Bağlanma Kuramı
Yazar Esra Yurday • 4 Temmuz 2024 • Yorumlar:
Yaşamın ilk yılları bebeğin bedensel, ruhsal ve zihinsel yönlerden en hızlı geliştiği dönemdir. Bu gelişmenin sağlıklı olması için çocuğun temel gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Bu yüzden biyolojik beslenmenin yanı sıra, çevreden gelen uyaranlar, sevgi, şefkat ve koruma gibi duyusal olarak beslenmesi de zorunludur. Bebek bu dönemde bakım verene tam anlamıyla bağımlıdır ve bağlanma, biyolojik olarak henüz yetersiz ve çaresiz olmasının bir sonucudur. Bağlanma davranışı, başka bir bireyde yakınlık arama ve sürdürme olarak tanımlanmaktadır. Her insan için tüm bağların ilk örneği olan anneyle bağlanma, hem kişinin ruhsal donanımının altındaki yapıyı hem de ileriki bağlanma ve ilişki örüntülerini belirler. Bağlanma süreciyle ilgilenen pek çok kuramcı, kişinin yaşamının erken dönemlerinde annesiyle kurduğu bağlanma ilişkisinin, kişinin erişkin hayatında diğer insanlarla kuracağı ilişkilerin niteliğini ve insanlardan beklentilerini belirlediğini kabul eder. Güvenli bağlanan, kendine ve başkalarına güvenen ve bir çocuğun, sevgi ve güvenlik dolu ilişkiler kurma olasılığı daha yüksektir. Tersine gereksinimleri yeterince karşılanamayan çocuklar, başkalarına güvenilemeyeceği beklentisi sonucu destekleyici ilişkiler kurmakta güçlükler yaşayabilirler. Çocuğun birincil figüre bağlanma güvensizliği arttıkça diğer figürlere bağlanma olasılığı daha da güçleşir.
Harlow, annenin bebeklik döneminde, açlık, susuzluk gibi temel gereksinimleri karşılaması nedeniyle, anne ve çocuk arasında bağlanma oluştuğunu ileri sürer. Bağlanmayı sağlayan davranış biçimlerinin iki temel sınıfta toplanabilir: sinyalleşme davranışı, ağlama, gülümseme, bebeleme ve sonradan da çağırma ve belirli mimikler, annenin çocuğa yakınlığını arttır ve anneyi çocuğa getirmektedir. Yakınlaşma davranışı ise anneye yaklaşma ve onu izleme, genellikle insan-çocuk, mobil olur olmaz belirgin hale gelir ve çocuğu anneye getiren etkidir. Bebeklerin en güvenle bağlandıkları anneler, bebeğin sinyallerine zamanında ve uygun şekilde cevap veren ve onlarla çok fazla sosyal etkileşim içerisinde olan annelerdir. Yaklaşık üç aylık pek çok bebek, diğer insanlarla karşılaştırıldığında anneye çok farklı tepki vermektedir. Annesini gördüğünde bu yaştaki bir bebek gülümser, daha kolay sesler çıkarır ve başkasına baktığından çok daha uzun süre annesini gözleriyle takip etmektedir. Çocuk bağlanma figürüyle ilişkisinde, en yoğun duyguları bağlanmanın kurulması, devam etmesi, bozulması veya yenilenmesi sırasında yaşar. Bağlanma figürü ile arasındaki bağ korundukça çocuğun güvenli bağlanma geliştirmesi beklenir. Bir bebek ve anne arasında adım adım gelişen etkileşim örüntüsü, birbirlerine olan katkıları ve özellikle de sırayla birinin diğerinin davranışını etkilediği bir biçimde gelişmektedir. Sürecin sona ermesi, çocuğun doyumu erteleme ve bakıcının ulaşılabilirliğini bilişsel olarak temsil edebilme yeteneğine göre ayarlanmıştır. Üçüncü yıldan sonra pek çok çocuk, önceki döneme göre daha az acele ve daha az sıklıkla bağlanma davranışı göstermekte, bağlanma davranışı asla tamamen ortadan kalkmamasına rağmen, bu eğilim birkaç yıl daha devam etmektedir.
Yakınlığın sağlanıp korunması güvenlik ve sevgi duygularına, ilişkide herhangi bir kesinti ise genellikle kaygıya bazen de kızgınlık ya da üzüntüye neden olur. Bağlanma kişisine yakınlık, bebek sıkıntıda olduğunda ya da korktuğunda özellikle aranmak eğilimindedir. Bakıcı, bebeğin rahatlamak ya da kendini yeniden güvende hissetmek için dönebildiği bir güvence üssü işlevi görür. Dahası bakıcı bebeğin keşif gibi bağlanma dışı davranışlara girebilmek için zaman zaman geri döndüğü güvenlik sığınağı işlevini görür.
Yaşamın ilk yılı boyunca, anne ayrıldığında ağlama ve izleme ve döndüğünde karşılama ve yakınlaşma, bağlanma davranışının gelişimini tanımlamak için iki temel kriter olarak belirlenmiştir. Anneye farklı gülümseme, anneye hareket etme ve çocuk tehlike duyduğunda anneye yapışma genelde dördüncü ayda gözlemlenen kriterlerdir.
Bağlanmanın duygu ve davranışlarını düzenleyen sistemi, ayrılık ve kopukluğa karşı tepkileri ele alır. Bir çocuk altı aylık olduğunda annesinden ayrılma durumuna yanıt verme eğilimleri, protesto, umutsuzluk ve kopma evreleri olarak tanımlanmıştır. Protesto evresinde çocuk anne kaybına kesin bir üzüntü gösterir ve kaynaklarını tümüyle kullanarak onu geri almaya çalışır. Davranışı artan bir umutsuzluk izlenimi vermesine rağmen umutsuzluk evresi sırasında çocuğun kayıp annesiyle meşgul olduğu açıktır. Geri çekilir, durgunlaşır, çevredeki insanlardan talepte bulunmaz ve bir yas haline girer. Çocuğun kendi ortamına daha fazla ilgi gösterdiği kopma evresinde çocuk bakıcıları reddetmez, gösterdikleri ilgiyi, getirdikleri yiyecek ve giysileri kabul eder, hatta gülümseyip girişken davranabilir. Bununla birlikte annesi ziyaret etiğinde normal görülen bağlanma karakteristiğinin belirgin şekildeki yokluğu görülebilir. Onu zorlukla tanıyabilir; yapışmayı bırakıp uzakta ve ilgisiz kalabilir; gözyaşları yerine başka tarafa yönelmiş mutsuzluk vardır. Annesine olan tüm ilgisini kaybetmiş gibi görünmektedir. Yukarıda belirtilen çocuğun ayrılığa karşı geliştirdiği tepkilerin yoğunluğunu ve biçimini; annenin uzaklaşma süresi, çocuğun tanıdık bir çevreden ayrı kalıp kalmadığı ve annenin yerine bakım vermeyi üstlenecek başka birinin olup olmadığı gibi faktörler etkilemektedir.
Harlow'un maymunlarla yaptıkları çalışmalarda kullanılan öğe de anne yoksunluğudur. Kurulan düzenekte, maymunların temel güdüsünü anlamak için onlara iki seçenek verilmiştir, ya kumaş kaplı bir yere tırmanacaklar ya da demirden ve rahatsız bir yere tırmanıp süt içeceklerdi. Maymunların demir çubuğa tırmanıp süt içtikten sonra hızla kumaş kaplı yerlerine döndükleri gözlenmiştir. Bir başka deneyde, ısıtılmış demir ve kumaş kaplı soğuk bir yer hazırlanmış, maymunların ısıtılmış demirleri tercih ettikleri gözlenmiştir. Bu da bağlanmada sadece beslenmenin değil rahatlığın ve sıcaklık faktörünün önemini göstermiştir. Harlow’un anneden uzak ve sosyal yoksunluk içinde büyütülen rhesus maymunlarının, daha sonra sosyal ilişkilerde yetersiz olduğu, içe kapanma, ilişki kurmada beceriksizlik ve cinsel donukluk gibi belirtiler gözlendiği belirtilmektedir. Ainsworth ve arkadaşlarının ise, “Yabancı Durum” olarak bilinen deneyinde, 12-18 aylık küçük çocuklar kısa aralıklarla önce annelerinden ayırılır, sonra bir yabancı ile yalnız bırakılır ve son olarak tekrar anneleri ile bir araya getirilir. Çocukların ayrılma, yeniden birleşme ve yabancıyla yalnız kalma durumlarındaki tepkilerine göre güvenli, kaygılı/kararsız ve kaçınan olmak üzere çocukları üç tipik bağlanma stili içinde sınıflandırmışlardır: Güvenli bağlanan çocuklar, anneleri tarafından yalnız bırakıldıklarında doğal olarak kısmen huzursuz olmakta ancak panik yaşamadan anneleri ile yakınlık ve temas aramakta, yeniden birleşmeden sonra da kolayca sakinleşerek çevreyi keşfetmeye devam etmektedirler. Kaygılı/kararsız bağlanan çocuklar, anneleri ayrıldığında yoğun bir kaygı, gerilim ve kızgınlık yaşayarak, anneyle yeniden birleşmeden sonra da kolaylıkla sakinleşmemekte ve çevreyi keşfetmek yerine annelerine sıkıca yapışmaktadırlar. Kaçınan bağlanma stili sergileyen çocuklar ise ayrılma anından çok fazla etkilenmemekte, yeniden birleşmeden sonra da anneleri ile temas kurmaktan kaçınarak dikkatlerini daha çok oyuncaklara verir görünmektedirler.
Güvenli bağlanan kişiler yetişkinliklerinde de güvenli, mutlu ve eşlerinin hatalarını kabul eden tutumlar ortaya koyar. Kaygılı/kararsız bireyler kendilerinden kuşku duyar, başkalarını kendileri ile yakınlık kurmada isteksiz olarak görürler. İlişkilerinde takıntılı ve kıskanç oldukları, sürekli duygusal inişler çıkışlar yaşadıkları gözlenmiştir. Tutarsız olumlu tepkilerle ilgili kaygılı/kararsız bağlanma, başkalarının tutarlı olumlu tepkilerine güven eksikliği ile nitelik kazanır. Başkalarını bağlanmış tutmak için çok büyük ruhsal enerji ve davranışsal çaba yatırımı yapılır. Kaygılı/kararsız bağlanma, yakın ilişki örüntülerinin bir dereceye kadar güvenilmez olmalarını bekleme, yüksek uyanıklık düzeyi, terk edilme ve bakım görmeme korkusuna yol açabilir. Reddedilme ya da fiziksel sevgi ve yakın duygusal anlatımlarda ketlenme geçmişine dayanan kaçınanan bağlanmanın ise ebeveynin tutarlı tepkisizliği sonucu olduğuna inanılmaktadır. Hissedilen güvenliği korumak için kaçınan bağlanma, özellikle stresli ve sıkıntılı durumlarda yakın sosyal temastan kaçınmayı içerir. Bunlara daha sonra dezorganize bağlanma adı altında bir üçüncü güvensiz bağlanma tipi daha eklenmiştir ki yönü belirsiz olarak nitelendirilebilecek olan bu tipte kaygı denetiminde tutarsızlık hakimdir. Bu bağlanma biçimleri kuramın ilk halinde tutarlı-tutarsız, sürekli-süreksiz ve tepkisiz anne tutumlarına göre şekillenen bağlanma biçimleridir.
Bartholomew ve Horowitz Dörtlü Bağlanma Modeli’ni olumlu, olumsuz benlik modeli-başkaları modeli temelinde dört kategoride incelenmemişlerdir. Güvenli bağlanma stilinde hem benlik hem de başkaları modelleri olumludur. Bu stile sahip kişiler kendilerini değerli olarak algılar ve diğerlerini kabul edici ve destekleyici olarak algılar. Korkulu bağlanma stili, olumsuz benlik ve olumsuz diğerleri modellinden oluşmaktadır. Bu stile sahip bireyler kendilerini değersiz ve sevilmez, başkalarını da güvenilmez ve reddedici olarak algılar. Kayıtsız bağlanma stili olumlu benlik ve olumsuz diğerleri modelinden oluşmaktadır. Bu kişiler, bağlanma figürlerinden gelebilecek olan reddedilme ve bundan dolayı yaşanacak hayal kırıklığını engelleyerek olumlu benlik algılarını korumak isterler. Saplantılı bağlanma stili olumsuz benlik ve olumlu diğerleri modelinden oluşmaktadır. Duygusal olarak tamamen yakın olmak isterler ancak çoğu zaman diğerlerinin onun kadar yakın olmaya isteksiz olduğunu fark eder.
Erken dönemdeki bağlanma ne kadar iyi anlaşılabilirse, yaşamın diğer dönemlerindeki sosyal ilişkiler de o kadar iyi anlaşılabilir. Bununla birlikte bebeklikte biçimlenen bağlanma örüntüleri yaşam süresince değişmez nitelikte değildir. Bilişler ve davranışlar değiştirilebildiğine göre bağlanmayı harekete geçiren yapıda da esneklik sağlanabilir. Ergen ve erişkin yaşamı boyunca bağlanma davranışının kapsamı, genellikle aile dışından kişilere, gruplara ve topluluklara yönelmektedir.
Bağlanma ve Psikopatoloji
Ruh sağlığının temelinde bebeklik ve çocukluk dönemlerinde, özellikle anneyle kurulacak bağlanma ilişkisi yer almaktadır. Çocuğun bir figüre bağlanmasının, sağlam kurulduğu ve ayrıca ruhsal sorunlar için koruyucu bir içeriğe sahip olduğu görülmektedir. Hayatın ilk üç yılında ortaya çıkan çoğu ruhsal sorunun kaynağı bebek ile birincil bakıcısı arasındaki ilişkiden doğmaktadır. Bu ilişkideki herhangi bir aksaklık ise patolojik bir yapının oluşmasında etkili olabilir. Bağlanma araştırmalarında bağlanmanın önemi ve bebeklerde bağlanma bozukluklarının ileride ortaya çıkarabileceği ciddi ruhsal sorunların boyutları ortaya konmaktadır.
Ayrıca, rahatlatılma, uyarım ve sevgi gösterme gibi temel duygusal gereksinimlerin, bakım verenlerce sürekli olarak eksik karşılandığı, toplumsal olarak ihmal ya da yoksun bırakma tutumu ve bakım verenlerde yineleyici değişiklikler olması gibi çocuğun uçlarda ve yetersiz bakım görme durumları tanıma dahil edilmiştir.
Kişinin ihmal ya da istismar edilmesi gibi bağlanma sorunları, depresyonun erken dönem yatkınlık faktörlerini oluşturabilir. Bunun yanı sıra yakın ilişkilerin kaybı tetikleyici olabilirken; depresif bireylerde sıklıkla görülen sevilmezlik hissi gibi ruhsal sorunların nedeni bebeklik dönemindeki bağlanma yaşantıları olabilir. Bağlanma duygusunun oluştuğu çocukta, bağlandığı kimseyi yitirme duygusu yani ayrılma bunaltısı ortaya çıkmaktadır. Freud'un 1917'de melankoli ile kayıp arasındaki ilişkiye yönelik yaptığı yorumlar, depresyon ile çocukluk dönemi kayıpları arasındaki ilişki daha sonra yapılan araştırmalarla doğrulamıştır. Annenin erken dönem kaybı sonucunda, özellikle buna ilgisizlik ya da bakımda aksamalar eşlik ediyorsa, kişi yetişkin yaşamında zorluklarla karşılaştığında depresyona çok daha yatkın hale gelmektedir.