Anksiyeteyi Tanımak
Yazar Uğur Mikail Göksen • Psikolog • 6 Haziran 2020 • Yorumlar:
İnsan biyo-psiko-sosyal bir canlıdır. Biyolojik kısım; kuşak geçişi taşıyan ve nesilden nesile aktarılan, DNA tarafından örüntülenen somut bilgi kodlarıdır. Genlerimiz. Biyo-kimyasal döngümüzün büyük kısmı üst genlerden taşınmaktadır. Öğrenme süreci, mesela dilimizin üzerindeki tat reseptörleri, anne karnında kodlanmaya başlar. Bunu kabaca, bir evin henüz ev inşaa edilmeden önce var olan zemini gibi düşünebiliriz.
Psikoloji için kişinin kendi ve çevresiyle kurduğu ilişki,duygu, davranış alışverişi diyebiliriz. Bebeklik dönemi itibariyle öğrenmeye başlarız.
Sosyal kısım ise bu binanın var olduğu semt, o binanın imar izni, depreme karşı korunaklılığı, komşu ilişkileri gibi belirleyici çevresel koşullardır. İnsan gelişiminin ilk döneminde konuşmayı, kelimeleri bağlı bulunduğu kültürün sınırları içeriğinde öğrenecektir. İçine doğduğunuz yapı; ifadenizi, ekonomik sınıfınızı, ahlaki tabakaları, cinsiyet rollerini, eğitim yapılanmasını, kimliğinizi ve inancınızı belirleyen taban kısımdır. Genelde içeriden beslendiğimizle dışarıyı değil, dışarıdan beslendiğimizle içeriyi tanırız.
Her kültür, her insan için en az 3 patolojik yatkınlığı beraberinde getirir. Yaşadığımız kültürün, gündemin ve ilişkilerin ortaya çıkardığı en yaygın kronik bulgulardan birisi de anksiyete olarak tanımlanan kaygıya bağlı yaşantısal sorunlardır.
Giriş kısmı itibariyle manevrası geniş bir başlangıç yaptım çünkü Anksiyeteyi tekil durumlarla açıklamaya çalışmak bizi var olan durumun nedenlerine değil, genelde sonuçlarına yönlendirecektir. Kaygıya bağlı patolojik bulgularda asıl olan ortaya çıkan sonuçlar değil, nedenlerdir. Sonuçlara dair birkaç örnek vermek gerekirse;
-Uçuş korkusu,
- Asansörde veya dar kabinlerde yaşanabilecek klostrofobik bir yaşantı,
- Aldatılma kaygısı,
-Çevremizdeki yakın insanlara zarar gelme düşüncesi,
-Hijyen ile alakalı hassasiyetler,
-Araç kullanmak,
-Köprüden geçmek ).
Bu yaşantılar sorunun kaynağı değil, genelde taşma noktalarında denk gelinen ve kaygıyla eşleşen durumlardır.
Genelde sözel olarak detaylı ifade edilmekte zorlanılan, yaşandığı an için köşeye sıkışma duygusunun hissedildiği ve vücudumuzun norm dışı tepkiler verdiği (Nefes alamamak, kalp ritim artışı, nabızda hissedilir yükselme, spazmik mide, kas ağrıları gibi) olumsuz yaşantılar bütününü anksiyetenin ortaya çıkardığı sonuçlar olarak düşünebiliriz.
Kaygı sorunlarını, uyarıcının gerçekliği üzerinden ölçebiliriz. Söz gelimi arkanızdan havlayarak sizi kovalayan bir köpek olduğunu düşünün. Zarar görmemek için savaş ya da kaç ilkesine bağlı muhtemelen tüm gücümüzle kurtulmaya çalışırız bu tehditten. Vücudumuzdaki bütün sistemler beyne salgıladığı hormonlarla teyakkuz haline geçecektir. Vücut ısımız artar, damarlarımız genişler, kortizol hormon salınımı artar, göz bebeklerimiz büyür, nefes alış verişimiz değişir. Panik halinde hararetimiz artar. Bu tehdit, alarm durumu bedensel bütünlüğümüz için olumlu bir tepkidir. Bizi hayatta tutar. Peki havlayan bir köpek ortada yokken, havlayan bir köpeğin olma ihtimaline karşı bedenimiz bu tepkileri gösteriyor ise ?
Kaygı sorunlarını basit haliyle uyarıcının gerçek olmadığı durumlarda bedenimizin ve duygularımızın tehdit yaşanırmışçasına baskı altında kalması olarak tanımlayabiliriz.
Bu yaşantılar biyo-genetik kökenden beslenebileceği gibi (aile genlerinden) yaşantısal olumsuz deneyimler, kayıplar, bağımlılıklar, travmalar veya çökkün yaşantılar sonucu da ortaya çıkabilir.
Kaygı yaşantılarının içeriği, şiddeti, derinliği, ne kadar süredir devam ettiği, hangi dönem ne ile başladığı, kimlerle paylaşıldığı, öğrenilmişliği gibi birçok değişken çalışma esasını yani tedaviye yönelik müdahaleyi belirleyecektir. Bu başlıkla alakalı en yaygın soru bu olumsuz yaşantılara neyin iyi geleceği ile alakalı şekillenmekte. Ancak sonuç odaklı ortak tarif, reçete sunmak neredeyse imkansızdır. Üzerinize giyindiğiniz bir tekstil ürününün sizin boyutlarınıza göre tasarlanması ne kadar önemliyse kaygı yaşantıları ile terzi hassasiyetinde çalışmak en önemli husustur.
Yaşanan durumun, duygunun içeriğine bağlı olarak terapi ekolleri ve müdahaleler değişkenlik göstermektedir.
Kimi durumlarda psikiyatri takviyesi en önemli rolü oynarken kimi durumlarda düzenli bir egzersiz programı bizi istediğimiz noktaya taşımakta destek olacaktır.
Yaşantımızın bir döneminde karşılaştığımız bir kayıp veya olumsuz yaşantı gelecek zamana nasıl sirayet eder ?
Afaki bir örnek olmakla birlikte Kaygı yaşantıları için savaş metaforu, kavramamızı kolaylaştırabilir. Bir dönem kapı komşunuz olan ülkenin sizin topraklarınıza girdiğini ve can, mal, toprak kaybına uğradığınızı düşünün. Bu dönemin ardından beklenmedik bir saldırıya karşın hazır olma gerekliliğinizle alakalı bir ordu tasarlamanız gerekebilir. Kalabalık, güçlü ve yeni bir ordu. Gelgelelim bu orduyu toparlamak zaman, emek ve para kaynağınızın büyük kısmını buraya yatırmanızı ihtiyaç haline getirecektir. Gündem bu konu olacaktır.
O zaman düşünelim
Böyle bir ordunun varlığı sizi her gün savaş psikolojisine sokmayacak mıdır ?
Peki ya tekrar saldırı almazsanız. Bu ordu ile ne yapacaksınız ?
Üstte verilen örnekte ülkeler arası çatışma yaşantılarını engellemek, ortak uzlaşı sağlayabilmek için Diplomasi-Bürokrasi süreci devreye girecektir. Bireysel hayatımızdaki savaş dönemlerinin ardından güvenli alana ihtiyaç duyarız. Bu alana ihtiyacımız yokmuş gibi davranmak ilerleyen dönemlerde dışarıda gerçek bir savaş olmasa dahi her an tetikte olmamızla alakalı savaşı yaşantımızın merkezine taşıyabilir. Genelde bu alanın bozulmasına bir insan bir ilişki sebebiyet verir buna karşın bu yaşantının toparlayıcısı da başka bir insan, ilişkidir.
Suni uyarıcılarla harekete geçen korku, kaygı, endişe ve stres yaşantıları biyolojik ve psikolojik tahribatı arttıracaktır. Uzun vadede uyku, beslenme, kardiyo sistem ve sindirim gibi vücut dengemizin işlevselliğini sağlayan kısımlarda zarar görebilir.
Kaygı sorunlarıyla alakalı olumsuz bulgular (yaşanan durumun şiddetine bağlı) tedavi süreciyle birlikte azalma gösterecektir.
İnsan nehre düştüğü için değil, suyun altında kaldığı için boğulur. Düştüğümüzde su yutmak, çırpınmak, kramp girmesi gibi yaşantılar yüzmeyi öğrenmenin doğasında vardır.