Psikopoti ''Antisosyal Kişilik Bozukluğu''
Yazar Dilek Yeşilbaş • Psikiyatrist • 15 Haziran 2020 • Yorumlar:
Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan sürekli davranışlar ve iç yaşantıları olan kişilik bozuklukları, biliş, duygulanım, kişilerarası işlevsellik ve dürtü kontrolü alanlarından iki ya da daha fazlasında kendini belli eden, esneklik göstermeyen ve çok çeşitli kişisel ve duygusal durumları kapsayan sürekli bir örüntüdür. Bu sürekli örüntü, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da diğer önemli alanlarda bozulmaya yol açmaktadır
AKB’nin özelliklerine genel olarak bakıldığında, erken yaşta başlayan davranım bozukluğunun yetişkin yaşamda antisosyal davranışlara dönüşmüş olduğu görülmekte; bu kişilerin davranış kontrollerinin zayıf olduğu, vicdan ve empatiden yoksun oldukları, sorumsuz, manipülatif ve hilekar davrandıkları belirtilmektedir. Kendilerini büyük görmektedirler ve ben- merkezlidirler. Yüzeysel bir çekicilikleri vardır ancak uzun süreli kişisel vaatleri yerine getirememektedirler. Dürtüsel ve öfkelidirler .
Checkley’in (1976) psikopati tanımı şöyledir:
1. Yüzeysel bir cazibe ve iyi bir zeka.
2. Sanrı ya da gerçek dışı düşüncelerin yokluğu
3. Psikonevrotik belirtilerin yokluğu
4. Güvensizlik
5. Yalancılık, samimiyetsizlik
6. Vicdan azabı ve utancın olmaması
7. Yetersizlik
8. Deneyimlerden ders almama ve zayıf yargı
9. Patolojik düzeyde bencillik ve sevmede yetersizlik
10. Pek çok duygusal tepkide genel bir yoksunluk
11. İçgörü yokluğu
12. Kişilerarası ilişkilerde sorumsuzluk
13. Fantastik davranışlar (kimi zaman alkol ve madde kullanımı ile birlikte)
14. Nadir olarak ortaya çıkan intihar davranışı
15. Seçkisiz cinsel yaşam
16. Yaşam planı çizmede başarısızlık.
Antisosyal Kişilik Bozukluğu’nun(AKB) Etiyolojisi
1.Psikolojik Faktörler
AKB’nin etiyolojisine ilişkin psikolojik etkenler psikodinamik ve psikoanalitik kuramlar, öğrenme kuramları ve bilişsel kuramlar tarafından ele alınmaktadır. Gerek psikoanalitik gerekse psikodinamik kuramlar, AKB’yi süperego gelişimindeki eksiklik ya da patolojiye bağlamaktadır. Psikanalitik kuramcılar antisosyal kişiliğin narsistik kişilikte olduğu gibi patolojik büyüklenmeci benlikten kaynaklandığını, özellikle AKB’de öfkeli içealımların söz konusu olduğunu öne sürmektedir. Buna göre ebeveynin çocuğa yönelik ihmali ya da istismarı sebebiyle çocuk düşman bir ebeveyn imgesini içselleştirmekte, ebeveyni güvenilmez ve düşmanca bulmaktadır. Bu durum sevgi gösteren bir anne nesnesinin yokluğuyla birleştiğinde temel güven duygusu oluşamamakta ve ayrışma–bireyleşme sürecinde bir saplanma meydana gelmektedir.
Bahsedilen süreç sebebiyle çocuk nesne devamlılığını da kazanamamaktadır Anne nesnesi düşman ve yabancı olarak görüldüğünden, çocuğun annesi ile kurması gereken bağlanma ilişkisi ve duygusal deneyimleri çözülmekte, bunun yerini diğerleriyle kurulan sadistik, yıkıcı ve kontrole dayanan ilişkiler almaktadır.
Kernberg (2000), “habis narsizm sendromu “ ya da “toplum karşıtı kişilik bozukluğu”olarak adlandırdığı AKB’yi bir yanıyla tipik bir narsistik kişilik bozukluğu olarak görmekte, bozukluğu patolojik nesne ilişikleri ve üst- ben patolojisi olarak ele almaktadır. Kernberg’e göre çocuklukta bakıcıyla sürekli bir ilişkinin yokluğu ya da örseleyici yaşantıların olması sebebiyle bu kişilerin üstbenlik gelişimlerinde eksiklik ya da patoloji ortaya çıkmaktadır.
2. Bilişsel Yaklaşımlar
Bozukluğa ilişkin bilişsel- davranışçı formülasyon, bu kişilerin bir takım kendine hizmet eden (self-serving) bir takım bilişsel çarpıtmalar yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bunlar sırasıyla bahane bulma (bir şeyi istemenin ya da bir şeyden kaçınmak istemenin davranışı meşrulaştırdığı), düşünmenin inanç olması (düşünce ve duyguların her zaman doğru olduğuna inanmak), kişisel katılık (kişinin seçimlerinin her zaman iyi ve doğru olduğuna inanması), duyguların kanıt kabul edilmesi (davranışlarının doğru olduğunu hissetmekten dolayı haklı olduğunu düşünme), diğerlerinin kararları hakkındaki görüşlerinin önemsiz olduğunu düşünmesi ve düşük sonuç olasılığı (kişinin istenmeyen şeylerin olmayacağına ya da kendisini ilgilendirmeyeceğine inanması) bilişsel yaklaşımların ortaya koyduğu çarpıtmalardır.
Bilişsel- davranışçı yaklaşımlara göre kişinin aktarılan bilişlerinin altında kendine ve diğerlerine ilişkin inançları yatmaktadır. Bu kişiler kendilerini kendi yolunda giden (loner), güçlü ve özerk kişiler olarak algılamakta, dünyayı ise zalim, güç ve her an aldatılabilecekleri bir yer olarak görmektedirler. Diğerlerine ilişkin algıları ise diğerlerinin manipülatif, sömürücü, güçsüz ve dayanıksız oldukları şeklindedir. Bu yüzden AKB olan bireyler kendilerini kollamaları ve diğerlerinden daha atak olmaları gerektiğine, aksi halde diğerlerinin kendilerini manipüle edeceklerine inanmaktadırlar. (Beck ve Freeman, 1990).
Bir başka temel inançları, her zaman haklı olduklarına ilişkindir; bu yüzden davranışlarını sorgulama ihtiyacı duymazlar. Yine diğerlerine yönelik güvensizliklerinden dolayı, geçmiş, mevcut ya da geleceğe ilişkin davranışları konusunda tavsiye ya da rehberlik almazlar. Yalnızca şimdiki zamana odaklandıklarından davranışlarının gelecekteki sonuçlarını öngöremezler (Beck ve Freeman, 1990).
3.Öğrenme Yaklaşımları
Öğrenme yaklaşımı açısından bakıldığında, AKB olan bireylerin koşullu korku tepkilerini öğrenmedikleri, bu yüzden bu kişilerin korku ve korkunun azalmasına yönelik kaçınma tepkilerini öğrenmede güçlükler yaşadıkları görülmektedir . Ayrıca yaşamlarının erken dönemleri boyunca maruz kaldıkları örseleyici yaşantılar sebebiyle AKB olan bireyler saldırgan davranışlara edimsel olarak koşullanmış olabilirler. AKB olan kişilerin kötülük göreceklerine, diğerleri tarafından aldatılacaklarına ilişkin korkuları olduğu hatırlandığında, düşmanca, karşıt, manipülatif davranışlarının yukarıda bahsedilen olumsuz beklentilerin gerçekleşme olasılığını azaltmaya yönelik negatif pekiştireç işlevi olduğu ve böylelikle bozukluğun sürmesine hizmet ettiği öne sürülmüştür (Millon ve Everly, 1985).
4.Bağlanma Kuramı
Bağlanma kuramı pek çok psikopatolojinin açıklanmasında olduğu gibi AKB’ nin ele alınmasında da önemli yer tutmaktadır. Temel bakım veren bakıcıyla kurulan bağlanma yaşantısı, çocuğun gerek benlik ve diğerlerine ilişkin temsillerini, gerekse de bağlanmayla ilişkili düşünce ve davranış stratejilerini etkilemektedir. Bu noktada kayıp ya da istismar gibi olumsuz yaşantılar, çocuğun benlik ve diğerlerine ilişkin olumsuz temsiller geliştirmesine ya da çocuğu psikopatolojiye yatkınlaştıran bir takım düşünce ve davranış stratejileri geliştirmesine sebep olabilmektedir.
Bakıcılarla yaşanan uzun süreli ayrılıkların, babanın antisosyal ya da sapkın davranışlarının olması ya da annenin sıcaklıktan yoksun ve ihmal edici bakım vermesi gibi bağlanma ilişkisini bozucu yaşantıların AKB ile ilişkili olduğu bilinmektedir.
Zanarini (1989) tarafından yapılan bir çalışma, AKB olan bireylerin % 89’unun çocukluklarının bir döneminde bakıcılarıyla uzun süreli ayrılıklar yaşamış olduklarını, yine büyük bir çoğunun fiziksel istismar ya da katı disiplin uygulamalarına maruz kaldığını göstermektedir. Yapılan diğer araştırmalar da AKB olan bireylerin güvenli bir bağlanma yaşantısının kuramamış olduklarına işaret eden kayıtsız ya da korkulu bağlanma stillerine sahip olduklarını göstermektedir.
5. Psikososyal Faktörler
Psikososyal faktörler genel olarak değerlendirildiğinde, araştırma bulgularının AKB olan kişilerin daha çok düşük sosyoekonomik düzeyden ve kırsal kesimden olduklarına; kentlere ya da dış ülkelere göç ettikleri ve buralarda yapılaşmamış kenar mahallelerde güç koşullar altında yaşamış olduklarına; aile içi çatışmaların yaygın olduğu, alkolizme, kumara, suça yönelimli ve aşırı dayak atan ana-babanın bulunduğu düzensiz, parçalanmış, kaotik ailelerden geldiklerine; çocukluk ve ergenliklerinde cinsel ve fiziksel kötüye kullanım ve ihmale maruz kaldıklarına; bu kişilerde özellikle yaşamın ilk yıllarında ebeveyn kaybı/ebeveynden ayrılma ve duygusal yoksunluk öykülerinin olduğuna işaret ettiği görülmektedir (Türkçapar, 2002).
Ebeveyn tutumlarının psikososyal faktörler içinde oldukça önemli bir rolünün bulunduğu görülmektedir. Buna göre ebeveynlerin düşmanca tutumları, yetersiz rol modeli olmaları (evde otorite figürünün olmaması ya da ebeveynlerin çocuğa çok az rehberlik etmiş olmaları), tutarsız disiplin davranışları, istismar edici davranışlarda bulunmaları, çocuğun öfke davranışlarının pekiştirilmesi gibi etkenler biyolojik yatkınlıklarla etkileşerek bozukluğun gelişiminde önemli rol oynamaktadırlar (Patterson, 2002).
Etiyolojide rol oynayan, ebeveyn tutumlarına ilişkin bir başka faktör, ebeveynlerin genellikle antisosyal davranışların tersi olarak düşünülen “yeterliğin” (competence) kazanılması sürecindeki etkisiyle ilişkilidir. Kontrol, disiplin, yakınlık ve olumlu pekiştirme gibi ebeveynlik özelliklerinin yeterliğin kazanılmasına işaret eden akademik yetenek, iyi akran ilişkileri ve kendilik saygısı gibi değişkenlerle ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Öte yandan, yukarıda aktarılan ebeveynlik stilleri, AKB olan bireylerin yeterliğini kazanmasını engeller niteliktedir.
Araştırma sonuçları, çocukluk döneminde yaşanan cinsel, duygusal ve fiziksel istismar ve ihmalin, pek çok bozuklukla beraber AKB’nin etiyolojisinde de rol oynayan en önemli faktörler olduğuna işaret etmektedir. Fiziksel ve duygusal istismarın zeka testlerinden daha düşük puan almayla, daha az empati kurmayla, bilişsel bozulmalarla (deficit), daha yüksek depresyonla ve gerek aile gerekse akranlarla ilişkilerde güçlükler yaşamayla ilişkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca istismara uğramış çocukların akranlarına karşı çok daha agresif oldukları ve bir kısmının kurbanken “istismar eder hale geldikleri bildirilmektedir .
Genelde kişilik bozukluklarının, özelde ise AKB’nin etiyolojisine ilişkin açıklama getiren yaklaşımlar zamanla biyopsikososyal ve bütüncül bir çerçeveye yönelmişlerdir.
Bu yaklaşımların bozukluğa nesne ilişkileri ve bağlanma kuramlarıyla bütünleşen, kişilerarası ilişkilere yönelik açıklamaları da kapsayan bir bakış açısıyla yaklaştıkları ve bilişsel-kişilerarası bir formülasyon yaptıkları görülmektedir .