Aile İçi Şiddet
Yazar Esra Çetinkaya • Psikolog • 24 Şubat 2022 • Yorumlar:
“Vahşetin toplumda bu denli yayılımı ve en dehşetli şeklinin de aile kurumuna sıçrayışı, toplumun akıl, erdem ve haysiyet gibi değerlerden uzaklaşarak içgüdüleriyle hareket etme yöneliminde olduğunu gösterir.”
Son zamanlarda, televizyonu her açtığımızda veya gazete sayfalarını çevirirken şiddet haberi görmediğimiz bir günümüz geçmez oldu. Belli bir coğrafyası, eğitim düzeyi, kültürü ve yaş sınırlaması olmayan şiddet olayları, küresel bir sorunsal haline geldi. Birçok ülkede değişik zamanlarda yürütülen çalışmalar, alınan önlemlere rağmen şiddetin kaçınılmaz bir olgu haline dönüştüğünü ve mutlaka üzerinde çalışılması gerektiğini bildiriyor. Şiddet denildiğinde akla ilk gelen mağdur gruplar ise kadınlar oluyor. Akla ilk gelen grubun kadınlar olması sadece bir tesadüf değildir; Mehra (2004) tarafından yürütülen bir çalışma dünya kadın nüfusunun %20-30’luk kısmının herhangi bir sebeple yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri veya partnerleri tarafından fiziksel veya cinsel yolla şiddete maruz kaldıklarını ortaya koymaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK)’nun Türkiye’deki kadına yönelik aile içi şiddet istatistiklerine göre ise yerleşim yerinin kır veya kent olmasına, hangi coğrafi bölgede yaşadığına, yaş grubuna, çalışma durumuna ve refah düzeyine bakılmaksızın, eşi veya birlikte olduğu kişi/kişilerden fiziksel veya cinsel şiddet yaşamış kadınların yüzdesi 41.9 olarak ve %13.7 kadının ise bu fiziksel veya cinsel şiddet olayına son 12 ayda maruz kaldığı raporlanmaktadır. Bir kadının her 15 saniyede bir eşi/ partneri tarafından fiziksel olarak şiddete maruz kaldığı ve şiddetin yalnızca fiziksel değil aynı zamanda cinsel, ekonomik ve psikolojik boyutlarınında olduğu akılda tutulmalıdır. Bu yazıda, üzerine çok fazla şey yazılacak ve konuşulacak bir konu olan aile içi kadına şiddet konusunda yalnızca “şiddet mağduru olan kadınların özellikleri”nden ve daha da spesifikleştirerek mağdur kadınlarda gözlemlenen psikopatolojik semptomlardan bahsedilecektir.
Aile içi şiddet mağduru kadınlarla yapılan araştırmalar bu kadınların yaşam standartlarında belirgin olarak gözlenen azalışın nedenlerini sakatlıklar/yaralanmalar, HIV/AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar, prenatal komplikasyonlar, disparoni, depresyon, intihar girişimi, kaygı bozuklukları, ilaç-alkol-madde bağımlılığı, yeme bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar olarak belirtmektedir (Cobb ve ark., 2006; Campbell, 2002). Ev işlerinde kusur, erkeğin evde sahip olduğu erkeklik otoritesi, hak ve sorumluluklarına saldırı veya kıskançlık temelli olarak gerekçelendirilen şiddet eylemi (Helvacıoğlu, 1997) bir de şiddet uygulayan erkek tarafından kadına savrulan türlü tehditler ile birleşerek zaten mağdur durumda olan kadının tüm hayatını fiziksel, cinsel, sözel veya psikolojik şiddet unsurlarına maruz kalarak idame ettirmesi beklenmektedir. Tüm bunlar yeterince zorken, aynı kadından çocukların bakımını üstlenmesi, ev işleri ile ilgilenmesi ve hatta para kazanarak eve para getirmesi istenmektedir. Çoğunlukla sosyal destek arayışları da cevapsız kalan bu kadınların neredeyse %25’i hayatını kaybetmektedir (Şahin, 2018).
Peki tüm bu koşullarda hayatlarını devam ettiren kadınlarda görülen genel özellikler nelerdir? : Olumsuz kendilik algısı, düşük özgüven, yüksek depresif belirtiler (Offman & Matheson, 2004), düşük psikolojik iyilik hali, kişiler arası yaşanan problemler, kaygı bozuklukları (Antony ve ark., 2005), kusurlu ve suçlu olma inanışları ve uyku bozuklukları. Şiddete maruz kalan kadınlar özellikle karşı tarafın uyguladığı şiddeti içselleştirme ve şiddetin nedenini kendilerine atfetme eğilimindedirler. Yaşadıkları bu şiddeti kendi davranışlarının bir sonucu olarak temellendiren bu bireyler genellikle şiddet gördüklerini saklamaya veya çok fazla detaylandırmadan çeşitli bilişsel savunma mekanizmalarıyla akla yatkın hale getirmeye çalışırlar. Bu da onları gerçekte yaşadığı veya hissettiği duygu ve düşünceleri açığa vurmadan yaşamaya iter. Şiddete maruz kalan kadınların sahip olduğu ortak özelliklerden biri, düşük eğitim düzeyine sahip olma, iş tecrübesinin olmayışı, çocuklarına bakarken aynı zamanda çalışmanın zorluğu, ekonomik özgürlüğün olmayışı, şiddet görülen kişiden çocuk sahibi olunması, çocukları babasız bırakmama isteği, yalnızlık korkusu, düşük özgüven, eşinin değişeceğine dair inanış gibi sebeplerle şiddet gördüğü ortamı terk etmemelidir (Gordon ve ark., 2004). Kısaca anlatılamayacak kadar önemli olan aile içi şiddetin gerekli aile politikaları, eğitimde aile birliği ve özellikle kadının ailedeki önemi üzerine durulması, caydırıcı cezalar ve uygun hukuksal düzenlemeler ile önlenebilir bir problem olduğu unutulmamalıdır.