanizması ile birlikte karbonhidrat alımını baskılamaktadır (7).

 

Leptin başlıca beyaz ve kahverengi yağ dokusu hücrelerinden salgılanan, vücut yağ miktarı hakkında hipotalamusa bilgi aktararak besin alımı ve enerji tüketimini düzenleyen bir hormondur (8). Leptinin duygudurum üzerine etkilerini kortikotropin salgılatıcı hormon ve nöropeptid Y aracılığı ile gerçekleştirdiği bilinmektedir. Bu konuyla alakalı yapılan ileriye dönük çalışmalarda bir grup iki uçlu depresif bozukluk hastasının 30 günlük tedavi sonrasında sağlanan otimik dönemde leptin, trigliserit, total kolesterol, düşük yoğunluklu lipoprotein-kolesterol (LDL-K) ve yüksek yoğunluklu lipoprotein-kolesterol (HDL-K) düzeylerine bakılmıştır Bulunan sonuçta leptinin yağ asidi ve trigliserit sentezini azaltarak ve yağ oksidasyonunu arttırarak hücre içi lipit konsantrasyonunu azalttığı ve bu durumun düşük kolesterol düzeyine sebebiyet verip depresyon ile yakından ilişkili olduğu bildirilmiştir (9).

 

Duygu durum bozukluklarıyla yakından ilişkili olduğu düşünülen bir diğer hormon beslenme ve stres yanıtları gibi işlevlerden sorumlu olan nöropeptid Y’dir. Düşük NPY plazma düzeyi veya düşük NPY ekspresyonu olan bireylerde stres esnekliğinin azaldığı, stresle ilişkili bozukluklara yatkınlığın arttığı bulunmuştur (10).NPY ve psikyatrik hastalıklar arasındaki ilişki ile ilgili birçok görüş ileri sürülse de tartışmalar sürmektedir.

Günümüze kadar yapılan çalışmalarda, düşük plazma ve eritrosit folat düzeylerinin, folattan yoksul beslenme ve yüksek serum homosistein düzeylerinin Alzheimer, Parkinson, bipolar bozukluklar ve depresyon oluşum riskini artırdığı gösterilmiştir. Folat ayrıca metionin ve S-adenosil metionin (SAM) sentezinde kullanılmaktadır.  SAM’ın bilinen antidepresan özelliklerinden dolayı folat yetersizliği ile depresyon arasındaki ilişkinin altında yatan nedenin, düşük hücresel SAM konsantrasyonu ve santral sinir sisteminde SAM bağımlı metilasyon reaksiyonunun inhibisyonu olduğu söylenebilir (11). Folat yetersizliği antidepresanlara karşı bireyin yanıtını azaltmaktadır.

 

B12(kobalamin) de folat gibi depresyonla yakından ilişkisi olduğu düşünülen bir vitamindir. Depresyonlu hastalarda düşük serum kobalamin (vitamin B12) konsantrasyonu sıklığı oldukça yaygındır. B12 vitamini ve depresyon arasındaki ilişki bu vitaminlerin santral sinir sisteminde monoamin metabolizması üzerine direkt etkileri ile açıklanmaktadır. Düşük B12 vitamini seviyeleri hiperhomosisteinemiye yol açmakta, bu durum da Alzheimer hastalığı gibi nöropsikiyatrik bozukluklar ile ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle, hiperhomosisteineminin depresyona neden olabileceği veya ağırlaştırabileceği düşünülmektedir (12).Folat ve B12 vitamininin depresyon etiyolojisi üzerine olan etkisi ile ilgili yapılan çalışmalarda lityumun bu vitaminler üzerine etkisi araştırılmıştır. Lityum profilaksisinin, serum ya da eritrosit folik asit düzeyini etkilemediği ve vitamin B12 düzeyinde düşmeye neden olduğu bildirilmiştir. Ancak bu konudaki çalışmaların çoğu uzun süreli lityum kullanımının folik asit düzeyini düşürebileceğini ve lityumun terapotik etkinliğini artırmak için folik asit desteğinin faydalı olacağını bildirmişlerdir (13).

 

Depresyonun etiyolojisinde n-3 yağ asitlerinin çok önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Diyetin n-3 yağ asidi açısından yetersiz olması depresyon riskini arttırmaktadır. n-3 yağ asidi, eikozapentaenoik asit (EPA) ve dokozahekzaenoik asit (DHA),beyin gelişimi ve fonksiyonları için önemlidir (14).Yapılan çalışmalarda Yeni Zelanda, Kanada, Almanya gibi omega-3 yağ asitlerinin yetersiz tüketildiği ülkelerde depresyon oranı %5 iken Tayvan, Japonya gibi omega-3 yağ asitlerinin yeterli tüketildiği yerlerde bu oran %1 olarak bulunmuştur (15). Araştırmalarda özellikle omega yağ asitleri, EPA, DHA içeriği yüksek bir besin olan balık üzerinde durulmuştur. Alınan sonuçlara göre özellikle gebelik döneminde yetersiz tüketimi sonucu çocukların ileri yaşlarda Alzheimer, disleksi ve depresif hastalıklara yakalanma oranı normale göre daha yüksek bulunmuştur.  Bu konuyla alakalı yapılan başka bir çalışmada ise depresif olmayan bireylerin kırmızı kan hücre membranındaki yağ asidi miktarları incelenmiştir. Çalışmaya katılan 10 depresif birey ve 14 sağlıklı bireyin diyetle aldıkları çoklu doymamış yağ asidi miktarları da hesaplanmıştır. Sonuç olarak; depresif hastaların azalmış enerji alımlarından bağımsız olarak kırmızı kan hücreleri membranlarında n-3 yağ asidi seviyelerinin depresif olmayan bireylere göre önemli ölçüde düşük olduğu görülmüştür. Depresyonun derecesi ile kırmızı kan hücre membranındaki ve diyetle alınan n-3 yağ asidi miktarları arasında negatif ilişki olduğu bulunmuştur. Bu bulgular depresif semptomların n-3 yağ asidi takviyesi ile azaltılmasının mümkün olabileceğini göstermektedir (14).

 

Çinko birçok sinirsel iletimde merkezi sinir sistemince kullanılmaktadır ve merkezi sinir sistemi gelişimi ve fonksiyonları üzerinde etkilidir. Beyindeki çinko homeostazisi bozulduğunda Alzheimer hastalığı ve depresyon görüldüğü rapor edilmiştir. Majör depresyonu olan hastalarda serum çinko düzeyinin düşük olduğu ve depresyonun ağırlığıyla plazma çinko düzeyleri arasında bir paralellik olduğu bildirilmiştir (16). Düşük serum çinko seviyeleri depresyonlu bireylerde antidepresan tedavisini de olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan çalışmalar çinko takviyesi yapılarak serum çinko düzeyi yükseltilen bebeklerde motor aktiviteyi arttırdığını, okul çağındaki çocuklarda da okul başarısını ve nöropsikolojik performansı arttırdığını göstermiştir. Bu nedenle serum çinko düzeyinin depresyon için bir belirteç olabileceği ileri sürülmüştü (16).

 

Çinko gibi demir ve bakır alımının da depresyon ile ilişkisinin olduğu düşünülmektedir. Ancak bu konuda yeterli çalışma bulunmamaktadır (17).

 

Duygudurum bozukluklarında oksidatif stresin sürece katkıda bulunan faktörlerden biri olduğu iddia edilmektedir (18). Can ve arkadaşlarının bir çalışmasında sağlıklı kontrollerle kıyaslandığında bipolar bozukluk ve unipolar depresyon tanıları olan bir hasta grubunda serum malondialdehit seviyeleri yüksek bulunurken, süperoksit dismutaz ve glutatyon peroksidaz enzim aktiviteleri azalmış olarak bulunmuştur. Bu durumda doğal olarak kuvvetli antioksidan özellikte olan A,E,C vitaminlerini diyete  ekleme tedavileri gündeme gelmektedir. Ancak bu moleküllerin psikiyatrik hastalıklarda kullanımına ilişkin yeterli kontrollü çalışma olmadığı gibi mevcut araştırma sonuçları da yöntemsel açıdan ciddi boşluklar içermektedir. Dolayısı ile antioksidan vitamin ekleme tedavilerinin faydası tartışmalıdır (19). Bu konuda bir başka önemli unsur olan selenyum (Se) antioksidan fonksiyonlara sahip bir bütünleyici Glutatyon peroksidaz (GSH-Px) bileşenidir. Selenoproteinler nöronları korur. Se ruh halinin önemli bir modülatörüdür. Deneysel çalışmalarda selenyum içeriği düşük diyetle beslenen bireylerin depresif olma durumlarının yüksek selenyum içeriği ile beslenene göre daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca selenyumun 5HT seviyesini düşürdüğü yapılan araştırmalarda bildirilmiştir. Bu nedenle depresif hastalara yapılacak olan se takviyesinin kontrollü yapılması gerekmektedir (17).

 

Organizmada daha az bulunan, fonksiyonları yeterince anlaşılamamış önemli katyonlardan biri olan magnezyum ve depresyon ilişkisi de günümüzde araştırmalara sıklıkla konu olmaktadır. Vücutta magnezyum eksikliği olması durumu santral sinir sistemini etkileyerek konvülsiyon ve davranış bozukluklarına neden olur.

 

Serum kolestrol seviyesinin düşük olması depresyon için başka bir risk etmeni olarak kabul edilmektedir. Yapılan bir çalışmada serum total kolesterol seviyesi 160 mg/dL’nin altında ve düşük dansiteli lipoprotein kolesterol (LDL-K) seviyesinin ise 100 mg/dL’nin altında olan bireylerde intihardan ölüm riskinin daha yüksek olduğu saptanırken başka bir çalışmada yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (HDL-K) seviyesindeki düşüş ile ciddi intihar olayları arasında ilişki olduğu bulunmuştur (20). Ayrıca koroner arter hastalıklarında depresyonun sık gözlenmesi, lipid düşürücü tedavilerin duygu durum ve davranış üzerine etkilerinin rapor edilmesi, beyin ve nöron yapısında lipidlerin önemli rollerinin bulunması kolesterol ile depresyon arasındaki ilişkiyi önemli bir konu haline getirmiştir (21).

Obezite fizyolojik, organik, sistemik sorunlara yol açmanın yanı sıra psikolojik sorunlara da neden olan bir hastalıktır (22).Obezite insulin, leptin ve metabolit seviyelerinde bozukluklara neden olmaktadır. Bu bozukluklar beyinde atrofik değişikliklere neden olarak bilişsel performansı etkilemektedir. Son yapılan araştırmalara gore BKi>40 kg/m2 olanlarda depresyon riski artar; obezlerde depresyon daha ağır geçer ve prognozları daha kötüdür (23). Bütün bu nedenlerden ötürü depresif hastalarda optimum vücut ağırlığı sağlama çok önemlidir.

 

Beslenme ve psikoterapi arasındaki ilişki şüphesiz oldukça komplekstir ve sonuç olarak kesin yargılarda bulunmak için daha fazla araştırmaya gereksinim vardır (5).

 

Depresyon ve Beslenme Sorunları

 

Depresyon gibi duygu durumu bozuklukları besin alımını, tat duygusunu ve besin seçimini pek çok yolla etkilemektedir.

 

A)    Vücut Ağırlığı Değişimleri:

 

Depresif bireylerde iştah, genellikle azalmış olup, belirgin ağırlık kayıplarına yol açar. Bu bulgu özellikle endojen depresyonun tipik belirtisi olarak kabul edilir. Hastalar daha önce zevk aldıkları yiyeceklerden artık zevk almaz olurlar ve besinlere karşı ilgisizlik oluşur. Öğün zamanları düzensizleşir, besin seçimi kötüleşir, öğün atlama ve ağırlığın korunması ile ilgili sorunlar ortaya çıkar (24). Suçluluk duygusuna bağlı olarak “yemek yemeyi hak etmediğini ” düşünürler (5). Ancak zorlayarak, kendilerine tatsız, tuzsuz gibi gelen yiyecekleri yemeye gayret ederler. Bu durum bireyde beslenme yetersizliklerine ve vücut ağırlığı kayıplarına neden olur.

 

Bazı hastalarda da dengesiz besin alımı ve karbonhidrat içeren besinlerin aşırı tüketimine bağlı olarak vücut ağırlığı artışı ve şişmanlama da görülebilmektedir (5).

Yüksek karbonhidrat alımı beyne giden triptofan oranını arttırarak beyindeki serotonin üretimini arttırmaktadır. Yüksek karbonhidrat alımının bu etkisi, depresif bireylerin ve stres altında olan bireylerin çikolata gibi yüksek karbonhidrat içeren besinleri tüketme isteklerindeki artışın sebebi olarak gösterilebilir.

 

B)    Konstipasyon

 

Depresif hastaların sık sık yakındıkları konstipasyon ise az yemek yeme, su içmeme, fiziksel aktivite düzeyindeki azalmaya bağlı olarak ortaya çıkabilir. Diğer yandan bu hastaların kullandıkları antidepresif ilaçların da bu belirtiyi şiddetlendirdikleri ya da antikolinerjik etkilerinden dolayı bizzat konstipasyona neden oldukları unutulmamalıdır (1).

 

C)Dehidratasyon

 

Besin ve sıvı reddi, susuzluk hissinin kaybına bağlı olarak depresyonlu bireylerde ciddi dehidratasyon sorunları oluşturmaktadır. Depresyonlu bireylerin farkında olmadan sıvı alımlarını azalttıkları görülmektedir. Bireyde var olan dehidratasyon, bireyin daha çok besin alımı izlendiği ve sıvı alımı arka planda kaldığı için fark edilmeyebilir. Böylece dehidratasyon, konstipasyon ve sekonder üriner sistem enfeksiyonlarına yol açabilir (5).

 

D)Serum Vitamin Düzeyleri

 

Depresif hastaların serum riboflavin, pridoksin, folik asit ve B12 düzeyleri genelde düşüktür (1) , (5).

 

 

 

 

 

 

DEPRESYON DÖNEMİNDE GENEL TEDAVİ YAKLAŞIMI

 

Depresyon tanısı konmuş hasta, artık tedavi aşamasına gelmiş demektir. Bu aşamada 3 tür tedavi yaklaşımı izlenir. Bunlar; psikoterapi, ilaç tedavisi, beslenme tedavisidir.

 

Depresyon Tedavisinde Kullanılan Anitdepresif İlaçlar ve Yan Etkileri

 

Depresyon tedavisinde heterosiklik antidepresif ilaçlar ve hasta bunlara yanıt vermediğinde MAOI türevi ilaçlar kullanılır. MAOI türevi ilaçların ciddi yan etkilerinden özel bir diyet ve sıkı klinik gözlem ile beraber uygulanmalıdır. Trisiklik antidepresanların kullanımında iştah artışı ve karbonhidrat yeme isteğindeki artışa bağlı olarak vücut ağırlığı artışı gözlenir (5).

 

Vücut ağırlık kazanımı ayrıca MAOI tedavisinde de sıklıkla görülür. Kullanılan ajan türüne göre vücut ağırlık kazanımı farklılık gösterir. MAOI tedavisi alan bireylerde ayrıca insülin aktivitesindeki artışa bağlı kan glukoz seviyesinde düşüşler görülmektedir (5). Antidepresiflere bağlı karbonhidrat arayışı içinde olma durumunun ise kadın hastalarda daha fazla görüldüğü ileri sürülmektedir.

 

Depresyonda Beslenme Tedavisi

 

Bitkisel ve diyet takviyelerinin duygu durumu, depresyon, anksiyete ve uykusuzluk üzerine etkilerinin olduğu kanıtlanmıştır. Önemli beslenme/diyet stratejileri, dengeli bir beslenme ile toplam kalori alımını optimum düzeyde tutmayı, kompleks karbonhidratların yeterli tüketimini sağlamayı ve multivitamin-mineral takviyesi ile desteklenmiş gıdalar yoluyla vitamin ve minerallerin yeterli alımını sağlamayı içerir. Yeterli sıvı alımı önemlidir. B kompleks takviyesinin depresyon ve anksiyete semptomlarını iyileştirmek için verilebileceği bildirilmiştir. Kafein, çikolata, kahve ve kafeinli içeceklerden kaçınmak ve şeker tüketimini kısıtlamak kan şekerindeki, enerji seviyesindeki ve duygulardaki değişimlere yardımcı olabilir. Omega-3 yağ asitleri, folat, B12 vitamini en  yaygın kullanılan besin takviyeleridir. Yine aynı şekilde EPA ve DHA içeren balık yağı takviyesi de tavsiyeler arasındadır (25). Hastaların bireysel besin ögesi gereksinimleri ve bireysel sorunları saptanırken diyetisyenin bazı noktaları çok iyi bilmesi ve değerlendirmesi gerekir. Bunlar; hastalığın oluşumu ve süreci, uygulanan tedavi türü, bireyin sosyo-ekonomik statüsü ve evdeki yaşam koşulları, malnütrisyonun fiziksel belirti ve semptomlarıdır (5).

 

A)    Enerji ve Makro Besin Ögeleri

 

Hastanın yeme alışkanlıkları incelenir ve olumsuzluklar saptanarak giderilmeye çalışılır (24).Diyetin enerjisi optimum vücut ağırlığını sağlayacak şekilde düzenlenir (24). Özellikle vücut ağırlığı artışı gözlenen hastaların beslenme tedavisinde ilk hedef; özellikle tatlı yiyecekler gibi yüksek karbonhidrat tüketimine bağlı aşırı besin alımının azaltılması olmalıdır. Vücut ağırlığı kaybı görülen depresif bireylerde ise besin alımı dengelenmeli, enerji ve besin ögesi alımı arttırılmalı, iştah artıcı besinler seçilerek vücut ağırlığı kazanımı sağlanmalıdır (5).Depresif bireylerde vücut ağırlığında artışın nedenlerinin biri fiziksel aktive düzeylerinin azalmış olmasıdır. Egzersiz bu bireyler için antidepresan etki gösterdiğinden dolayı önerilmektedir. Depresif olan bireylerde “karbonhidrat tüketme isteğinin artması” duygusundan kaynaklanan aşırı karbonhidrat tüketimi ile kendilerini daha mutlu hissettikleri ve bunu yaparak rahatladıkları yapılan bir çalışmada ileri sürülmüştür (26).Bu konuyla alakalı diyabetli bireyler üzerinde yapılan bir çalışmada ise Eren ve arkadaşları kan şekeri kontrolü kötü olan diyabetik hastalardaki anksiyete ve depresyon sıklığını, kan şekeri kontrolü iyi olan hastalardan daha yüksek olarak bulmuştur (27).

 

B)    Protein

 

Depresif hastaların beslenmesinde amino asitler oldukça önemlidir. Özellikle triptofan (L-Trp,) insan vücudundaki serotonin ve melatonin hormonlarının salgılanmasında öncü olmasından dolayı beslenme bilimcilerinin ilgisini çekmektedir. L-Trp yumurta, süt, muz, patates, fıstık, hindi, çikolata, somon, kakao ve kefir gibi çeşitli gıdalarda bulunmaktadır (28).

 

 

C)    Sıvı

 

Bu hastalarda dehidratasyon ciddi bir sorun olduğundan hastanın sıvı alımı izlenmeli ve yetersizlik söz konusu ise ilaveler yapılmalıdır (5).

 

D)    Posa

 

Depresif bireyde konstipasyon sorunu varsa diyetle posa alımı artırılmalıdır. Diyeti düzenlenirken bol salata, kepekli ekmek, kabuklu meyveler ve bol fiziksel aktivite önerilmelidir.

 

E)Vitamin ve Mineraller

 

Depresif bireylerde bozulmuş besin alımı nedeni ile vitamin, mineral ve iz element yetersizlikleri görülebilir. Folat, vitamin B12, demir, çinko ve selenyum yetersizlikleri depresyonlu bireylerde depresif olmayan bireylerden daha sık görülmektedir. Beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi veya vitamin ve mineral takviyesi ile bu sorun çözümlenebilir. Balık yağı ve folik asit suplementasyonu depresyonun tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır (6).Özellikle antidepresan tedavisi alan depresif hastaların folat takviyesi alması semptomları önemli oranda azaltmaktadır.

 

F)MAOI Diyeti

 

MAOI türevi ilaç kullanan bireylerde özel beslenme programı düzenlenir. Bu hastalarda monoamin oksidaz enzim aktivitesi baskılanmakta, serotonin ve norepinefrin düzeyleri ve basit feniletil aminlerin (tiramin ve dopamin) etkisi artmaktadır. Bu artış hipertansiyon ve birçok ciddi sağlık sorununa yol açmaktadır. Bu nedenle MAOI tedavisi alan hastalara tiraminden fakir diyet verilir. Tiraminden zengin besinler olan; eskimiş peynir çeşitleri, çikolata, maya ekstreleri, nitrit içeren besinler, yoğurt, bakla, alkol (fermente), tütsülenmiş veya salamura balık, kafein (kahve, kolalı içecekler, enerji içecekleri vb.) muz, soya ürünleri, tavuk karaciğeri, aspartam içeren gıdalar, lahana turşusu, diyetten çıkartılır (1), (24), (29)

MAOI diyetlerinin dikkatli bir şekilde düzenlenmesi, pratik ve güvenli hale getirilmesi gerekmektedir. MAOI diyetlerinin bilimsel dayanaklarının olması dışında uygulanabilir olması da önemlidir.

 

SONUÇ

 

             Depresyon ve beslenme arasındaki ilişki daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Bulunacak olan sonuçlar psikolojik hastalıklar için çok ümit verici olacaktır.

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)