Affetmek
Yazar Ramazan Uslu • Psikolog • 15 Mayıs 2020 • Yorumlar:
İnsan psikolojisinde rahatsızlığa sebep olan durumlardan biri de, hiç şüphesiz kişiler arası ilişkilerdeki uyumsuzluklardır. İnsan ilişkilerinde ‘tutukluğa’ sebep olan bu uyumsuzluklar zamanla, kişinin iç dünyasında ciddi bunalımlarla sonuçlanabilmektedir.
Özellikle ikili ilişkilerde ortaya çıkan bu uyumsuzluklar, mahiyeti ne olursa olsun, iki taraf açısından da ciddi ‘psikolojik baskı’ oluşturmaktadır. Ortaya çıkan bu uyumsuzluklar ister haklı bir sebebe dayansın, ister yanlış anlamaya dayalı olsun, insanın karşısına, taşımaya mahkûm olduğu bir yük olarak çıkmaktadır.
Kişiler arası ilişkinin bozulması sonucunda, haliyle kişide ‘öfke’, ‘nefret’, ‘kin’ gibi düşmanlık kokan duygular gelişmektedir. Burada bir düşünme arası verelim: Bir insan olarak bizim ilişkilerimizin bozulduğu ve sonucunda ruhumuzda ‘ağırlık’ oluşturan duyguların biriktiği durumlar nelerdir? Buna cevap olarak şunları söyleyebiliriz: Genellikle “karşımızdaki kişiyi suçladığımız” (haklı bir sebeple veya yanlış anlamayla), “onun bizi engellediğini hissettiğimiz”, “bizi aşağıladığını”, “küçük gördüğünü” düşündüğümüz zamanki durumlar…
Oysa sebebi ne olursa olsun önce bizi ‘yakmaktadır’ bu olumsuz duygular, bize zarar vermektedir. Psikolojik dünyamızda baskılara sebep olmakta ve öfke hissettiğimiz kişiden dolayı insanlar arası ilişkimizin samimiyet düzeyi düşmekte ve kimi zamanda ‘sosyal tutukluğa’ sebep olmaktadır.
Öfke, kin, nefret gibi sosyal ve psikolojik hayatımızı derinden etkileyen olumsuz duygulara karşı oluşturmamız gererken, en güzel strateji “affı tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!” İlahi hitabına kulak vermektir. Affı tutmak, affedici olmak, bağışlayabilmek… Kişinin muhatabını gerçekten affetmesi, önce kendi ruhunu özgür bırakması demek olduğunu hemen herkes tecrübeyle bilir sanırım.
‘Affetmemenin’ aslında muhataba hata yapma hakkı vermemek olduğu az çok bellidir. Çünkü öfke, kin, nefret duygularına sahip kişiler genellikle kendileriyle şu şekilde iç konuşmalar yapmaktadır: “Nasıl bana böyle davranabilir?” “Böyle davranma hakkını kimden almış?” “Kendini beğenmiş! Burnu havada!…” “Beni nasıl aşağılayabilir!” “Beni hiç sevmiyor, beni dışlıyor.” Benzer olumsuz düşünceler kişinin zihninden akar durur. Haliyle bu düşünceler, olumsuz duyguları oluşturacak, olumsuz duygular da o kişiye karşı olumsuz davranışların tetikleyicisi olacaktır. Kendine olumsuz (öfkeli, pasif-agresif/içten pazarlıklı, soğuk) şekilde davranıldığını gören muhatabımız bize karşı büyük ihtimalle, bizim duygu ve düşüncelerimizi pekiştirecek şekilde karşılık verecektir. Sonuç olarak da bir kısır döngüdür döner gider. İçimizde taşımaya kendimizi mahkûm ettiğimiz olumsuz duygularımız ve bunların bizim psikolojik dünyamıza yansıyan neticesi… Oysa çoğu zaman zaten, ‘öfkemizi muhatabımıza yansıtmayıp içimizde barındırarak’ büyük bir fazilet örneği de(!) gösterdiğimizden muhatabımızın haberi bile olmaz. ‘Tavşan dağa kızmış dağın haberi bile olmamış.’
Böyle bir durumda işin bir de şu tarafı vardır ki; içimizde başka başka duygular, düşünceler geçerken, dışımızın bambaşka bir şekilde görülmesi… Yani içimizle dışımızın bir çizgi üstünde buluşturamamanın verdiği bilinç dışı çatışmaları yaşatırız kendimize.
Oysa en selametli yol olan “af” yolu bütün cazibesiyle önümüzdedir. Eğer bir an kabullenebilirsek, muhatabımızın da hata yapabilirliğini, bize bizim istediğimiz gibi davranmaya mecbur olmadığını ve yaptığı birçok şeyin kendisinin de farkında olmadığını, o zaman kendi ruhumuzu ve onun ruhunu özgür bırakmanın zevkini tatmış oluruz.
Öfke duyduğumuz kişilerin gözlerinin ta içine, gönülden bakmayı engelleyen duygular, muhatabımızı bağışladığımızda yok olup gitmektedir. İşte bu yüzdendir ki, kendi psikolojik dünyasını ve toplum hayatını korumayı düşünen kimsenin elindeki en parlak kılıç ‘af’tır. Yani muhatabını bağışlayabilmesi…