Artık Çözüm Zamanı
Yazar Emel Koyuncu Kütük • Psikiyatrist • 3 Ağustos 2018 • Yorumlar:
Son dönemde mevzu malum.
Arka arkaya aldığımız çocuk ölüm haberleri, hepimizi derinden sarsıyor. Kendiliğinden ölümler değil, o da çok acı ama…
Akla mantığa eşşek yüküyle uzak, tarifi gayrı mümkün, insan eliyle ölümler…
Burada ‘’insan eliyle’’ ifadesi bile hepimizi öfkelendirmeye yetiyor biliyorum, onlar ‘’İNSAN’’ mı ki?’’ diye herkesin öfkeyle homurdandığını duyabiliyorum oturduğum yerden.
Ama şiddet insan işi bir eylem değil mi zaten? Hayvanlar âleminde işler böyle yürümüyor.
Ülkemizde ne zaman bu konuyla ilgili trajik bir deneyim yaşansa, durum bir anda ülke gündemine yerleşiyor. Hele ki bu aralar bildik trajedi haberleri öyle üst üste geliyor ki, neredeyse şehir yaşamında dört duvar arasına sıkışmışlığın bunalımını yeterince yaşamak zorunda kalan, az bi havalar ısınınca park yüzü gören çocuklarımızı en tanıdık yüzlere bile emanet edemez olduk.
Neyin bedelini ödediğinden bihaber, savunmasız, daha insani günahlar işlemeye vakit bulamamışken sanki en ağırlarını işlemişçesine dünyada cehennem tadında vahşet layık görülen zavallı çocukların öyküsü bu…
ÇOCUK ŞİDDETİ…
Hepimiz hayatta beklenmedik acılara maruz kaldığımızda, işlediğimiz pek çok hatanın bedelini ödediğimize inandırıyoruz kendimizi. Bu hepimiz için akla yatkın, naçizane bir açıklama gibi.
Ama çocuk dediğin henüz günah işlemeye aklı yeter hale gelmemiş bile, bunca ağır bir bedel ödüyorsa bunu akla mantığa bürümek mümkün değil. Belki de şiddet olayları karşısında bunca dehşete düşmemizin asıl nedeni bu!!!
Çocuğun uğradığı şiddetten kendisini koruyabilmesi ihtimal dâhilinde değil, sadece şiddet uygulayıcısının görece fiziksel olarak güçlü olmasından değil, şiddetin aile içinde veya aileye yakın kişiler tarafından gerçekleştiriliyor olması nedeniyle en çok.
Bu bazen cinsel saldırı şeklinde, bazen de birilerinin ruhunu sarpa sarmış intikam duygularının bedelini ödüyor sübyan. Anlamsız yetişkin çekişmelerinin hesabını ödemek onun günahsız bedenine kalıyor.
Böylesi olaylar yaşandığında, bu masum varlıkların en temel hakkı olan ‘’yaşama hakkı’’nın ellerinden alınması, onlara yönelik gerçekleşen bu korkunç şiddet içeren eylemler, hepimizde utançtan, öfkeye kadar pek çok karmaşık duygunun yaşanmasına neden oluyor. Failin, faillerin en ağır şekilde cezasını bulmasını diliyoruz topyekûn, siyaset bu konularda hızlıca en caydırıcı önlemler alsın diyoruz, diliyoruz…
Allah biliyor ya; bu olaylar her yaşandığında benim argoya uzak dilime de küfürler, bu korkunç suçu işleyenlere beddualar, belalar okuyan kelimeler doluşmuyor değil.
Peki tarih niye tekerrür edip duruyor. Giderek azalmıyor hatta artıyor bu olaylar?
Toplum çocuk şiddeti karşısında failin idam cezasına çarptırılmasına işaret ediyor. Suç işlendiğinde, ‘’Cani’’ olarak tanımladığımız insan kılığındaki varlık yakalandığında, ‘’idam’’ bir ceza işlevi görebilir, olabilir ama bu yeterli mi? Bu sorunumuzu çözüyor mu?
Hepimiz ‘’yaratık’’ yeryüzünden temizlenince kökleri kuruyacak sanıyoruz. Öyle mi gerçekten?
Oysaki; İdam cezasına işaret etmenin toplum vicdanını rahatlatmaktan öte bir yararı olmayabilir, hatta konuya bu şekilde yaklaşmak, sorunun gerçek nedenlerini irdelemeyip, bir şekilde konunun bizi sağlıklı çözümlere ulaştırabilecek sebeplerinin üzerini örtme işlevi göreceği için belki de sorunun büyümesine neden olabilir bile.
Ülkemizde, dünyanın her yerinde devam eden, birilerinin ömrü boyunca belki de maruz kaldığı, öldürmeyen, süründüren şiddet eylemleri de var? Sadece çocuklara değil, yetişkinden yetişkine, çocuktan çocuğa, engelli, yaşlı bireylere, kadınlara…
Bizim görmediğimiz pek çok yaşam alanında kim bilir neler oluyor? Henüz ölmedikleri için ve/veya basında haber değeri kazanmadıkları için gündemimize alamadığımız. Onları da önlemek, daha gerçekçi bir ifadeyle asgariye indirmek gerekmiyor mu?
Herkes doğal olarak, istismarcıya, şiddet uygulayıcısına inanılmaz öfke duyduğu için konunun önemli bir kısmını sorgulamak dahi istemiyor, haklılar da.
Ama asıl soru; nasıl oluyor da bizim çocuk katili, yıllar önce küçücük masum bir bebek iken, bir gün gelip, böylesi tehlike saçan, korkunç bir yetişkin haline gelebiliyor? Bir bebek büyürken nasıl olup da bunca kirlenebiliyor?
Aslında berbat geçen bir çocukluğun mirası bunlar, çoğunlukla çocukluğunda kendisi istismar, ağır ihmale uğrayan kimseler bunlar. Maalesef hepimizi tiksindiren bu varlık da bir mağdur aslında ve toplumun giderek kirlenmesinin kötü sonuçlarından birisi de bu aslında.
Günümüzde toplumun giderek bireyselleşmesinin, hızlı şehirleşmenin, manevi değerlere verilen önemin azalmasının, bildiğimiz aile yapısının değişmesi ve tüm bunların sonucunda insanların birbirine yabancılaşmasının sonuçlarından biri de bu değil mi?
Madem ki topyekün acı çekiyoruz, topyekün çözümün parçası olma zamanı!!!
Yaşananları izleme değil, çözümün parçası olma zamanı.
Yoksa nereye kadar, daha kaç Eylül, kaç Leyla kurban vereceğiz?
Nasıl mı? İbreyi kendine çevirmek gerek sanki. O zaman doğru yanıtlara ulaşabiliriz sanki. Kamerayı karşıya yöneltip ‘sen çöz, halletmek sana düşer’ söylemlerine ara verip, ‘’ben bu konunun çözümü adına kendi adıma ne yapmalıyım?’’ sorusuna yanıt aradığımız anda çözümün fitili ateşlenir sanki.
O hiç kimsenin kendine sormaya cesaret edemediği soruları kendine sormaya başladığı anda iyileşmeye ve çözüm üretmeye başlayacak toplum.
Medya kaynakları kendini sorgulamalı mesela.
Öncelikle şiddetin şiddeti beslediğini bilerek, yazılı ve görsel medyada ölüm haberlerinin yer alma şekline özen gösterilmesi gerekir mi acaba?
Medya, ‘’Acaba bu ve benzeri haberleri çok mu yayınlıyoruz, acaba toplum şiddete çok mu fazla tanık oluyor ekran karşısında, böylece şiddet davranışını çok mu sıradanlaştırıyoruz, toplumun şiddete karşı duyarsızlaşmasına katkı mı sağlıyoruz?’’ sorusunun cevabını bir zahmet aramalı mesela.
Medya; şiddetin bugünkü haliyle onaylanan değil, tam tersine toplumda ayıplanan bir olgu olarak kabulüne katkı sağlayan mesajlar mı vermeli?
Dizi yapımcıları kendini sorgulamalı? Acaba rol gereği şiddet uygulayıcısı olan başkarakteri, diziyi izleyen çocuklar kendine örnek alıyor olabilir mi? onun gibi olmak, güç kullanarak zayıf olana şiddet uygulamak özendirici bir unsur olarak topluma aktarılıyor olabilir mi?
Acaba küçük çocukların hayallerini ‘mesleğinde başarılı bir doktor, öğretmen’’ olmak yerine, zengin, güçlü, korkulan, emreden bir ‘’mafya babası’’ olmak mı süsler oldu artık?
Şiddet uygulayıcısının hepimizin zihnimizde bir kahraman olarak algılandığı yapımlar çok mu arttı?
Devlet kendini sorgulamalı… Kanunlar yeterince caydırıcı mı? Acilen yeni düzenlemeler mi yapılmalı? Bebek ana rahmine düştüğü andan itibaren kendini güvende hissedeceği bir ülkede mi dünyaya gelecek? Onun büyüme ve gelişme döneminde tüm ihtiyaçları, bir birey olarak hakları güvencede olacak mı?
Ebeveynler kendini sorgulamalı. Dünyaya merhaba diyen bebeklerini koşulsuz, olduğu gibi sevebiliyorlar mı? Bebek şiddetin, sevgisizliğin olduğu bir aile ortamında, sağlıksız bir yetişkin olmaya doğru mu ilerliyor?
Eğitimciler kendini sorgulamalı, çocuklar SEVGİ, SAYGI, ADALET, MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK, İNSAN HAKLARI konularını eğitim ve öğretim ortamında ne kadar sağlıklı öğrenebiliyorlar?
Her insan kendini sorgulamalı Din, dil, ırk, mezhep ayrımı gözetmeden, birbirimizi ötekileştirmeden, koşulsuz sevebiliyor, farklılıklarımızla zenginleşebiliyor muyuz? Yoksa farklılıklarımız giderek birbirimizi ‘’öcü’’ olarak algılamamızı mı tetikler oldu?
Acaba şiddete, istismara tanık olduğumuzda çoğumuz tanık olduğumuz durumları görmezden geliyor olabilir miyiz? Bugün ‘’aile içi mesele’’ diyerek tanık olduğumuz şiddeti görmezden gelip, yanından uzaklaştığımız çocuk, yarın şiddete bağlı hayatını kaybeden çocuk olabilir mi? Acaba gerekli mercileri zamanında bilgilendiriyor muyuz?
Akademisyenler, sosyologlar, felsefe ustaları, psikiyatristler, psikologlar, anneler, anne adayları, babalar, gazeteciler, siyasi temsilciler, herkes ama herkes bir olmalı, kafa patlatmalı, ani öfkeyle, durumla empati kurarak öfkeyle kusmaktan daha iyisini yapmalı, hep beraber sorunun kökenlerine inmeli, ,sağlıklı veriler toparlayıp, sağlam çözümler üretmeye çalışmalıyız.
Bugün bizi varlığıyla tiksindiren, cani olarak tanımladığımız varlıkların bir zamanlar bizler gibi masum birer bebek olarak dünyaya geldiklerini unutmamalı, onların sayıca bu kadar artmalarına neden olabilecek toplumsal nedenleri doğru analiz etmeli, bu hale gelmelerini kolaylaştıran ortamların neler olduğunu iyi belirlemeli, bebek ana rahmine düştüğü andan itibaren sağlıklı büyümesine imkan sağlayan ortamları oluşturabilmeliyiz.
Sevgiyle, güven dolu bir ortamda sağlıklı büyüyen çocuklar, yarınların sağlıklı yetişkinleri olacaklardır.
İnsan var oldukça kötülük de var olmaya devam edebilir ama yaşananları en asgariye indirmek gibi bir hedefi koymak mümkün ve bu hedefe doğru acilen yol almaya başlamalıyız artık.
Herkes ama herkes elini taşın altına koymalı.