Bağlanma Kuramı ve Bağlılık Kavramı
Yazar Cemre Özcan • 16 Eylül 2024 • Yorumlar:
İnsan hayatında ilişkileri yöneten süreçler nelerdir? İkili ilişkilerimizde bir yakın bir uzak mı davranıyoruz yoksa tamamen bağımlı bir kişilik gösterip sevdiğimiz kişinin yanından hiç ayrılamıyor muyuz ya da sürekli insanlardan kaçınıyor muyuz?
Bağlanma dediğimiz kavram, temelde bebeklikten itibaren başlayan ve bebekle, birincil bakım veren kişi arasında gerçekleşen etkileşime bağlıdır. Bu etkileşim, bebeklikten yetişkinlik dönemine kadar bütün hayatımızı etkileyebilen bir süreçtir. Yeni doğan, anneye sürekli bağımlı ve muhtaçtır. Bebek bu dönemde hem anneden hem de babadan farklı farklı etkileşimler alarak bağlanma yapısına dair gelecek hayatını şekillendirmeye başlamaktadır. Bağlanma Kuramı ile ilgili temel Bowlby ile atılmıştır. Bowlby, bebeklik döneminde birincil bakım veren ile güvenli bağlanan bebeklerin, yetişkinlik dönemlerinde sağlıklı psikolojik bir gelişim sergileyeceklerini ancak güvensiz bağlanma yaşayan bebeklerin ise yetişkinlik dönemlerinde kişilik problemleri ve zihinsel problemler yaşayabileceklerini öne sürmektedir (Öztürk, 2002). Bowlby, içgüdüsel ihtiyaçların karşılanmasını sağlayan bağlanma davranışının sosyal ilişkilerin kurulmasının temelini attığını öne sürmektedir (Bowlby, 1973, 1979).
Öyle ki bu dönemde bakım verene bağlı olarak 3 tip bağlanma davranışı görülmektedir: güvenli, kaygılı/ikircikli ve kaçıngan. Ainsworth, kuramı daha da ileri götürmüştür ve ‘yabancı ortam’ deneyi denilen bir deney tasarlamıştır. Bu deneyde anne ve çocuk bir odaya alınmıştır ve bir süre sonra anneden odayı terk etmesi istenmiştir. Belirli bir süre sonra odaya gelen anneye, çocuğun tepkileri 3 tip farklı bağlanma örüntüsüne göre değişiklik göstermiştir. Güvenli bağlanan çocuklar, odada anne yokken huzursuzluk belirtisi göstermiş ancak anne geldikten sonra kolayca yatışmışlardır. Odada tek kaldıklarında çevreyle daha fazla ilgilenmişler ve merak belirtisi göstermişlerdir. Kaygılı/ikircikli bağlanan çocuklar istediklerinde annenin yanıt vereceğinden ya da yardımcı olacağından emin olamamışlardır. Kaçıngan bağlanan çocuklar ise çağırdıklarında annenin yardımcı olacağına dair hiç güveni olmayan çocuklardır. Bu çocuklar ayrılığa tepkisiz kalmışlardır ve anne odaya geri döndüğünde yakın durmamışlardır. Çocuklukta edinilen bu bağlanma örüntüsünü birey, ergenlik dönemine adım attığında da sürdürmeye devam etmektedir.
Ergenlikte, bağlanma davranışı anne-babadan akran ilişkilerine kaymaktadır. Akranlar ile kurulan bu yeni bağlanma biçimi, bireyin gelecekte eşine ve çocuklarına karşı nasıl bir tutum içerisinde olacağını gösteren bir ipucu niteliğindedir. Güvenli bağlanan çocuklar, ergenlik aşamasına geçtiğinde akranlarıyla daha güvenilir ve yakın ilişkiler kurmaktadırlar, destek almak istediklerinde ailesinden yardım alabileceği güvenini taşımaktadırlar. Kendilerine daha çok güvenmektedirler ve suç davranışı görülme olasılığı daha az olmaktadır.
Güvensiz bağlanan çocuklar ise ergenlikte yakın ilişkiler kurmakta güçlük çekmektedirler, sosyal ilişkilerinde daha az beceri ve uyuma sahiptirler. Stresle baş etme mekanizmaları düşük olduğundan dolayı madde kötüye kullanımı ve suç işleme davranışı görülme düzeyi güvenli bağlanan yaşıtlarına göre daha yüksek olmaktadır (Willemsen ve Marcel, 1995).
Yetişkin olan bir bireyin bağlanma davranışı bu dönem eşine yönelmektedir. Güvenli bağlanma yaşayan bebeklerin yetişkinlik dönemlerinde, güvensiz bağlanma yaşayan bebeklere göre daha az patoloji geliştirdikleri gözlenerek eşleri ve çocuklarıyla daha doyurucu ilişkiler içerisinde oldukları saptanmıştır. Güvenli bağlanma yaşayan yetişkinler kendilerini değerli hissetmektedirler ve sevgiyi hak ettiği inancına sahiptirler. Pozitif bir bakış açısına sahiptirler ve baş etme mekanizmaları yüksektir. Sorunlarla baş edemediklerinde yardım arama davranışı görülür. Bir çatışma durumunda duygularını kontrol edebilirler ve sorunları düşmanca olmayan biçimde ifade edebilirler. Pozitif duygu bilincine sahip olan güvenli bireylerde yaratıcı düşünme ve problem çözme becerileri gelişmiştir.
Kaygılı/ikircikli bağlanma yaşayan yetişkin bireyler kendilerine daha az güven duymaktadırlar. Yakın ilişkilerinde de kendilerine olan güvensizliklerini yansıtmaktadırlar ve bir yakın bir uzak duruş sergilemektedirler. Kendilerini sevgiye layık görmemektedirler ve sevilebilecekleri algısından uzaktırlar. Sorunlarla baş etme mekanizmaları daha az gelişmiş olup, yardım isteme davranışları daha azdır. Yaşadıkları sıkıntıları karşılarındaki kişiye kolaylıkla açamamaktadırlar. Kaygılı/ikircikli bağlanma yaşayan bireylerde kaygı bozuklukları ve depresif bozukluk görülebilmektedir (Kesebir, Kavzoğlu ve Üstündağ, 2011).
Kaçıngan bağlanma yaşayan yetişkin bireyler, ikili ilişkilerinde sağlıklı ilişkiler kuramamaktadırlar. Yakın ilişkilerinde incinebileceklerini düşünürler ve genelde kaçınmacı ve çekingen bir tutum sergilerler. Başkalarından gelebilecek tehditlere ve reddedilme olasılığına karşı kaçınmacı bir tutum sergileyerek kendilerini korurlar. Sergiledikleri bu kaçınmacı tutum temel baş etme mekanizmalarını oluşturmaktadır. Dünyayı kötü, güvensiz ve tehdit kaynağı olarak algılamaktadırlar. Kaçıngan bağlanma yaşayan bireyler kendilerinin değerli olduğunu düşünmezler ve sevilebilecekleri algısından oldukça uzaktırlar. Bu bireylerde davranış bozukluğu ve diğer dışavuruk patolojiler görülebilmektedir (Kesebir, Kavzoğlu ve Üstündağ, 2011).
Aynı zamanda güvensiz bağlanma yaşayan bireylerde en yaygın görülen patolojiler panik bozukluk, sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu ve kronik ağrı bozukluğu olarak araştırmalarla desteklenmektedir (Mhyr, Sookman ve Pinard, 2004; Eng, Heimberg, Hart, Schneier ve Liebowitz, 2001).
Hepimizin sahip olduğu şeyler tek, biricik ve kişiye özeldir. Her insan hayatında var olan şeyleri kaybetmekten korku duymaktadır. Kimi insan bundan daha fazla korku duyarken, kimisi kaybetmeyi daha normalize ederek hayatına devam edebilmektedir. İşte tam olarak bu noktada kaybetme korkumuzun temelini çocukluk yıllarında gerçekleşen bağlanma problemleri oluşturmaktadır.
Kaybetme korkusunu yaşayan bireyler genellikle bağımlı bir kişilik yapısına sahiptirler ve bu bağımlı kişilik bireyleri korkutmaz. Korkunun sebebi tam olarak kaybetme korkusunun varlığıdır. Birey bağlandığı şeylere sanki kendisinin bir parçası gibi sıkı sıkıya tutunmaktadır. Kendi kimliğini bağlandığı şeyin nitelik ve özelliklerinden ayıramamaktadır. Birey, kendisini tanımlayan şeyleri kaybetmekten korkmaktadır çünkü o şeyler kaybolduğunda kendisini anlamlı kılacak bir durumun ortada kalmayacağını düşünmektedir. Kaybetme korkusu baş gösterdiğinde, bireyin zihninde ‘Ya … olursa’lı cümleler yer etmeye başlayacaktır.
Böyle bir durumda ilk olarak bireye kaybetme korkusunun normal bir korku olduğu algısı verilerek yaşadığı his normalize edilmelidir. İkinci olarak ise öz-şefkat üzerinde durularak terapide ilerlenmelidir. Önemli olan kaybetme korkusunun altında yatan bağımlılığının sebepleridir. Bağımlılığı neler oluşturmuştur? Oluşan bağlılık, bireyi hangi alanlarda etkilemiştir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Terapide ilerlerken bu noktaların üzerinde durulması gerekmektedir.
Peki güvenli bağlanmaya sahip bireyler yetiştirmek için yapılması gereken nedir?
Bağlanma, çocuk ve birincil bakım veren arasında gelişen çift yönlü bir kavramdır. Bağlanmada ebeveynin aktarımı çocuğun güvensiz bağlanmasını etkileyen en güçlü değişkenlerden biridir. Annede bulunan bir kişilik bozukluğu veya patoloji, çocuğa yaklaşımını da etkilemektedir ve çocuğun bağlanma temellerini şekillendirmektedir. Bu sebeple temellerin çocuklukta sağlam bir şekilde atılması gerekmektedir. Bireyin kendilik algısının sağlıklı bir şekilde gelişimi için çocuklukta duygusal, bilişsel ve sosyal gelişim birincil bakım veren tarafından desteklenmelidir. Bebeğin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ve buna eş zamanlı bir şekilde sevgi ve ilgi ihtiyacının karşılanması bebeğin sağlıklı bir duygusal, bilişsel ve sosyal yapı inşa etmesinde önem teşkil etmektedir.
YAZAN
Psk. Cemre ÖZCAN