Aşk Ruhsal Bir Bozukluk Mudur?
Yazar Mihriban Ecem Aşılıoğlu • Psikolog • 26 Kasım 2021 • Yorumlar:
Duygularımız, düşüncelerimizi ortaya daha net çıkaran bir güçtür. Dünyayla aramızdaki uzlaşımı sağlayan bir mahkeme. O mahkemede kendi kararlarımızı bir sonuca bağlıyor, o sonuçlarla kendimize bir yol çiziyoruz. Bazen düşünüyorum da mantığımızı çoğu zaman devre dışı bırakan, ağırlığını her zaman bedenimizin her köşesinde hissettiren duygularımız, sonuçlar bir bir önüne döküldüğünde asla mesuliyet kabul etmiyor. Mantığımızın bizi o yoldan çevirmeye çalıştığı anlarda onunla bir savaşa girmeseydi eğer, Frida Kahlo’nun bedensel acıları, Saileri’nin Mozart’ı kıskançlığı, Dali’nin kendine beslediği sonsuz sevdası, Nazım’ın yabancı bir ülkede yaşaması mümkün olur muydu ? Bu savaştan galip gelen şey hayatımızın bir takım seçimleri olarak karşımıza çıkar mıydı ?
Psikoloji bilimine göre duygu şöyle tanımlanır: ‘Bir olay, kişi ya da nesnenin insanın iç dünyasında ve bedeninde uyandırdığı izlenim ve tepkiler.’ Psikolojide genellikle gözlenebilen ve ölçülebilen duygular ele alınır. Doğrudan ya da dolaylı olarak gözlenemeyen (örn: merhamet…) duygular ele alınmaz. Psikoloji biliminin ele aldığı temel duygulardan bazıları haz, korku, kaygı, merak, öfke ve saldırganlıktır. Tanımda da söylenildiği gibi bu duygular bizlerde bir takım tepkilere yol açabiliyor. Örneğin; herhangi bir tehdit ya da stres durumunda savunmaya geçiyor ve şiddetli fizyolojik tepkiler veriyoruz. Bu tepkiler genel olarak olağan duruma karşı oluşturduğumuz duygu bileşiminden kaynaklanıyor. Peki, bütün bu tepkisel matematik içinde aşk nerede kalıyor ?
Aşkın genel bir tanımını yapmak mümkün değildir. Herkesin kendine göre bir aşk tanımı vardır. Aşk, sosyal antropologlara göre “Cinsel bir tutkudur.’ Psikologlara göre, “Aşk hem normal hem de nörotik olmaktır, yaratıcı ve yıkıcıdır.” Filozoflara göre, “Aşk erkekler için başkadır, kadınlar için başka. Ama herkes için iyiliğin ve kötülüğün, güzelliğin ve çirkinliğin başlıca kaynağıdır ve ya aşık olana dek, o güne kadar hiç aşık olmadığınızı anladığınız bir durumdur.’ Siz hangi tanımı kabul ederdiniz? Muhtemelen bir kelimeyle ya da bir iç çekişle tanımlayabileceğimiz bir konu aşk. Üstüne söylenmiş, yazılmış, yaşanmış, dilden dile anlatılagelmiş olmasına rağmen tek bir tanıma sığınamıyoruz. Her aşığın aşkı yaşama biçiminin farklı olması bunda en büyük etken. Bazılarımız için coşkulu, bazılarımız için çekingen davranışlara sebebiyet veren bir olgu için hayatımızı yaşayış biçimimiz onu da etkiliyor diyebiliriz.
Aşık olduğumuzu hissettiğimiz an beynimizin ‘ödül sistemi’ olarak nitelendirilen kısımları aktifleşiyor. Bu bakımdan salgılanan dopamin hormonuyla birlikte aşık olduğumuz kişiyi ‘ödül’ olarak algılıyor. Bu hormon salgısı aşık olduğumuz kişiyle birbirimize daha fazla tutku ile bağlanmamızı sağlıyor. Bize hayatımızın kalan kısmını mutlu bir şekilde geçirebileceğimizi gösteren, her an içimizdeki kelebeklerin sonsuza kadar yaşayabileceğini göstermeye çalışan bir ödül mekanizması… Bir sözün, bir bakışın, bir davranışın hayatımızın bütün taşlarını yerinden oynatıp yeniden dizayn ettirmesine sebep olması durumu. Kendimiz için diktiğimiz bir ağacın büyümesini beklerken bir anda bütün ormana sahipmiş gibi her yere gülücükler saçarak hayatımıza devam ediyoruz. Etkisinde kaldığımız bu keyif halini tekrar tekrar yaşama isteğini bastırmayıp bu duygunun üstüne daha çok gitmeye başlıyoruz. Böylece bulutların üzerinde bize sorunsuz bir yaşam bahşeden ‘his’ bir anda bağımlılığa dönüşüyor.
Bu bağımlılık ‘takıntılı olma’ haliyle örtüşüyor ve bir anlamda doyumsuz tutkuların kaynağı olan aşk, ruhsal bir bozukluğa dönüşebiliyor. Coşkun ruh hali kontrol edilmesi çok zor bir hal almaya başladığında önüne geçilmesi çok zor duvarlar örebiliyor hayatlarımıza ve kişi bunu ancak o duvarın altında kaldığında kavrayabiliyor. Bir anda dengesi bozulan ruh hali ve düşen hormonsal değerlerle birlikte, sevdiğinden mahrum kalan kişi için dünya sonsuza kadar dönmeye son vermiş hissi uyandırıyor. Böylece korku, depresyon, anksiyete gibi belirtiler ortaya çıkıyor.
Yazın dünyamızda anlatılan ölümsüz aşkların yerini, içimizdeki bizi biz yapan birçok şeyin ölüşüyle yarıştırmaya başlıyoruz. İşte tam da bu noktada bir duygu olarak tanımlanamayan aşk, bizim için dünyanın en yüce duygusu olmayı nasıl başarmış olabilir ? Aşkla kalın…