Bel Fıtığı
Yazar Tekin Özcan • 22 Kasım 2024 • Yorumlar:
Bel fıtığı, toplumda özellikle tedavi süreci ile ilgili üzerinde çok fazla şaibe barındırır. Oysa bizim açımızdan bakarsak, taşıdığı bu şaibelerin hiçbirini hak etmez. Zira tedavi sürecinde izlenecek yöntem çok az farklılıklarla oldukça belirgindir.
Hastalarımdan en sık duyduğum konu, farklı hekim arkadaşlarımızın ameliyat olma ya da olmama konusunda hastalarımıza farklı yönlendirmelerin olduğunu söylemeleri. Bu durumu biraz irdeleyelim.
Öncelikle hastalarımızın farklı hekime farklı zamanlarda, dolayısıyla yakınmalarının ve muayene bulgularının farklı olduğu zamanlarda başvurduğunu unutmayalım. Bu süre içinde hastamızın yakınması ve muayene bulguları değişmiş olabilir. İnsan çektiği ağrının şiddetindeki değişikliği en iyi kendisi fark eder. Ancak ayağında ya da bacağındaki güçsüzlüğü bir hekim kadar doğru değerlendiremez. Bel fıtığı olan bir hastamızı değerlendirirken sık kullandığımız ve düz bacak germe dediğimiz bir muayene var. Hastamız sırt üstü yatarken ve bacakları düzken, topuğundan tutarak bacağını yukarı kaldırırız. Altmış dereceye kadar kaldırırken hastamız bacağına vuran bir ağrı hissederse, çektiği bacak ağrısının bel fıtığından kaynaklanma olasılığının yüksek olduğunu düşünürüz. Ayağını çekerken, iterken ya da bacağında güçsüzlük tespit etmemiş olabiliriz. Bu durum bize, fıtığın sinire henüz ciddi bir zarar vermediğini gösterir ama ileride bir zarar vermeyeceğini konusunda bir güvence vermez. Ancak bu durum, bizi şimdiden sinir üzerindeki fıtık baskısını kaldırmaya, yani hastamızı ameliyat etmeye yönlendirmez.
Tabi burada hastamızın özellikleri de çok önemli. Örneğin diyabet, hipertansiyon hastalığı gibi hastalığı olan kişilerde; kötü ve düzensiz beslenme, sigara gibi kötü alışkanlıklar gibi yaşam güncesi olan kişilerde sinir daha çabuk zarar görmeye yatkındır. Çünkü hastamızın sinirleri önceden bir miktar zarar görmüştür. Bu durumu teorik olarak biliriz. Ancak bu olasılık nedeniyle hastamıza ameliyat önermemiz söz konusu olmaz.
Diğer yandan, bel fıtığı olan hemen hiç kimse ilk tedavi seçeneği olarak ameliyat olmak istemez. Yirmi yılı aşkın mesleki deneyimim, birkaç istisna dışında bana bunu gösterdi. Hastalarımız, ameliyat olmama yönünde bütün olasılıkları değerlendirmek ve kullanmak ister. Hatta doktorunun yüz şeklini, mimiklerini, sesinin tonunu bile dikkate alır. Kendisi için hangi tedavi şeklinin doğru olduğunu kendi muhakemesinden geçirerek karar almaya çalışır. Hekim olarak bizler de öyle düşünürüz. Hastamız için en doğru kararı vermeye çalışırız. Bizim için de en büyük ödül, ameliyattan sonra hastamızın yakınmalarının geçmesi, belirlediğimiz sürede hastamızı taburcu etmemiz ve kontrol için randevulaşarak mutlu bir şekilde ayrılmamızdır. O anın insana verdiği huzur çok büyüktür. Bu nedenle, hastamız için mutlaka ameliyat olmasını gerektiren durumlar dışındaki tüm bulguları, hastamızı ameliyat yapmadan tedavisini düzenlemek lehine kullanmaya çalışırız. Tabi ki hekim olmamızın bize yüklediği sorumluluklar içerisinde.
Size bel fıtığı olan bir hastamla ilgili başımdan geçen bir anıyı anlatmak istiyorum. Yaklaşık on yıl önce bel fıtığı olan otuz beş yaşlarında bayan bir hastam vardı. Orta boylu, fazla kilosu olmayan biriydi ve tedavisi için mutlaka ameliyat olması gerekiyordu. Hastama, neden ameliyat olması gerektiğini, ameliyat olmazsa kendisini nelerin bekliyor olabileceğini tüm yönleriyle anlattım. Eşiyle konuşup bir karar vereceğini ve beni arayacağını söyledi. Aradan on gün kadar geçti. Akşamüzeri saat beş gibi hastam polikliniğe geldi. Tedirgin, telaşlı bir şekilde “Doktor Bey, sizinle acil olarak konuşmam gerek.” dedi. İçerideki hastam çıkınca kendisini içeri aldım ve dinlemeye başladım. “Doktor Bey, bugün bir arkadaşımın ısrarıyla onun tanıdığı başka bir Beyin Cerrahına muayene oldum. Beni muayene etti, filmlerime baktı ve mutlaka ameliyat olmamı söyledi.” dedi. Buraya kadar bir sorun yok, devam etti. “Ben de kendisine, sizden önce gittiğim Beyin Cerrahı da ameliyat olmam gerektiğini söyledi, eşimle konuştuk ve ameliyat olmamaya karar verdik dedim. Doktor da bana belimde ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba taşıyorsun, mutlaka bir an önce ameliyat olmalısın dedi. Ben de kendi kendime, Tekin Bey bana her şeyi anlattı ama bomba falan demedi dedim ve sizin yanınıza geldim.” dedi. Ben de kendisine hastalığı ve tedavisi ile ilgili her şeyi anlattığımı, durumunun ciddi olduğunu söylediğimi ve üslubumun bu tür kelimeler kullanmak için uygun olmadığını söyledim. Hastamız bana hak verdi ve hastaneye yatışını yaparak ertesi gün ameliyat ettik. Bu şekilde belindeki fıtığın kendisi için oluşturduğu riskten kurtuldu ve sağlığına kavuştu.
Bu olaydan sonra üslubumu değiştirmeyi çok düşündüm. Belki de hastalarımla konuşurken biraz daha vurgulayıcı kelimeler kullanmalı, çarpıcı tonlamalar yapmalıyım diye düşündüm. Ancak hastalarıma hastalığı ile ilgili her durumu detaylarıyla açıklamayı, tedavi için acil bir durum yoksa, kendisi için önerdiğim tedaviyi yakınlarıyla birlikte değerlendirmesi ve birlikte karar alması için zaman tanımayı kendi tarzım olarak benimsedim. Ancak yine de aynı şeyi söyleyen hekimler arasındaki üslup farklılığından dolayı bile sonuçlar değişebiliyor.
Her hastalıkta olduğu gibi tedavi süreci birçok değişkeni barındırıyor. En önemli değişken ise hastalığın ilerlemesi sırasında oluşan değişiklikler. Bence en doğru sonuca ulaşmak için hastalarımız doktorlarının söylediklerini iyi ve dingin bir şekilde değerlendirmelidir. Farklı doktor görüşü almak isterlerse de onları da not edip yine sağlıklı bir şekilde değerlendirmeli, söylenenler arasında çelişki olduğundan kuşkulanırlarsa bunu doktorlarına net bir şekilde sormalı ve en doğru kararı yine kendileri almalıdır. Tabi ki, acil durumlar dışında. Sağlıkla kalın!