Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet

Yazar Aylin Cengiz AkpınarlıPsikolog • 28 Aralık 2020 • Yorumlar:

Çoğu kültürde aynı anlamda kullanılan, ayrımı Türkiye’de de henüz yeni yeni gerçekleşen cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını, biyolojik ve toplumsal yönden tanımlamak mümkündür.

Cinsiyet, bireyin kadın ya da erkek oluşunun biyolojik, fizyolojik ve genetik boyutlarını ifade etmektedir. Temelde cinsiyet, kadın ve erkeğin biyolojik farklılıklarını ifade eder. Örneğin, bebeğin cinsel organına göre biyolojik cinsiyetinin ayrımı yapılır ve kimliğine işlenir. İngilizcede bu terim “sex” olarak karşılığını bulur.

Kişinin biyolojik cinsiyetine göre toplumun oluşturduğu ve günlük yaşamda kadın ya da erkek olmaktan bahsedilen kavram ise toplumsal cinsiyeti ifade eder. Bu terim ise İngilizcede “gender” olarak karşılığını bulur.

Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet terimleri, cinsiyetler arasındaki farkı anlamlandırma amacıyla kullanılan kavramlardır. Cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki anatomik farkı ifade ederken, toplumsal cinsiyet; kadın ve erkek arasındaki toplumsal inşa farkını ifade etmektedir.

Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder; kültürel bir yapıyı karşılar ve genellikle bireyin biyolojik yapısıyla ilişkili bulunan psikolojik özelliklerini de kapsar (Dökmen, 2010, s. 20).

Örneğin bir bebeğin erkek olduğunun öğrenildiği andan itibaren oluşturulan tüm düzen ve davranışlar toplumsal cinsiyetini şekillendirmeyi amaçlar. Böylelikle birey kadın veya erkek olmayı öğrenerek büyür. Cinsiyetlerine biçilen rolleri oynarlar ve yaşamlarını bu düzene göre şekillendirmek durumunda kalırlar.

Simone de Beauvoir cinsiyet ve toplumsal cinsiyet farkını, İkinci Cins (The Second Sex) adlı çalışmasında “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” şeklinde özetlemiş, cinsiyet oluşumunda çevrenin ne kadar etkili olduğunu vurgulamıştır. Kadınlar ve erkekler arasındaki farkların biyolojik koşullardan değil, kültürel koşullardan etkilendiğini ortaya atmıştır. Bu düşünceyle, kadınlarla erkekler arasındaki davranışsal ve psikolojik farklılıkların biyolojik ve genetik kaynaklardan ziyade, toplumsal ve kültürel öğrenilmişliklerle ilişkili olduğu fikri gelişmiştir. Kadın ve erkek arasındaki anatomik farklar dışındaki farkların biyolojik temelli olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal Cinsiyet Rolleri

Kadınların ve erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerini açıklayabilmek için öncelikle iki cinsin farklılıklarının ne olduğuna odaklanmak gerekebilir. Cinsiyet farklılıklarıyla ilgili genellemeler çoktur. Örneğin, kadınların daha duygusal ve kırılgan, erkeklerin daha saldırgan, kadınların ev işlerinde yetenekli, erkeklerin iş hayatında, kadınların sözel alanlarda, erkeklerin sayısal alanlarda başarılı olduğu şeklinde genellemeler arttırılabilir. Cinsiyet farklılıklarıyla ilgili pek çok araştırmanın varlığıyla birlikte, daha önceden de belirttiğimiz doğa görüşünü savunanlar bu farklılıkların cinsiyetlerin doğası gereği olduğunu, bu sayede oluşan cinsiyet rollerinin, toplumsal düzeni sağlayacağını düşünürler. Fakat önemli bir gerçek vardır ki, son yıllarda yapılan pek çok araştırma, cinsiyetler arası farklılığın sadece bazı biyolojik farklılıklardan ibaret olduğunu göstermiştir. Hücrelerimizde bulunan 23. cinsiyet kromozomları nedeniyle oluşan cinsiyet farklılığı; cinsel organlarda, hormonlarda, üreme fonksiyonunda farklılıklara neden olmuştur. Böylelikle, vücut yapılarında ya da ses tellerinde değişiklik şeklinde fizyolojik farklılaşmalar oluşabilmektedir.

Dökmen’ e göre, kadın ve erkek cinsleri arasındaki gerçek farklılıklar bazı biyolojik özelliklerdir. Diğer farklılıklar gerçek farklılıklar değildir, kültür ve toplumun inşa ettiği özelliklerdir. Gerçek olmayan farklılıklar, toplumun kendi kalıplarını bireye dayatması sonucu meydana gelir. Gerçek farklılıklar ise, doğuştan gelen, kalıcı ve öğrenilmemiş farklılıkları ifade etmektedir. (Dökmen, 2010, s.23). Bu açıdan baktığımızda, gerçek farklılıkların yukarıda bahsedilen; cinsiyet kromozomu, üreme organları, hormonlar, kas ve vücut yapısı gibi farklılıklar olduğunu görebiliriz. Kadınlar ve erkekler hakkındaki genellemelerde ya da basmakalıp fikirlerde, ‘gerçek farklılıklar’ dışında kalanların her zaman geçerli olamayacağı bilinmelidir. Örneğin, duygusal olmanın kadına özgü olmadığı, erkeklerin de duygusal olabileceği gerçeğini unutmamak gerekir. Bu nedenle, kadınların daha duygusal oldukları genellemesi daha birçok kalıp yargı gibi ‘gerçek farklılık’ ölçütüne girmemektedir. Cinsiyetler arasında, biyolojik kökenli yani gerçek farklılık olmayan genellemeler, toplumun kadına ve erkeğe atfettiği beklentilerdir. Ev işlerinde kadınların başarılı olduğu ve bu nedenle kadınların yapmaları gerektiği beklentisi buna iyi bir örnektir. “ Bazı farklılıkların biyolojik olmasına karşın çoğu farklılık tamamen kültürel ve sosyaldir.” (Dökmen, 2010, s. 143)

Cinsiyet rolü farklılaşması, cinsiyetlerdeki davranış farklılıkları, tutumları ve ruhsal özellikleri ile ilişkilidir. Bu farklılaşma da, cinsiyet kalıp yargılarının veya cinsiyetler hakkında inanışların oluşmasına yol açar. Ancak, kadın ve erkek cinslerinin; bilişsel stil, yaratıcılık, bağımsızlık, etkileme gücü, genel benlik saygısı, duygusallığı, empati, sosyallik, ya konuşkanlık gibi özelliklerde farklılıkların olduğunu gösteren hiçbir tutarlı kanıt yoktur (Marini, 1990, s. 97). Benzer şekilde Dökmen’ de kadın ve erkek farklılıklarına yönelik yapılan araştırmalarda anlamlı bir fark gözlenmediğini belirtmiştir. Çocukluk döneminde kız ve erkek çocuklarındaki bazı farklılıkların, örneğin saldırganlık, olduğu gözlenmiştir. Kız çocuklarındaki saldırganlık, erkek çocuklarına göre daha uygunsuz bulunduğu için, kızlardaki saldırganlık oranları daha düşük çıkabilmektedir. Benzer şekilde, küçük yaşlardan itibaren kız çocuklarının bakım vermeyle ilgili eğitilmesi, erkeklerden daha bakım verici olmasına neden olmaktadır (Dökmen, 2010, s. 152-153).

Toplumsal cinsiyet rolü kavramında, ‘rol’ kelimesinin anlam olarak özel bir katkısı vardır. Rol, bir kişiliği canlandıran oyuncunun söylemesi ve yapması gereken hareketlerin genel adıdır (TDK, 2006). Diğer anlamı; bir işte bir kimsenin üstüne düşen görev olarak açıklanır. Üçüncü bir anlam olarak ise Türk Dil Kurumu rol kavramını, ‘gerçek olmayan davranış, gösteriş’ şeklinde açıklamıştır. Bu anlamlar, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolü kalıbındaki ‘rol’ kavramına uygun açıklamalardır. Birey, kadın ya da erkek oluşuna göre biçilen kadınlık ya da erkeklik rolüne uymak durumundadır.

Toplumsal cinsiyet rolleri,  toplumun kadının ve erkeğin farklılıklarını tanımlayarak, bu farklılıklara göre inşa ettiği ve kişilerin uygulamalarını beklediği rol kalıplarıdır. Cinsiyetle ilişkili, toplumun tanımladığı ve kişilerden yerine getirmelerini beklediği beklentilere ‘toplumsal cinsiyet rolü’ denir. Toplum, kadın ve erkek için belirlediği ‘senaryo’ya bağlı kalınmasını, rollerin ‘oynanmasını’ bekler (Dökmen, 2010, s. 29). Bireyin biyolojik cinsiyeti öğrenildiği andan itibaren toplumsal cinsiyet rolleri kadına ve erkeğe yüklenir; kız bebek pembe, erkek bebek mavi giyer, kız çocuğun saçı uzatılır, erkek çocuğun saçı kısa olur. Bütün bu roller biçimlenerek bireyi yaşam boyu takip eder; kadın makyaj yapar, erkek kravat takar, kadın ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumludur, erkek ev ekonomisinden, kadın duygusal ve narindir, erkek güçlü ve serttir, kadınlar ağlar, erkekler ağlamaz.

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)