Boşanmış Kadınların Problem Çözme Becerileri ve Bağlanma Stilleri Bakımından İncelenmesi
Yazar Yeliz Yılmaz • Psikolog • 13 Haziran 2018 • Yorumlar:
Günümüzde gelişimsel yaklaşıma göre yapılan araştırmalara bakıldığında ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin , çocuğun gelişimi açısından farklı etkileri olduğu görülmektedir. Bowlby’ye göre, bebeklik döneminde başlayan duygu, düşünce ve davranış örüntüleri yaşam boyu devam etmektedir ve bireyin başkalarıyla kurduğu yakın ilişkilerde de önemli etkileri vardır (1973;1982 akt. Soygüt 2004). Bowlby tarafından ortaya çıkan ‘bağlanma’ kavramı, “Çocuğun kendisini güvende hissetmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, duygusal yakınlık görme beklentilerinin karşılanması arayışı ile kendini gösteren, tutarlılığı ve sürekliliği olan duygusal bir bağ olarak tanımlanmaktadır”.
Çocuk doğduğu andan itibaren birçok faktörle karşı karşıya kalmaktadır ve bu nedenle araştırmacılar çocukluktan yetişkinliğe doğru bireylerin gelişim süreçleri ve bu süreçleri etkileyen faktörler üzerine çalışmalar yapmışlardır. Bu faktörlerden biri olan bağlanma konusunda ilk kez John Bolwby bağlanma kuramında bahsetmiştir. Bağlanma çocuğun dünyaya gelmesiyle başlayan, yaşam boyunca devam eden ve yaşamımızı etkileyen bir ilişki örüntüsüdür ve olması gereken bir durumdur. Bebeklikte bağlanma kavramı; bebeğin belirli kişilere olumlu tepkiler vermesi, o kişilerle daha fazla zaman geçirmek istemesi, korktuğu durumlarda o kişiyi araması ve onun varlığıyla rahatlama duygusunu yaşaması gibi duygu ve davranış örüntülerinin tümünü kapsamaktadır. (Erkuş 1994, Morgan 1991 akt. Soysal, Bodur, İşeri ve Şenol, 2005)
Bağlanma konusunda çalışan kuramcılara göre bağlanma güvenli ve güvensiz olarak 2 ye ayrılmaktadır ve kurulan bağlanma stili yaşam boyu devam etmektedir. Bağlanma davranışı insanların yanı sıra hayvanlarda da araştırılmıştır. Bu araştırmalardan en tanınmışı Harlow'un maymunlarla yaptığı deneysel çalışmadır. Yavru maymunların doğumdan hemen sonra annelerinden ayrılmış ve kendileri için hazırlanan kafeslerde büyütülmüşlerdir. Kafeslere monte edilen manken annelerden biri tahta başlı ve silindirden , diğer anne ise tahta bloktan yapılmış olup yumuşak bir kumaşla kaplanmıştır. Her iki yapay annelerin arkalarına ampul konularak sıcaklık verilmesi sağlanmıştır. Araştırma sonucunda maymunların süt vermese bile tüylü olan manken maymunu seçtikleri bulunmuştur. Bu çalışmadan hareketle bağlanmanın oluşması için sadece fizyolojik ihtiyaçların karşılanmasının yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır. Bunun yanı sıra maymunlarla yapılan çalışmalarda anne-baba ilişkisinden yoksun kalan maymunların çiftleşmekte zorluk çektikleri ve kendi yavrularına daha ağır ceza uyguladıkları yönündedir (Dodson 1995, Donley 1993,Hortaçsu 1991, Holmes 1993,Joseph 1992, Seifert ve Hoffnung 1987 akt. Soysal, Bodur, İşeri ve Şenol, 2005). Lorenzin kuşlarla yaptığı deneylerde de benzer sonuçlar elde edilmiştir. Bulgular, bağlanma deneyiminden yoksun olan kuşların sonrasındaki ilişkilerinin kalitesini etkilediği bulunmuştur. Bir başka çalışmada ise kuzularla çalışan Maccoby, kuzuların tel örgü arkasında gördükleri ve sadece sesini duydukları bir çöp kutusuna bile bağlanabildiklerini belirtmektedir. ( Hortaçsu, 1991 akt. Soysal, Bodur, İşeri ve Şenol, 2005). Araştırmalar sonucunda bağlanmanın oluşabilmesi için yavrunun karşıdan bir tepki almasının yeterli olduğu bulunmuştur.
Canlılarda bağlanma ve annelik davranışı türden türe değişmektedir (Panksepp 2005b Özbaran B., Bildik T., 2006). İnsanlardaki bağlanma davranışı diğer canlılara göre daha karmaşık süreçlerden oluşmaktadır. Hayvanlarda ise bağlanma ilişkisi yavrunun büyümesi ile zayıflamaktadır.
Bağlanma ilişkisinde anne önemli bir konumdadır. Doğumla birlikte kurulan bağlanma ilişkisi, bebek ile anne arasında kurulan iletişimin kalitesini belirlemektedir. Eğer anne kendi anne babasıyla sevgi dolu ve güvenli bir bağlılık ilişkisi geliştirmişsebu durumun kendi evliliği ve çocuğu ile olan ilişkisini olumlu etkileyecektir (Biller 1993,Donley 1993, Habip 1996, Ruble ve ark. 1990, Soysal 1999, Zeanah ve ark 1993, Zeanah ve ark. 1997).
Bowlby’nin bağlanma kuramına göre yeni doğan bebekler, kendisine bakmaya istekli bir yetişkin ile varlığını sürdürebilirler (17,23,24 akt. Sabuncuoğlu O., Berkem M., 2006). Bebekler bakım veren kişi ile etkileşim sağlayacak davranışlar ile dünyaya gelirler. Bowlby’ nin düşüncelerine ek olarak Erikson da bakım veren kişinin bebeğin ihtiyaçlarını ne kadar karşıladığı üzerinde durmaktadır. Burada sadece fiziksel ihtiyaçlar değil yakınlık ve sevgi ihtiyacının da önemli olduğundan bahsetmektedir. Bebeğin ihtiyaçlarını anlama ve yeterince karşılamanın temel güven duygusunun sağlanmasında etkili olacağını ifade etmektedir. Bebek ile anne arasındaki bağlanma,annenin bebeğin ihtiyaçları istekleri doğrultusunda kabul edici davranışlar sergilemesi sonucunda bebek anneyi güvenilir bir insan olarak görmekte ve yaşamının ileriki dönemlerini etkileyecek şekilde güvenli bağlanma tarzı geliştirmektedir (Bylsma, Cozarelli ve Sumer, 1997; Finzi-Dottan ve Diğerleri 2003). Anne- baba ya da bakıcının çocuğun ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılamaya duyarsız kalması, sosyal olarak çocuğa destek olunmaması ve fiziksel- duygusal olarak temasta bulunulmaması çocuktan güvensiz bağlanma tarzının gelişmesine neden olabilmektedir (Peluso, White ve Kern, 2004). Bu çocuklar yaşamın ileriki dönemlerinde anne-babaya güvenmemekte ve tehdit algısı olarak görebilmektedir.Güvenli ve güvensiz bağlanma aile içerisinde kurulan iletişim sonucunda oluşmakta ve bu noktada aile yaşantıları ve anne-babanın ilişkileri önemli etkiye sahip olmaktadır.
İnsanlarda bakım verme doğum sonrası annelik davranışına dönüşmektedir (Panksepp 2004b, Panksepp 2005b). Canlılarda bakım verme davranışını etkileyen vasotosin nörokimyasal maddesi bulunmaktadır ve etkileşimi farklılık göstermektedir. Örneğin kaplumbağalarda yumurtlayana kadar vasotonin düzeyi artarken yumurtladıktan sonra düşmektedir (Panksepp 2004b). Bakım verme davranışı üzerinde ki farklılıklarda biri ise cinsiyettir. Örneğin dişi farelerin hiç doğum yapmamış olmasına rağmen, diğer fare yavrularına karşı daha duyarlı oldukları görülmüştür. Bunun yanı sıra daha önce doğum yapmış olan farelerinde anneliğe duyarlılaşması daha hızlıdır ( Gaineve ve Wray 1994).Birincil bağlanma figürü anne olmasına rağmen bazı bebeklerde temel bağlanma babayla da iyi olmaktadır. Baba ve bebeğin bağlanmasını etkileyen en önemli faktörler anne-babanın iletişim biçimi, evliliklerinden aldıkları doyum ve ilişkilerine ilişkin algılarıdır. Eğer anne ve baba arasında gerginlik yaşanıyorsa baba-bebek ilişkisini de olumsuz olabilmektedir ( Donley 1993).
Bağlanma özelliklerinin yetişkinin hayatındaki davranış tarzlarıyla yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir ( Taycan S., ve Kuruoğlu A. 2014) Bartholomew ve Horowitz’in 1998 yılında yılında yaptıkları çalışmada yetişkin bağlanma stilleri konusunda Dörtlü Bağlanma Modeli (DBM) adı verilen bir bağlanma modeli ileri sürmüşlerdir (13,14). Bu modele göre ;
Güvenli Bağlanma: Benlik imajının ve diğer insanların olumlu algılandığı, kendisini sevilmeye değer bulan, diğer insanlarla yakın ilişkiler kurabilen , yalnız kalma kaygısı bulunmayan kişiler olarak tanımlanmıştır.
Saplantılı Bağlanma: Benlik imajının ve diğer insanların olumsuz algılandığı, yoğun olarak yalnız kalma kaygısı yaşayan ve kendilerini sevilmeye değer bulmayan kişiler olarak tanımlanmıştır.
Kayıtsız Bağlanma:Olumlu benlik imajına sahip olan fakat diğer insanların olumsuz algılandığı, kendini sevilmeye değer bulan ama diğer kişilerin olumsuz beklentileri olduğunu düşünerek yakın ilişki kurmaktan kaçınan, hayal kırıklığı yaşamamak için kendilerini koruyan ve bağımsızlıklarını sürdürmek isteyen kişiler olarak tanımlanmıştır.
Korkulan Bağlanma: Benlik imajının ve diğer insanların olumsuz algılandığı, kendilerini değersiz gören, yalnız kalma kaygısı kaygısı yaşayan bu nedenle yakın ilişkiler kurmaktan kaçınan, yoğun olarak incitilme, kaybetme ve reddedilme kaygısı taşıyan kişiler olarak tanımlanmıştır.
Evlilik farklı özelliklere sahip iki insanın hayatlarını birlikte devam ettirmek istemeleri ile başlayan bir süreçtir. Eşler daima birbirlerinin istedikleri şekilde davranamabilirler bu durum ise aralarında çatışma yaşamalarına neden olabilir. Bu çatışmaların nedenleri ekonomik, kültürel, sosyal ve eğitimsel olabilceği gibi eşlerin kişilik özellikleriylede ilgili olabilir. Psikiyatrik sorunlar ve evlilik uyumu ile ilgili yapılan araştırma sonuçları farklılık göstermektedir. Birtchnell ve Kennard’ın (1993) yaptıkları çalışmada psikiyatrik hastalığın varlığında evliliğin devam etmesinin zorlaşacağı belirtilmiştir. Bir başka çalışmada ise evlilik uyumu ve depresyon arasında negatif bir ilişki olduğu belirtilmektedir (Kim 2012). Evlilik sorunları yaşayan kadınların daha kaygılı ve kaçınan oldukları bulunmuştur (Taycan ve Kuruoğlu 2003). Akciğer kanser hastaları ve eşlerinin bağlanma stilleri ve eş uyumunun araştırıldığı bir çalışmada; kaçınan ve kaygılı bağlanma stilinin depresyon ve evlilik kalitesinde bozulma ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca kaçınan bağlanma stili olan hastaların eşlerinde daha yüksek düzeyde öfke ve depresyon yaşadıkları bildirilmiştir (Porter ve ark. 2012). Buna benzer bir araştırmada ise bağlanma stilinin eş kaybından sonra yaşanan yas sürecinde etkili olduğu vurgulanmıştır ( Mancini ve ark 2009). Bağlanma stili ve evlilik uyumu arasındaki ilişkinin araştırıldığı bir çalışmada , güvensiz bağlanmanın evlilik ilişkisinin bozuk olduğu durumlarda bireyleri depresyona daha yatkın hale getirdiği vurgulanmaktadır (Scott ve Cordona 2002). Bir başka çalışmada ise güvenli bağlanma stiline sahip olan bireylerin problem çözme davranışlarının geliştiği, kaçınanların ise problemleri çözmek yerine kaçındıkları belirtilmiştir (Taycan ve Kuruoğlu 2003).
Günümüzde toplumsal yapının değişmesi, kadının iş hayatında daha fazla yer alması, eğitimli kadınların artması ve geniş ailenin evlilikler üzerindeki etkilerinin azalmasıyla birlikte kadınlar daha da özgürleşerek geleneksel yapıdan esnek bir yapıya geçilmeye başlanmıştır. Toplumun kadın ve erkeğe yüklediği görevlerinde değişmesiyle birlikte boşanma oranlarının arttığı gözlemlenmektedir. Günümüzde evlilik oranları düşerken boşanma oranları artmaktadır ( Landis, 1975, akt. Beştepe ve ark, 2010,s. 15). Evlilikte çiftler ruhsal,sosyal, bedensel ve fiziksel sorunlar yaşayabilir. Bazı bireyler bu sorunlarla daha kolay başedebilirken bazı bireyler ise sağlıklı iletişimden yoksunsa evlilik çatışmaları yaşanabilmektedir ( Christensen& Shenk, 1990; akt. Karahan, 2007, s.846).
Yaşanılan çatışmaların çözülmesi kimi zaman boşanma ile sonuçlanmaktadır. Boşanmanın bir çok nedeni olmakla birlikte günümüzde çok sık karşılaşılan nedenler eşlerin birbirlerinin beklentileri karşılayamaması, iletişim sorunları ve kültürel farklılıklar olarak karşımıza çıkmaktadır (Şendil ve Kızılbağ, 2005). Boşanma ve boşanma sonrasinda yaşanılan en büyük sorunlardan birisi ise erkeğin ve kadının hayatını yeniden düzenlemesi ve yaşanılan zorluklarla başetmeleridir. Bu sorunlarla başetmeleri için etkili problem çözme, çözüm yollarının belirlenmesi ve en uygun seçeneğin uygulanması ile mümkündür (Morgan 1999).
Boşanma sürecinde problem çözme becerilerinde cinsiyet farkı olduğu birçok araştırmacı tarafından ortaya konulmuştur. Kadınların boşanma sürecinde problem çözme becerilerinin erkeklere göre düşük olmasının toplumsal baskı, kültürel yapı, eğitim, geliri durumu ve sosyal destek gibi bir çok nedeni olabilir (Schalk 2005). Bağlanma kuramına göre, bağlanma örüntüsü kriz durumlarında etkin hale gelmektedir. Boşanma sonrasında bireyleri yaşadığı kriz durumunda bağlanma stillerinin aktive olacağı düşünülmektedir. Literatüre bakıldığında bu konuda çalışan terapistler, kriz anında yaşanan bu örüntülerin düzelip düzelmeyeceği konusunda çalışmalar yapmaktadır. Bowlby’nin Güvenli Üs adlı kitabında ve Ainsworth (1989) ile Bretherton (1990) yazdığı yazılarında bağlanmanın örüntülerinin terapötik süreçte değişebileceğinden bahsetmişlerdir. Bu süreçte Bowlby’e göre bağlanma örüntüsünün değişmesi için 5 aşama vardır. İlki güvenli üs, bireyin kendisine acı veren yanlarını ve özelliklerini tanımasına imkan verecek güvenli bir ortam sağlamaktır. İkincisi bireyin diğer insanlarla yaşadığı ilişki örüntülerini keşfetmesini sağlamak, üçüncüsü bireyin bağlanma figürleri üzerinde durmak. Dördüncüsü yaşadığı duygu, beklenti ve algılarının, çocukluk ve ergenlik döneminde ebeveyniyle olan ilişkisinden ne kadar etkilendiğini fark ettirmektir. Beşincisi ise bireyin geçmişte yaşadığı acı verici olayları ve ebeveyni ile yaşadığı yanlış yönlendirme sonucunda benlik algısı ve diğer insanlarla yaşadığı ilişki örüntülerinin değişebileceğini farkına varmasını sağlamaktır.