Şiddetin Gölgesinde Kadın Olmak!
Yazar Berna Ermiş • Psikiyatrist • 20 Kasım 2018 • Yorumlar:
Gelinen nokta ise günümüzde pek çok kadının şiddete maruz kaldığı, dahası kadın cinayetlerini duymaya alıştığımız ve bununla mücadele etmekte zorlandığımızdır. Tüm dünyada, azınlık olma kavramının içinde kadın cinsiyete sahip olmanın da alındığını düşünecek olursak, tarih boyu kadınların hakları ve toplumsal yerleri uğruna verdikleri mücadele kayda değerdir.
Dişi ve erkek cinsiyete sahip olmayı biyolojik farklılıklarımız belirlese de zamanla gelişen kadın ve erkek rollerimizi toplumsal beklentilerin oluşturduğunu biliyoruz. Yani toplumun oluşturduğu cinsiyet ayrımının, genetiğin oluşturduğu ayrımdan çok daha kapsamlı olduğunu görüyoruz. Tam da bu noktada kadına verilen rolün, daha zayıf, pasif, bakıma ve savunulmaya muhtaç, birtakım haklardan yoksun olan taraf olduğudur. Bir kocaya eş, çocuklarına ise anne olacak olan kadının söz hakkı, ataerkil toplumlarda erkeğe bırakılmış, hayattan beklentileri, duyguları ve düşünceleri geriye atılmış, görevleri ve yapması gerekenler belirlenmiş, bu görevlere ve kurallara uymadığı takdirde ailesine ve erkeğine karşı durması gereken konumu tehlikeye atmış olacağı öğretilmiştir. Tarihsel boyutta bakacak olursak, farklı kültürlerde yıllarca kadınlar, cadılıkla suçlanmış ve katledilmiş, köle olarak satılmış, bireysel haklarını koruyabilmeleri için daha fazla güç sarf etmeleri gerekmiştir. Aynı şekilde Yunan mitolojisinde erkeklerin varlıklarını, iktidarlarını tehlikeye atan kadınlar tasvir edilmiş, bu kadınların yeri geldiğinde cezalandırıldıkları anlatılmıştır. Farklı toplum ve zamanlarda kadının yaşamını zorlaştıran baskı, her türlü kötü muamele ve şiddetin varlığı, kadınla beraber toplumun da varlığını tehlikeye atmaktadır. Maalesef kadına yönelik şiddet kanayan yaralarımızdan…
Gün geçmiyor ki bu konuda yeni bir haber almayalım. Bazen medyadan aldığımız bu şiddet haberlerini, bazı zamanlarda en yakınlarımızdan alıyor, hatta kendimiz şiddete maruz kalıyoruz. Burada bahsettiğim sadece fiziksel şiddet değil, aynı zamanda psikolojik, cinsel ve sözlü şiddettir. Zaten pasif, aciz ve çaresiz yakıştırmalarının yüklendiği çoğu kadın şiddete maruz kaldığında ne yapacağını bilemiyor, kimi zaman utanarak saklamayı seçerken, kimi zaman etrafındakiler tarafından bunu sineye çekmesi gerektiği söyleniyor.“Kadının yeri erkeğinin yanıdır” denilerek, “kocam değil mi, sever de döver de” deyişleriyle normalleştirilmeye çalışılan bu süreçte kadınların bireysel haklarının varlığı göz ardı edilip, en kötüsü kadınlara da baskı ve şiddeti hak ettikleri empoze edilmeye çalışılıyor.
Tacize ya da tecavüze uğrayan kadına “Kuyruk sallamak”, “ayartmak” damgaları vuruluyor. Suçlu konumuna getirilen kadın, “o saatte dışarıda tek başına ne işi vardı?” sorusunun cevabını kendinde bulmaya çalışıyor. Kısacası kadın değersizleştirilmeye çalışılıyor. Bunu kadınlara toplum yapıyor.
Sadece erkekler değil, kadınlar da bu değersizleştirme sürecine dahil oluyor.
Kadına yönelik şiddetin en önemli sebeplerinden birisidir cinsiyet ayrımcılığı… Bunu önlemek için temel değişikliklere ihtiyacımız var. Eğitim bunların başında geliyor. Önce ailede başlayan bu eğitime okulda devam edilmeli. Kadın ve erkek olmanın birey olmayı öğrenme süreci olduğu öğretilmeli. Asıl zayıflığın ve çaresizliğin, şiddetin her türlüsüne başvurmak olduğu anlatılmalı çocuklarımıza. Cinsiyet ayrımı yerine insanları farklılıkları ile sevmeyi göstermeli anne babalar. Farklılıkların hayatımızı renkli kılacağını unutmayalım. İnsanlığımıza değer katalım. Sevgiler…