Majör Depresif Bozukluk
Yazar Ece Gümüş Kurnaz • 25 Eylül 2023 • Yorumlar:
Major depresif bozukluk, kişinin günlük yaşantısında sosyal işlevselliğine etkileri olan, olumsuz düşünce, duygu durum ve bazı bedensel etkilerin meydana geldiği bir bozukluktur. Ruhsal hastalıklar arasında yeti kaybına en çok yol açtığı bilinmekle birlikte, bireysel ve toplumsal etkileri bakımında oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Gözlenen belirtilerin, bireyin kendisinin farkında olmasının yanında, sosyal ortamında da fark edilebilir olması, sosyal işlevselliğine doğrudan olumsuz etkilerinin olması ve gün boyunca sürebilir düzeyde olması gerekmektedir. Bireyin major depresif bozukluk tanısı alabilmesi için, DSM-V’te sıralanan belirtilerin en az beşinin, birbirini takip eden iki haftalık süre boyunca görülmesi gerekmektedir. Bu belirtilerden en az biri çökkün duygu durum veya ilgi yitimi, zevk alamama durumu olmalıdır. Major depresif bozukluk tanı kriterleri; bireyin günün büyük bir çoğunluğunda ve hemen hemen her gün hissettiği ve dışarıdan fark edilecek düzeyde çökkün duygu durum içerisinde olması, birçok etkinliğe karşı ilgide belirgin bir azalma durumu ve zevk alamama hali, kişinin kilosunda istemsiz meyana gelen belirgin bir kilo kaybı veya kilo alma durumu, günün büyük çoğunluğunda aşırı uyku hali veya neredeyse hiç uyuyamama durumu, neredeyse her gün bulunan karamsarlık hali, ajitasyon ya da yavaşlama durumu, neredeyse her gün görülen ve hissedilen belirgin bir enerji düşüklüğü, bitkinlik hali, hissedilen yoğun suçluluk ve değersizlik hali, Neredeyse her gün süren dikkati toparlayamama, odaklanamama dikkat kaybı ve kararsızlık, son olarak yineleyici ölüm ve intihar düşünceleri, intihar planları veya eylemlerinin varlığı olarak sayılabilmektedir. Sayılan tüm bu belirtilerin, herhangi bir sağlık durumu veya madde kullanımına bağlı etkilerin olmadığı durumlarda gözlenmesi gerekmektedir.
Major depresif bozukluğun ortaya çıkmasında psikolojik, çevresel ve biyolojik faktörler rol almaktadır. Sosyal destek yetersizliği, ilişkilerde yaşanan ciddi problemler, mali yetersizlik, erken çocukluk travmaları ve ailede yer alan depresyon öyküsü gibi etmenler majör depresyonun görülmesinde yer alan bazı psikolojik ve çevresel faktörler arasında sayılabilir.
Major depresif bozukluğun biyolojik sebepleri incelendiğinde, beyindeki nörotransmiterlerin dengesine bağlı etkileri olduğu bulunmuştur. Serotonin, dopamin, noradrenalin gibi kimyasallar, beyinde iletişimden sorumlu nörotransmiterlerdir. Sinir hücrelerinin birbiriyle bağlantı kurduğu hücreler arasındaki sinaptik yarık adı verilen bölgede bu kimyalların dengesinde farklılaşmalar meydana gelebilmektedir. Özellikle serotoninin azalması durumunda depresyon belirtilerinin ortaya çıktığı bulunmuştur. Bunun yanında, depresyonun nedeni veya sonucu olması kesin olarak bilinmemekle birlikte, depresyonu olan ve olmayan gruplarda yapılan iki farklı beyin görüntüleme çalışmaları, duygu, düşünce davranışlardan sorumlu beyin bölgelerinde iki grupta farklılıklar olduğunu gözlemlemiştir. Bu alanda yapılan genetik çalışmalara göre depresyona sebep olan bir gen var olmadığı bulunmuştur. Ancak genetik yapının, çevresel birtakım etmenlerle birleştiğinde depresyonun görülme sıklığında artışa olanak sağladığı gözlenmiştir.
Bilişsel davranışçı yaklaşımların, majör depresyonun açıklanması ve tedavi sürecinde etkinliği bilinmektedir. Bu yaklaşım en temelde; majör depresyonun bireyin kendi yaşamında, duygu, düşünce ve davranışlarına dair var olan çarpık algısının sonucunda oluştuğunu savunur. Genellikle çocukluk döneminde yaşanan olumsuz deneyimler, bireyin düşünce sisteminde bu bilgilerin olumsuz şemalar halinde işlenmesine sebep olur. Erken dönemde geliştirilmiş olan bu olumsuz şemalar, bireyin ileri yaşantısında yaşadığı olumsuz tecrübeler sonucu açığa çıkmış olur. Bu bağlamda bilişsel terapi, temelde dört aşamayla tedavi sürecinin oluşmasını sağlamaktadır. Bunlar; yaşanılan problemin bilişsel davranışçı formülasyonunu yapmak, bu doğrultuda bir tedavi planı hazırlamak, tedavi sürecinde bireyi bu yaklaşım doğrultusunda bilgilendirmek ve belirlenen bu programa bireyin uygunluğunu değerlendirmek şeklindedir. İşlenen bu olumsuz şemalar, bilişsel hataları doğurur. Sonrasında var olan bu bilişsel hatalar, bireyi bulunduğu durumuna uygun olmayan duygusal sıkıntılara yol açacak otomatik düşünceler geliştirmesine sebep olur. Tüm bunların sonucunda, bireyin kendi kontrolünün dışında gelişen ve duygusal sıkıntılara sebep olan bilişsel çarpıtmalar meydana gelir. Örneğin mesleki sınavlara hazırlanan yetişkin bir bireyin sınavının başarısızlıkla sonuçlanması durumunda kendisini oldukça tembel, başarısız ve değersiz görmesi, genelleme şeklinde ortaya çıkan bilişsel çarpıtmaların sonucudur. Veya aynı bireyin sınavının iyi bir şekilde sonuçlanması durumunda da başarısını küçümsemesi ve önemsememesi küçültme şeklinde ortaya çıkan bir bilişsel çarpıtmadır. Bilişsel çarpıtmalar, bazı durumlarda bireylerde yaşadıkları sorunu felaketleştirme, kişiselleştirme, yaşanan olayların sadece olumsuz yönlerini değerlendirme şeklinde ortaya çıkabilir. Var olan bu çarpık düşünce ve inançların değiştirilmesi yönünde birtakım bilişsel teknikler kullanılmaktadır. Bunlar bilişsel yapılandırma ve davranışsal deneylerdir. Bilişsel yapılandırılmada teme amaç, temelde var olan olumsuz düşünce sistemini yeniden yapılandırmaktır. Ardından yapılacak olan davranışsal deneyler, bireyin sahip olduğu çarpık düşünce sistemine dair farkındalık kazanmasına yardımcı olmaktadır.
Psikodinamik terapide, bireyde var olan depresif belirtilerin altında yer alan bilinçdışı çatışmalar, savunmalar ve yerleşik inançları çalışılmaktadır. Bireyde var olan üzüntü, değersizlik veya suçluluk gibi duyguların gelişmesine neden olan olaylar görüşülür. Psikodinamik teori, depresyona eşlik eden uygunun en temelde kayıp duygusu olduğunu, bu durumun narsistik yaralanmaya yol açtığını savunur. Bütünlük haline zarar veren bu narsistik yaralanma, özgüven kaybına yol açabilmektedir. Bu durumda birey kendilik imgesinde düşüş olduğunun, hedeflediklerinin gerisinde kaldığının farkında varmakta ve bunun sonucunda kendisini kınamaktadır. Bunun sonucunda işe yaramaz birisi olduğu yönünde çarpık bilişsel şema oluşturur. Bunun yanında bireyin ahlaki ve etik kavramları üzerinden kendilik değerinin gerisine düştüğü yönünde bir algıya sahip olmasıyla suçluluk duygusuna kapılabilir. Bunun sonucunda kendisinin cezalandırıldığı ve yaşadığı olumsuz durumu hak ettiği yönünde bir düşünce sistemine sahip olabilir. Veya birey kendisi için değer anlamını yüklediği bir nesnenin kaybında narsistik incinme yaşayıp, özgüven kaybı yaşayarak kendisini tümüyle başarısız biri halinde görebilir. Genellikle erken çocukluk döneminde yaşanan bu tarz olumsuz tecrübeler, yetişkinlik döneminde depresyonun görülmesine sebep olmaktadır. Psikodinamik terapinin temelinde terapist, depresif semptomların görülmesine sebep olan ve bu durumu tetikleyen olayları ele almalıdır.
Varoluşçu yaklaşım, temelinde insanı biricik ve kendine özgü olarak ele alan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre insan yaşamı boyunca değerlerini kendine özgü olarak yaratır ve kendi var oluşunu kendisi yaratır. Bu yaklaşıma göre depresif kişi, yaşam sorumluluklarını ele alamamasından dolayı kendi değer yargılarını oluşturamamış, bu sebeple özgür olamayan insandır. Bu sebeple kendi yaşamını başkalarının değer yargılarına, istek ve beklentilerine göre ayarlamak durumunda kalır. Bunun sonucunda, depresyonda görülen suçluluk, kendini başkalarından aşağı görme, değersizlik gibi duygulara kapılmaktadır. Varoluşsal anlamda hayal kırıklığı ve amaçsızlık bu duruma eşlik eden duygulardır. Terapi sürecinde, şu an ve terapist ile danışan arasında şu an burada olan sen ve ben ilişkisi üzerine çalışılmaktadır. Esas olan danışanın getirdiği sorunlar olmaktan öte, kişinin kendisidir. Bu yaklaşımda bireyin geçmiş yaşantısına dair problemleri, kötü tecrübeleri veya yanlış inanışları yerine yaşamın kendisine dair temel konular görüşülerek kişiye yeni amaçlar kazandırılması hedeflenmektedir.