Psikopatoloji
Yazar Eda Güngör • Psikolog • 17 Mayıs 2019 • Yorumlar:
Psikopatoloji, akıl hastalığı, ve anormal/uyumsuz davranışları ve bunların nedenlerini ve sonuçlarını araştıran bilim dalıdır. Bu terim klasik psikiyatride patolojinin hastalık süreci olarak adlandırılır. Başka bir deyişle, psikopatoloji kişinin günlük hayatını, rutinini olumsuz etkileyen evde, işte, arkadaş çevresinde, sosyal yaşamda işlev bozukluğuna neden olan bilim dalıdır.
Psikopatolojinin kapsadığı bazı konular somatizasyon, anksiyete, obsesyon, depresyon, psikotik, paronoid, ve fobiktir. Bu bölümde yukarıdaki konular hakkındaki önleme programlarından bahsedilecektir.
Şizofreni, hastalıkların küresel yüküne önemli katkısı olan ve yeti yitimi ile geçmiş yıllar da kadın ve erkeklerde görülme olasılığının, kadınların erkeklere oranla fazla olduğu saptanmış, ilk 10 hastalık arasında yer almaktadır. Şizofreninin kronik doğası ve etkili bir tedavisinin uygulanamaması, erken tanı konulanlarda yeti yitimine katkısının daha çok ve toplam hastalık süresinin de daha uzun olması anlamına gelir.
Çeşitli önleme programları arasında yeti yitimi için yüksek riskli gruplara yönelik önleme çalışmaları öne çıkmıştır. Yüksek riskli gruplara yönelik önleme çalışmaları şizofreninin bazı erken bulgu ve kişinin kontrolsüz ortaya koyduğu belirtilerine odaklanmıştır. Genel önleme yaklaşımı toplumun genelinde büyük bir hedef kitlesini göz önüne almaktadır. Şizofreninin toplumdaki oranı çok düşük olduğundan genel bir önleme yaklaşımı uygun görülmemektedir.
Şizofreniyi önleme hastalık sürecinin farklı dönemlerinde meydana gelebilir; hastalık belirtilerinin başlangıcından önce, mümkün belirtilerin ortaya çıkışından sonra, olan en kısa zamanda tanı ve müdahale amacı ile Ruhsal Bozuklukları Önleme ile İlgili Tıp Kurulu Enstitüsü’nün sınıflandırmasına göre önleyici müdahale hastanın tanı almasından önce gerçekleşmektedir.
Şizofreninin psikoz öncesi döneminin belirlenmesi, önleme kavramının temelidir.
Kronik psikotik bozukluklarda hastalığa bağlı olarak bedensel deformite gelişimi ile ilgili bilgiler kısıtlıdır. Şizofreni ve benzeri psikotik bozukluklarda uygulanan tedavilerin yan etkilerinden bağımsız olarak hareket bozuklukları gelişebilmektedir. Doğrudan hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkan hareket bozuklukları içinde daha çok hipokinetik hareketler bulunmaktadır. Hipokinetik hareket olarak sürekli aynı beden postüründe kalmak bedensel duruş bozukluklarına yol açmaktadır. Depresyon günümüzde çok sık rastlanan beyin bozukluğudur. Depresif Bozukluk duygu ve düşüncelerini, sosyal uyumunu ve kişinin sağlıklı düşünmesini etkiler. Umutsuzluk, çökkünlük gibi belirtilerin depresyonda ve psikopatolojinin gelişiminde önemli bir yeri vardır. Umutsuzluğun yer aldığı ruhsal bozukluklardan biri depresyondur. Bu belirtilerin dışında kişide çökkünlük, suçluluk duyguları, değersizlik, gelecek ile umutsuzluk görülebilir. Depresyonun özgüven eksikliği olan kişilerde daha fazla olduğu belirlenmiştir. Depresif kişide kendini suçlama durumu arttıkça kendine olan güveni azalır, hedeflere karşı başarılı olmayacağını düşünür ve başarısızlık durumu artar. Depresyonu açıklarken Abramson ve Seligman (1978), Öğrenilmiş Çaresizlik kuramını geliştirmiş ve bu kurama göre depresyonun oluşumu çocuklukta oluşan sorunların ve bu sorunlarla baş edememe, çaresizlik olarak açıklanmıştır. Depresyon psikopatolojisini Bibring (1953), ego kavramına göre açıklamış bu kavrama göre kişi özgüvenli ve değerli olması için gerçekleştirmeye çalıştığı umutları vardır. Bu beklentiler karşılanamadığında ortaya çıkan çatışmalar sonucunda kişi umutsuzluğa girer, özgüven düşer kendi içine kapanır ve çökkünlük durumu yaşanır. Depresyon ile yapılan araştırmaların çoğu umutsuzluk duygusunun ve intihar riskinin yüksek olduğu sonucuna varmışlardır. Depresyonla ilgili bir başa düşüncede yanlış öğrenme olarak ele alınmış ve psikopatolojiyle adlandırılmıştır. Depresyonu önlemede yapılan çalışmalar; destekleyici bir yaklaşım ve empati geliştirilerek kişide güven ve umut hissettirir. Kendine olan güven artar ve iletişimi gelişir. İngiltere’de yapılan araştırmada bilişsel davranış problem çözme terapi ile depresyon üzerinde azaltıcı bir etkiye neden olmuştur. Yine aynı şekilde Sakinofski ve arkadaşlarının yaptığı sosyal problem çözmeye odaklı çalışmada etkili olmuştur. Beck (1979) bilişsel bozukluk kuramını geliştirerek karamsarlık ve umutsuzluk üzerine çalışmalar yapmıştır. Yapılan araştırmaların sonucunda depresyonun, umutsuzluğun tedavisinde bilişsel tedavi uygulanarak intihar riskinin önlenmesinde bir yöntem olarak belirlenmiştir.
Obsesyon istemsiz olarak ortaya çıkan ve bilinç alanına zorla giren ısrarlı ve zorlayıcı bir şekilde akla gelen, kişi tarafından saçma ve mantık dışı olarak görülen, anksiyeteyi meydana getiren, yineleyici düşünce, dürtü ya da düşlemler olarak tanımlanmıştır. Obsesif kompulsif bozukluğun başlangıç evresi genellikle 20’li yaşlarda görülmektedir. OKB erkeklerde kadınlara göre hem daha erken kendini göstermektedir hem de 2 katı fazla görülmektedir. Başlama yaşı genellikle erkeklerde 19, kadınlarda ise 22 olarak belirlenmiştir. Obsesif kompulsif bozuklukta en sık görülen obsesyonlar kirlenme obsesyonlarıdır. Diğer obsesyonlar ise patolojik kuşkular, somatik, simetri, agresif, cinsel, dinsel şeklinde sıralanır.
OKB’ye yönelik yapılan çalışmalara bakıldığında ;
Akpınar (2007), ergenlik dönemi OKB sıklığını saptamak amacıyla yaptığı çalışmada başlangıç yaşı ortalama 12.9 olarak saptanmıştır. Okullar arasında OKB karşılaşma sıklığı açısından farklılık saptanmamıştır. Kız ve erkeklerde benzer miktarda OKB bulunmuştur.
Abay, Pulular, Memiş, Süt (2010), Edirne ili merkezindeki lise öğrencileri arasında obsesif-kompulsif bozukluk yaygınlığını araştırmak amacıyla yaptıkları çalışmada; OKB’nin nokta yaygınlığını %1.4 olarak bulmuşlardır. En sık, bulaşma obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu tespit edilmiştir.
Erek, OKB tanısı almış 44 kişi üzerinde yaptığı çalışmada OKB’nin kalıtsal nitelik gösterebileceğini belirtmiş, Bayraktar ise OKB’nin en çok 20’li yaşlarda rastlandığına dikkat çekmiştir.
Bilişsel davranışçı terapinin ve ilaçların tek veya bir arada kullanıldığında OKB üzerinde etkili olduğu gözlenmiştir. Obsesif kompulsifteki BDT üç tedavi şeklini kapsamaktadır bunlar; gevşeme eğitimi, bilişsel terapi, yüzleştirme ve yanıtın önlenmesidir. İçlerinde belirgin en etkili olan yüzleştirme ve yanıtın önlenmesidir. Bu yöntem daha çok çocuklar üzerine uyarlanır. Bilişsel terapi OKB hastalarında farkındalık düzeyini arttırarak, yaşam kalitesi üzerinde etki sahibidir. Bunların yanı sıra OKB’de bir diğer tedavi şekli davranışçı terapidir burada amaç sorunu bastırmak değil başa çıkabilmeyi bireye öğretmektir.
Kaygı, kişinin bir uyaranla karşı karşıya kaldığında yaşadığı, bedensel, duygusal ve zihinsel değişimlerle kendini gösteren bir uyarılmışlık durumudur. Bu durumu çoğunlukla her insan yaşar örneğin ; Bir kazanın ardından, sınav öncesinde veya topluluk önünde bir konuşma yaparken olduğu gibi. Kaygı, yaşamınızı sürekli ve belirgin bir şekilde etkiliyorsa, aksatıyorsa, rahatsızlık haline gelmiş demektir.
Kaygıyı önleme programlarına bakıldığında en çok karşımıza çıkan Serikanlı Çocuklar Kaygı Programı-Okul Versiyonudur. (SÇKP) daha çok çocuklar için geliştirilen bilişsel-davranışçı terapi (BDT) kuramına dayalı bir kaygı programıdır. Programı geliştiren kişi Ron Rapee’dir. Programda canlandırma, geçmiş ve gelecekteki bir olayın gelişmesini ve sonucunu aynı biçimde yansıtarak sunma yöntemidir. Aşamalı maruz bırakma teknikleri ise, otomatik ve pekiştirilmiş tepkileri kırmaya yarar. Terapi ortamında oldukça fazla pratik yapılmalıdır. Atılganlık becerileri çocuğun iletişimlerinde sorun giderme tekniklerini öğrenmek açısından yardımcı olabilir. Davranışçı ve bilişsel tekniklerden de yararlanılmaktadır. Bilişsel terapi’nin tedavi uygulamaları süreç ve içerik olarak yapılandırılmıştır. Öncelikle kişinin güncel sorunlarına odaklanır, süre olarak daha sınırlı, ve daha çok sorun çözme hedeflidir. Bilişsel Davranışçı Terapi sadece başvuranların güncel sorunlarını çözmez aynı zamanda bütün yaşamları süresince sorunlarını çözmekte kullanabilecekleri özel birtakım beceriler de öğretir. Bu beceriler çarpık düşünceleri saptamak, inançlarını değiştirmek, çevreyle yeni ilişkiler kurmak ve davranış değişikliğidir. Bu teknikler kullanılarak sınav kaygısı indirilebilir. Serikanlı Çocuklar Kaygı Programı-Okul Versiyonu tekniği haftada bir toplam 10 oturumdan oluşacak şekilde program 70-90 dakika arası yürütülmektedir. İlk sekiz oturumda doğrudan kaygıya yönelik tekniklerden yararlanılırken, son iki oturum ise pekiştirme ve gözden geçirme üzerine odaklı oturumlardır. Ana-baba ile genelde iki görüşme yapılır bunlardan birincisi 3.oturumdan önce gerçekleştirilirken ikincisi 5.oturumdan önce gerçekleştirilir.
Bazı eğitim programları kaygı ile başa çıkmada yardımcı, yol gösterici ve destekleyici eğitimlerdir. Bunlar;
Girişkenlik eğitimi, sosyal ortamlarda ve duygu ifadesinde zorlanılan durumlarda kullanılan bir yöntemdir. Çocuğun/ergenin, duygularını doğrudan, dürüstçe ve uygun şekilde ifade etmesi amaçlanır.
Gevşeme eğitiminde, duygudurum ve anksiyete semptomları yaşayan çocukların/ergenlerin, sıklıkla hayatlarının büyük bölümünde gerginlik, stres, bedensel semptomlar yaşadıkları varsayılır. En sık başvurulan teknikler nefes egzersizi ve gevşeme egzersizidir.
Genellikle, gözler kapatılarak dikkat solunum ve nefes alışverişine odaklanılır. Çocuktan/ergenden, burnundan doğal bir biçimde nefes alması istenir.
Çocuğa/ergenlerde başa çıkma, mücadele etme ve problem çözme becerilerinin nasıl hayatta uygulanacağı kazandırılır.Çocuklarda ve ergenlerde sosyal anksiyetenin tedavisi ile ilgili kaynaklar incelendiğinde, çalışmaların çoğunun davranışçı ya da bilişsel-davranışçı terapileri içerdiği görülmektedir.
Kliniklerde ya da okul ortamında yürütülen bilişsel-davranışçı programların büyük kısmı, sosyal anksiyete tanısı alacak kadar ağır belirtilere sahip olmayan ancak utangaçlık, sosyal izolasyon ve yalnızlık gibi belirtiler gösteren çocuk ve ergenlere uygulanan baş etme ve önleme niteliğindeki çalışmalardır. Bu çalışmaların genellikle okul ortamında ve grup tedavisi biçiminde planlandığı bilinmektedir.
Sosyal fobi bireyin hayatında birçok sosyal ortamdan alıkoyan, yaşam standartlarını azaltan, kişilerarası ilişkiler kurmaktan uzaklaştıran önemli bir davranış bozukluğudur. Sosyal fobiye sahip birey kendisi için fazla kaygı sağlayan toplumsal yerlerden uzaklaşır ya da uzaklaşamadığı durumlarda da yoğun bir kaygı ve sıkıntı ile maruz kalır. Sosyal fobi, hayat boyu rastlanma sıklığı oldukça fazla olan bir ruhsal rahatsızlık olmasına ve buna devam eden davranış bozukluklarının sayısının da fazla olmasına rağmen, bu bozukluğun kaynağını saptamaya yönelik etiyolojik çalışmaların sayısı oldukça azdır. Sosyal fobinin etiyolojisine ilişkin yapılmış olan çalışmalara değinilecek ve bu araştırmalar şu ana alt başlıklar altında incelenecektir: (1) Kalıtımsal faktörler (2) Davranışsal ketlenme ile ilgili araştırmalar (3) Ailesel faktörler (4) Bağlanma kuramına dayalı açıklamalar (5) Duyguların anlaşılması ve bilişsel açıklamalardır. Fobi önlemenin etkili yollarından bazıları; olumsuz düşüncelerden kaçınmaktır. Bireyin kendisiyle ilgili birçok olumsuz düşüncesi bulunabilir. Bunlar yapamayacağım, “ellerim titreyecek, kekeleyeceğim, kızaracağım gibi düşüncelerdir. Bu düşüncelerden kurtulmak için iki yöntem vardır. Birincisi, korkulan olayın tam zıttını yaşamayı amaçlamak. Çünkü birey kendisiyle dalga geçmeyi öğrendiğinde bu durumu yenebiliyor. İkinci öneri de kişinin heyecan duygusundan zevk almaktır. Diğer kaçınma yolları da insanlarla ilgilenmek, korkularının pişmanlığa dönüşmesini engellemek gevşeyerek kaygılardan kaçınmak, bireyin kendine karşı mütevazi olmasıdır.