Anksiyete Bozuklukları
Yazar Burçin Ustabaşı • Psikolog • 9 Mart 2022 • Yorumlar:
Anksiyete bozuklukları, toplumda on iki aylık prevalansının %18,1 olarak tahmin edildiği en yaygın ruhsal bozukluk sınıfıdır [1]. Bunlar arasında sosyal fobi olarak da tanımlanan sosyal anksiyete bozukluğu (SAB), başkalarının gözetimi altında kendinden korku ve kaçınmanın olduğu [2] performans ve sosyal durumlarla ilgili dikkate değer bir kaygıyı içeren bir durumdur. Yaşam boyu oranı %12 ve yıllık prevalansı nüfusun %7’sidir [3]. Bireyler sosyal anksiyete bozukluğuna sahip olduğu durumlarda endişe duyabilir ve davranışları utanç ve aşağılanma ile sonuçlanabilir. Çok belirgin endişelerin bir sonucu olarak, bireyler kişilerarası karşılaşmalardan kaçınır veya bu durumlara ciddi rahatsızlıkla katlanır [2]. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler, diğer insanların kendileri hakkında olumsuz bir değerlendirmeye sahip olduklarına dair temel bir düşünceye sahiptir. Bu temel uyumsuz inanç nedeniyle, kalabalık bir yerde yemek yemek veya yazmak, sohbet başlatmak veya sürdürmek, partilere katılmak, flört etmek, yabancılarla tanışmak veya otorite figürleriyle iletişim kurmak gibi bir dizi sosyal aktivasyonla etkileşimde bulunurken bazı zorluklar yaşarlar [4]. Bunun sonucunda günlük yaşamdaki işlevsellikleri olumsuz etkilenir ve sosyal ortamdaki davranışları kısıtlanır. DSM-V’nin [5] yayınlanmasıyla birlikte SAB tanımında birkaç değişiklik yapılmıştır. SAB’li bireylerin tipik olarak birden fazla sosyal korkuları ve sosyal bozuklukları vardır, ancak bazı bireyler yalnızca topluluk önünde konuşma veya performans sergilemekten korkabilirler. SAD’de aşağılanma ve utanmanın yanı sıra sosyal ortamda başkaları tarafından reddedilme gibi başka sonuçlar da ortaya çıkar.
Epidemiyolojik araştırmalar, SAB’nin yaygın olarak depresyon, madde kötüye kullanımı ve diğer anksiyete bozuklukları gibi diğer psikiyatrik bozukluklarla birlikte görüldüğünü göstermiştir [6,7].Ayrıca SAB’nin diğer birçok ruhsal bozukluğa göre daha erken başlaması [1] ve davranışsal ketleme gibi anksiyete risk faktörleri ile ilişkisi [8] önemli bir psikolojik rahatsızlık olduğunu göstermektedir. Bu durum tedavi gerektirmektedir.
Sosyal Anksiyete Bozukluğunun Gelişiminde ve Seyrinde Risk Faktörleri
Ailesel faktörler, koşullanma olayları, mizaç faktörü ve bilişsel faktörler dahil olmak üzere çeşitli risk faktörleri SAB’nin gelişimi ve seyri ile ilişkilendirilmiştir.
Ailesel Faktörler
Ailesel çalışmalar, SAB’li hastaların birinci derece akrabalarının, kontrol deneklerinin akrabalarından üç kat daha fazla etkilendiğini göstermiştir [9,10]. 129 SAB hastasının birinci derece akrabalarını, görüşme ve aile öyküsü metodolojilerini uygulayarak değerlendirilmiştir. Bulguları, genel SAB hastalarının akrabalarının genel olmayan alt tipli hastalara göre üç kat daha fazla orana sahip olduğunu göstermiştir. Bu sonuçlara paralel olarak, SAB hastalarının akrabaları diğer anksiyete bozukluklarının ailelerine göre anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuitur. Öte yandan, Stein ve arkadaşları (1998), genel SAB’li 23 hastanın 106 birinci derece akrabasını doğrudan görüşme metodolojisi uygulayarak değerlendirmiştir. Bu çalışmada, kontrol deneklerine kıyasla hasta akrabalarında genel SAB için risk oranı 9,7 iken, ancak genel olmayan SAB’de anlamlı bir fark bulunmamıştır [11]. Tüm bu çalışmalar SAB oluşumlarında ailesel arka planı doğrulasa da, farklı değerlendirme yöntemleri gibi metodolojik farklılıklar nedeniyle risk oranlarındaki farklılıklar ortaya çıkabileceğini göstewrmektedir. Daha standart metodolojiler kullanan daha büyük çalışmalara ihtiyaç vardır.
Ebeveyn uygulamaları dikkate alındığında, daha yüksek ebeveyn reddi ve daha yüksek ebeveyn aşırı korumanın, çocuklarda SAB oranlarını arttırdığı gösterilmiştir. Ebeveynlerin psikopatolojisi olması durumunda, ebeveyn reddi ile ergenlerde SAB oluşumu arasındaki ilişki daha fazla olarak bulunmuştur [12]. Ek olarak, Bruch (1989), eleştiri ve reddedilme yaşayan çocukların, olumsuz değerlendirilme korkusu ve sosyal incelemeden kaçınma yoluyla ileriki yaşamlarında SAB’ye sahip olma olasılıklarının daha yüksek olduğunu göstermiştir [13].
Aile ortamı ayrıca ergenlerin algılarını etkileyebilir ve sosyal kaygıyı teşvik edebilir. Caster, Inderbitzen ve Hope (1999), daha yüksek düzeyde sosyal kaygı bildiren ergenlerin, daha düşük sosyal kaygı düzeyine sahip ergenlere göre aile ortamlarında farklı algılara sahip olduklarını bulmuşlardır. Bununla birlikte, daha yüksek sosyal kaygı yaşayan ergenlerin ebeveynleri, ailelerini, daha düşük sosyal kaygıya sahip ergenlerin ebeveynlerinden farklı olarak algılamamışlardır. Ayrıca, yüksek sosyal anksiyete grubu, düşük sosyal anksiyete grubuna kıyasla, ebeveynlerini sosyal olarak daha izole ve sosyal olarak daha az aktif olarak algılamışlardır [14].
Koşullandırma Olayları
Travmatik sosyal koşullanma deneyimleri ve utangaçlığın SAB’nin oluşumunda bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir [15]. Akranlar tarafından reddedilme gibi tekrarlayıcı ve birikimli deneyimler, sosyal etkileşimlerde veya dikkatli incelemelerde korkunun gelişmesine neden olabilir [15]. Ayrıca, araştırmalar utangaç ergen ve çekingen yetişkinlerin akranlarıyla hoş olmayan deneyimler yaşadıklarını [16] ve akranları tarafından ihmal edilen çocukların daha yüksek SAB ve olumsuz değerlendirilme korkusu gösterdiklerini [17] göstermiştir. Sonuç olarak, akranlarla yaşanan hem ihmal hem de hoş olmayan deneyimler, SAB’nin ortaya çıkmasında karşılıklı etkileşimli bir ilişkiye sahip olabilir.
Mizaç Faktörleri
Bilinmeyene yönelik davranışsal inhibisyon (DI), limbik lobun parçaları olan amigdala ve hipotalamustaki eşik reaktivitesindeki tonik farklılıklar nedeniyle yabancılığa, tehdide veya zorluğa karşı davranışsal tepkilerin oluştuğunu gösteren bir hipotezdir. Farklı yaşlardaki çocukların, yabancılığa karşı farklı fizyolojik tepkileri vardır. Örneğin, çocuklarda 4 ile 5,5 yaşları arasında artan idrar 3-metoksi-4-hidroksi fenilglikol ve 5,5 ile 7,5 yaşları arasında başlangıçta sabah tükürük kortizolünde artış gözlenmiş ve bu olaylar limbik-hipotalamik uyarılma ile düzenlenmektedir [18]. Ayrıca, Calkins, Fox ve Marshall (1996), 9-10 aylık bebeklerde engellenmemiş ve engellenmiş davranışların fizyolojik ve davranışsal öncüllerini incelemiştir [19]. Bulguları, yüksek reaktif ve engellenmiş bebeklerde beyin aktivasyonunda frontal aktivasyon paterni ve asimetri olduğunu gösterdi. Bebeklerde ön aktivasyondaki farklılıkların, kısa anne ayrılığından sonra sıkıntı gösterdiği daha önce gösterilmiştir. Bu verilere paralel olarak, sol frontal bölgedeki hipoaktivasyon yetişkinlerde SAB ve depresyon gelişimini artırmış ve bu bireylerin beyinlerinde de benzer farklılıklar bulunmuştur [20]. Öte yandan, birkaç çalışma, çocuklarda meydana gelen DI’yı SAB gelişimi ile ilişkilendirmiştir. Örneğin, anne tarafından bildirilen erken DI’nın, ergenlik döneminde yaşam boyu SAB oluşum olasılığını yaklaşık dört kat artırdığı gösterilmiştir [21]. Bir meta-analitik çalışmada, BI’nın yedi kattan daha yüksek SAB oluşumlarını ve SAB gelişimindeki en büyük tek risk faktörlerini ilişkilendirdiği gösterilmiştir [22]. Bu sonuçlar, BI’nın çocuklarda, ergenlerde ve yetişkinlerde SAB gelişimi ile ilişkisi olduğunu göstermektedir.