Ayrılık
Yazar Seyran Akdaş • Psikolog • 14 Ağustos 2020 • Yorumlar:
Bir vazgeçişte, ahu gözlü güzel kadından, uzun boylu hoş adamdan ayrılıyor değilizdir sadece. Bir dünya emekten bir dünya umuttan vazgeçiyoruzdur.
İlişki üzerinden öğrendiklerimizi, bazen sevgiyle bazen kırıla döküle yaşadığımız olgunlaşma serüvenimizi, dönüp dönüp kendimizi yordadığımız aynamızı, zaman içinde ne de çok benzeştiğimiz aynımızı, kahramanlığımız ve kahramanımızı yitiriyoruzdur. Çocuk yanımızı sevince boğanı, hatalarımızı söylediğinde batmayanı. Sarıldığında yenilendiğin, dizlerinde dinlendiğini. Acılara şifa, yaşama anlam, hayata yürek dolusu yaşamak sevinci katanı kaybediyoruzdur. Bizi en yalın, en zayıf ve en yüce halimizle göreni, gördüklerinden şikayet etmeyeni, en kendimiz olabildiğimiz yeri, mahrem alanımızı terk ediyoruzdur.
Onun yokluğuyla birlikte solmaya başlar her şey, mevsim yaz da olsa güz de olsa hava ağırlaşır, takındığımız kocaman gülümsemeye, yaşama sevinci gayretine rağmen yüreğimize bir kasvet çöker. Kahvenin kokusu, kızarmış patatesin lezzeti, gün ışığı, dost sohbeti, başarılar, kutlamalar hep eksiktir. Alışveriş bile tat vermez zira mağazalarda onun için beğendiğimiz kıyafetlerin boynu bile büküktür. Anılarla doludur şehir içine içine batar pazar tezgahları, otobüs durakları, köşedeki dürümcü, reklam
panoları, markette kasa sırası, tüm uğrak mekanlar, birlikteliğinizi anımsatan her yer dolanır adımlarımıza. Bir koku, bir şarkı, bir ses, bir renk birikmiş binbir sıradan anımıza çağırır "sonrası yok" der gibi.
Dedik ya; bırakmaya karar verdiğimiz bir kadın ya da bir adam değildir sadece, iki yaşam bir bütünü parçalıyoruzdur.
Bunca kaybın yasıyla başedebilmek, derin boşlukları doldurmak, ayrışmanın acısını bastırmak için savrulmaya değer mi? Değilmi ki yaşam eksik ve kayıplar üzerine sürer gider ve bize onarmak düşerse bu paydan, yeniden bakmalı onunla birlikte ardında bırakılacaklara. Bir kez daha düşünmeli.
AYRILIK BU KADAR KOLAY (OLMALI) MI?
Yaşam tüm zamanlarda kolay olmadı. Günümüzde zorluklara tahammülsüzlük ve alternatif çözüm olasılıkları eklenince daha çabuk gözden çıkarır hale getirdi değerleri ve değerlileri. Çocukları bir an evvel büyütüp yaşama salmak, işimize gelmediğinde dostluklardan, komşuluklardan vazgeçmek, ilişkilerimizi inceldiği yerden kopsun noktasına getirmek ne de kolay artık. Oysa yaşamda karşılaştığımız her insan ve her olay bizim davetlimiz olarak hikâyemize dâhil olur, bizim olgunlaşmamıza bir vesiledir. Zira insan insanla bilenir.
Eşlerimiz de böyledir, hasbelkader tanışıp evlendik dediğimiz durumlarda bile bizim bilinçdışı bir seçimimiz vardır. Seçtiğimiz eş, çocuklukta oluşan ilk şemalarımızda yer bulan inançlar, yani ebeveynimizin ve çevremizin tutumlarından çıkardığımız haritalar ve yine o dönemdeki ilksel ihtiyaçların doyurulup doyurulamamasından kaynaklı yaptığımız bir tercihtir çoğu kez. Bunu için de aslında evlilik şanslıysak o tüm çocukluk travmalarımızı karşılıklı olarak onardığımız ve ilerlediğimiz bir daruşşifadır.
Fakat çoğunlukla tam tersi olur, biz bu süreci doğru okuyup değerlendiremediğimizde işler sarpa sarar, birbirimizi daha çok travmatize eder acıtır, kanatır dururuz. Zihnimizde karşı tarafın nasıl olması gerektiğine dair oluşturduğumuz fantezi balonu söner, gerçek hayal kırıklığıyla doluverir. Karşı taraf zor, anlayışsız, bencil ya da uyumsuzdur.
Oysa böyle bir kişiliği yaşamımıza çekme sebebimiz bilinçaltındaki kök inançlarımızdan kaynaklı “benim için en doğrusu bu” yönergesidir. Babamıza ya da annemize benzer, ya da tutarlı bulmuyorsak tam tersi bir karakter olsun diye kodlanmışızdır. Şimdi o kurguladığımız insanla birlikteyizdir.
Bu arada biz de kendimizi yeterince hesaba katamayız çoğu kez, bu denli derin hesapların farkında değilizdir. Ve savaşmaya başlarız. Yaşamda tek tutmayan hesapla hareket ederiz: “ben onu değiştirmeliyim”. Oysa değiştirebileceğimiz yegâne şey sadece kendimizizdir. Biz değiştikçe, geliştikçe duygularımız, davranışlarımız ve etrafa yaydığımız enerji değişir, doğal olarak da etrafımızda ne ve kim varsa form değiştirir, bizim frekansımıza rezone olur.
Her iki taraf da ilişkinin, yangından yani geçmişin tüm olumsuzluklarından kaçılıp kurtulunan bir araç, partnerin de bu güne kadarki tüm eksik gediği kapatması ve sonsuza kadar kendi mutluluğunu sağlaması gereken bir gönüllü olması beklenir. Aile kurumuna kapağı attık, artık sistem kendi kendine diğerinin çabasıyla işlesin düşüncesi ele geçirir tarafları. Denklem baştan yanlış olduğu için beklenen huzur ve mutluluk alanı oluşmaz bir türlü. Çünkü beklenen sadece ödüldür. Oysa ilişki bedeller ve ödüller dengede olduğunda yaşamaya devam edebilen bir sistemdir.
Ve ikinci yanılsama “seviyoruz, sevgi her şeyi halleder” düşüncesidir ki, evet sevgi en büyük güç olmasına rağmen işlenmesi gerekir. Emekle, ilgiyle, diğergamlıkla, fedakârlıkla, hoşgörüyle, anlayışla, sabırla, saygıyla… Nasıl zorlu tıp eğitimini tamamlayıp muayenehanede keyif yapmıyor, çalışıyorsak, gelişiyorsak, nasıl külçe altını boynumuza asamıyor ince işçiliklerle estetik bir forma dönüştürüyorsak, sevgiyi de ruhsal, psikolojik, fizyolojik, sosyolojik ihtiyaçlarımıza, gelişimimiz ve kendimizi gerçekleştirmemize vesile olan bir araca dönüştürmeliyiz.
Üçüncü yanılsama “ailemde ne gördümse o bize yeter” tembelliğidir ki, geçmişin olumlu özellikleri ve değerleri dışında geçmiş deneyimler bizim hiçbir işimize yaramaz. Bu sadece kolaycılıktır. Çünkü yeniyi inşa etmek zahmetli bulunur. Bunun sebebi de bilgi ve çaba yetersizliğidir.
Tüm bu “saldım çayıra Mevla’m kayıra”, “adım Hıdır elimden gelen budur”, “egom ilişkimden de değerli” tutumları kaotik bir döngüye bırakır ilişkiyi. İçindeyken çabalamaktan kaçınan ya da bilinçsiz çabayla yangını körükleyen taraflar kopma noktasına geldiğinde aynı tutumla bu sefer de kurtarma hamlelerinde cılız kalır. Böylece ayrılığa kadermiş gibi boyun eğilir.
Peki ya sonra?
Sonra kimseyi güllük gülistanlık bir yaşam, anlayışlı partnerler, ödüllerle dolu bir yolculuk beklemiyor muhakkak. Biz bu dünyaya öğrenmeye ve kemale ermeye geldik. Bunu gerçekleştirebileceğimiz en güvenli ve bir o kadar zorlu merkezimizdir aile. Buradaki sorumluluklarımız, tutumlarımız ve paylaşımlarımız üzerinden olgunlaşmak ve birlikte ilerlemenin anlamı ve tadı paha biçilmez.
Öyleyse önce savaşı durdurup, “ilişkide tarafların kazananı olmaz, kazansan da kaybedersin, kaybetsen de kaybedersin” bilinciyle sakinleşmeliyiz. Tüm olan bitene ego üzerinden değil, sistem üzerinden bakabilirsek kişiselleştirmemiş, enerjimizi korunmak ya da savunmak yerine sorumlulukları yerine getirmek için kullanarak kan kaybını durdurmuş oluruz.
Sonrasındaysa elbette önce kendimize ayna tutarak yakından tanımaya, karşı tarafı ve diğer aile fertlerini kendi öznel dünyasından görmeye çalışarak sistemi onarmaya karşılıklı gönüllü olmalıyız. İnsan da, ilişki de öğrenilen, dönüştürülen, geliştirilen canlı mekanizmalardır. Ve her ilişki bu çabayı hak eder, yeni bir şansı da…
Öğrenelim, iyileştirelim, ilerleyelim. Bizim baş edemeyeceğimiz noktada uzman desteğine başvurarak bu şansı ilişkimize verelim. Ayrılık da bir çözümdür muhakkak ve imkânların tükendiği yerden yaşanılabilir bir yere geçmektir. Bilinçli bir tutumla elimizden gelen her şeyi yaptığımız halde geldiğimiz yer ayrılıksa buradan da en sağlıklı biçimde çıkmanın yollarını aramalıdır. Hikâyeler değerlidir. Fakat insan ve onuru hikâyelerden de değerlidir.