Çocuklarda Ayrılık Kaygısı Bozukluğu
Yazar Miray Temel • 21 Ağustos 2024 • Yorumlar:
ÇOCUKLARDA AYRILIK KAYGISI
Çocukluk dönemi, bireyin fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişim süreçlerinin hızla ilerlediği, yaşamın temel taşlarının atıldığı bir dönemdir. Bu dönem, doğumdan ergenliğe kadar olan süreyi kapsar ve çocukların çevreleriyle olan etkileşimleri, kendilik algıları ve sosyal becerileri üzerinde derin etkiler bırakır. Çocukluk dönemi, genellikle bebeklik (0-2 yaş), erken çocukluk (2-6 yaş), orta çocukluk (6-12 yaş) ve geç çocukluk (12-18 yaş) olarak sınıflandırılır ve her bir aşama, çocukların gelişimsel ihtiyaçları ve psikolojik durumları açısından benzersiz özellikler taşır. (Işık, 2006).
Bebeklik döneminde, çocuklar kendilerini çevrelerinden gelen güvenlik ve destek sinyallerine göre şekillendirirler. Bu dönemde, çocuklar temel bağlanma biçimlerini geliştirirler; bu bağlanma, özellikle ebeveynleriyle olan ilişkilerinde yoğun olarak görülür. Ebeveynlerin güven verici varlığı, çocukların duygusal ve psikolojik güvenliklerini sağlar. Ayrılık kaygısı, bu bağlanma ilişkileri tehdit edildiğinde ortaya çıkar. Bebekler ve küçük çocuklar, ebeveynlerinin ayrılması durumunda sıkça huzursuzluk, ağlama ve kaygı gibi tepkiler gösterirler. Bu durum, çocukların kendilerini güvende hissetmelerinin temelinde yatan bağlanma ihtiyacını yansıtır.(Işık, 2006).
Erken çocukluk döneminde, çocuklar dil ve sosyal beceriler geliştirmeye başlarlar. Bu aşamada, çocuklar bağımsızlıklarını artırma ve çevrelerindeki dünyayı keşfetme sürecindedirler. Ancak, ayrılık kaygısı hala önemli bir rol oynamaktadır. Bu dönemde çocuklar, sosyal etkileşimler ve oyun yoluyla kendilerini ifade ederken, ayrılık durumlarında daha karmaşık duygusal tepkiler sergileyebilirler. Ayrılık kaygısı, çocukların okul öncesi kurumlarda veya sosyal ortamlarda yeni deneyimlerle karşılaşmaları sırasında daha belirgin hale gelebilir.
Orta çocukluk döneminde, çocuklar okul yaşamına başlamış ve sosyal çevreleri genişlemiştir. Bu dönemde ayrılık kaygısı genellikle azalmaya başlar, ancak çocuklar hala ayrılık durumlarına duyarlı olabilirler, özellikle ailevi veya sosyal değişiklikler söz konusu olduğunda. Çocuklar, bu dönemde kimlik gelişimi ve sosyal yetenekler üzerinde yoğunlaşırken, ayrılık kaygısının etkileri duygusal ve davranışsal düzeyde kendini gösterebilir.
Bu makalede, çocukluk döneminin her aşamasında ayrılık kaygısının nasıl geliştiği, çocukların duygusal ve sosyal gelişimleri üzerindeki etkileri incelenecektir. Ayrılık kaygısının çocukların genel gelişim süreçlerine olan yansımaları ve bu durumu yönetmeye yönelik etkili stratejiler ele alınacaktır. Ayrılık kaygısının anlaşılması, ebeveynler, eğitimciler ve çocuk gelişim uzmanları için çocukların sağlıklı gelişim süreçlerini desteklemek adına kritik bir öneme sahiptir.
Ayrılık kaygısı, genel olarak çocukluk döneminde ortaya çıkan ve bu dönemde gözlemlenen bir durum olarak kabul edilmiştir. Yetişkinlerde ayrılık kaygısı, DSM IV ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ayrı bir kategori olarak sınıflandırılmamıştır. Ancak, DSM V'te bu durumun tanımı güncellenmiş ve altı aydan uzun süren, gelişimsel olarak uygun olmayan bir tepki olarak değerlendirilmiştir. ( Betül, 2017). DSM-5 e göre ayrılık kaygısı bozukluğunun tanı kriterlerinin en az üçünün altı ay veya daha uzun bir süre görülmesi gerekmektedir. Bu tanı kriterlerine göre, bireylerin evden yalnız başlarına veya bağlandıkları kişilerden ayrı olarak bulunmaları zor olabilir. Ayrıca, bu kişiler, bağlanma nesneleriyle ilgili sürekli ya da sık sık kötü bir şeyler olacağına dair yoğun kaygılar taşıyabilirler. Ayrılık kaygısı nedeniyle okul veya diğer sosyal ortamlara gitmekte isteksizlik gösterebilirler. Bunun yanı sıra, evde tek başına kalmaktan veya bağlandıkları kişiler olmadan farklı yerlerde bulunmaktan kaçınma eğiliminde olabilirler. Ayrılık korkusuna bağlı olarak kâbuslar yaşanabilir. (Betül, 2017). Bu belirtilerin çocuklarda en az dört hafta, yetişkinlerde ise altı aydan uzun bir süre boyunca devam etmesi, tanı koyma kriterlerinden biri olarak belirlenmiştir. Ayrıca, bu belirtilerin bireyin günlük yaşam işlevselliğini ne ölçüde etkilediği de değerlendirme kriterleri arasında yer almaktadır.
Ayrılık kaygısı bozukluğunda karın ağrısı, bulantı, kusma, baş ağrısı, halsizlik hissi gibi somatik yakınmalar da sık görülür. Bu yakınmalar genellikle ayrılık durumunda gözlenebilir. (Güçlü, 2015). Ayrılık kaygısında en sık görülen belirtilerden biri de okula gitmeme isteğidir. Okul reddi yaşayan çocuklarda sorun genellikle, okul hakkında belirsiz yakınmalar, okula gitmek istememe ve ebeveynler ile öğretmenlerin ikna çabalarına rağmen okulda kalmayı reddetme şeklinde başlar. Okula gitme zamanı yaklaştığında, çocuklarda belirgin kaygı ve panik belirtileri ortaya çıkar. Çocukların çoğu, okula gitmek için evden ayrılamazken, bunu başarabilenler ise çoğunlukla yolda geri dönmek isteyebilirler. Bazı çocuklar, okula gitmeye hazır olduklarını birçok kez ifade etse de, okul zamanı geldiğinde bunu gerçekleştiremeyebilirler. (Güçlü, 2015). Ayrılık kaygısını diğer kaygılardan ayıran tanı, ayrılık kaygısında kişi için önemli olan insandan ayrılma ya da ayrılma korkusunun yaşanmasıdır (Işık, 2006).
Ayrılık Kaygısı Sebepleri
İnsanlar, biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerin bir araya geldiği bir gelişim süreci içinde bulunur. Yaşam boyunca karşılaşılan olaylar ve koşullar, kişiyi dolaylı veya doğrudan etkileyerek genel yaşamını şekillendirir. Bu etkiler, psikolojik sağlığı da etkileyebilir. Özellikle çocukluk ve genç yetişkinlik dönemlerinde yaşanan olaylar, kişinin psikolojik gelişimini ve sağlığını belirleyici bir rol oynar. Bu nedenle, birçok psikoloji kuramcısı, insan gelişiminin ilk dönemlerine ve ergenlik dönemine odaklanmıştır. Çocukluk döneminde yaşanan sorunlar, gelecekte psikopatolojik durumların temelini oluşturabilir. Özellikle, çocuklukta karşılaşılan problemler, ilerleyen yaşlarda işlevsellikte bozulmalara ve kaygıya yol açabilir. (Kaya, 2021). Ayrılma kaygısı bozukluğunun genetik alt yapısı vardır (Morrıson, 2019).
Doğum süreci bebek için hem fiziksel hem de duygusal olarak önemli bir dönüm noktasıdır. Doğumdan hemen sonra bebek, anne karnındaki güvenli ortamdan dış dünyaya geçiş yapar ve bu geçiş, ilk kaygı deneyimlerinin temelini oluşturur. Doğum anında, bebek yeni bir çevreye, bilinmeyen bir dünyaya ve ayrılık hissine maruz kalır. Bu, bebeğin ilk ayrılık kaygısını tetikleyen bir durumdur. Doğum, bebeğin anne ve bakım verenlerinden ayrılmasının yanı sıra, çevresel uyarıcılara karşı duyarlılığını da artırır. Bu bağlamda, bebeklerin doğum sırasında yaşadığı ilk kaygı, hem çevresel değişikliklere hem de anne-bebek bağının kurulma sürecine yönelik bir tepki olarak değerlendirilebilir. Bu ilk kaygı deneyimi, çocukluk dönemindeki gelişimsel süreçlerin ve ilerleyen yaşlarda yaşanabilecek ayrılık kaygısının temelini atabilir. (Klein, 2018).
Çocukluk döneminde, ebeveyn tutumları, aşırı korumacılık, yetiştirme yöntemleri ve davranış öğretme stratejileri çocuğun kaygı seviyesini etkileyen önemli faktörlerdir. Çocuğun ihtiyaçlarının nasıl karşılandığı, bu ihtiyaçların karşılanma yöntemleri ve çelişkili ebeveyn tutumları, kaygı düzeyini artırabilir. Ergenlik döneminde ise, ebeveyn tutumları, psikolojik ve fiziksel şiddet, aşırı tepkiler ve yüksek ebeveyn kaygısı, kaygı düzeyini etkileyen unsurlar arasında yer alır (Geçtan, 2014). Ayrılma kaygısı bozukluğunun temelinde, hem bebeklerde hem de yetişkinlerde kişiler arası bağlanma modellerinin önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir.
Güvenli bağlanma, bireylerin olumsuz duyguları yönetmelerinde içsel bir destek sağlar ve yaşamın getirdiği zorluklara karşı dayanıklılık ve esneklik kazandırır. Ayrıca, bireylerin başa çıkma becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Erken çocukluk döneminde güvenli bir bağlanma ilişkisi kuramayan çocuklar, etkili başa çıkma stratejileri geliştirmekte zorlanabilirler. Güvensiz bağlanma ise olumsuz duygusal durumlar ve ruhsal sağlık problemleri için bir risk faktörü oluşturur. (Kesebir, Kavzoğlu ve Üstündağ, 2011). Her iki bağlanma tarzı da çocuğun sosyal ve duygusal gelişimini etkiler ve ilerleyen yaşlarda ilişkilerinde belirgin etkiler yaratabilir.
Tedavi:
Ayrılık kaygısı bozukluğu olan çocuklar ve yetişkinlerde tedavi süreçleri, çeşitli kuramlar arasında benzerlikler ve farklılıklar gösterse de, aile terapisinin ve aile psikoeğitiminin bu süreçte büyük bir rol oynadığı ve etkili olduğu belirlenmiştir. Aynı zamanda tedavi sürecinde Bilişsel Davranışçı Terapi ve Oyun terapilerinin de etkili olduğu gözlemlenmiştir. Yapılan çalışmalarda ayrılma kaygısı bozukluğu yaşayanların 3/2 sinin davranışsal yaklaşımlar ile düzelebildiği görülmüştür ( Fatih,2009). Özetlemek gerekirse ayrılık kaygısı bozukluğunda kullanılan ekolller; şema terapi, bilişsel-davranışçı terapi, grup psikoterapisi, psikodinamik tedavi, oyun terapisi ve ilaç tedavisi olarak değerlendirilmiştir. ( Fatih, 2009).
Sonuç ve Öneriler:
Ayrılma kaygısı bozukluğu hem okul öncesi hem de okul çağı çocuklarında görülebileceği gibi, yetişkinlik döneminde de ortaya çıkabilir. Araştırmacılara göre, bu bozukluk genellikle bireyin bağlanma biçimlerine ve bakım veren kişiyle geliştirdiği güven ya da güvensizlik ilişkilerine dayanarak tetiklenebilir (Najam ve Kausar, 2012). Ayrılık Kaygısı Bozukluğunda aile ve çocuğun bilgilendirilmesi, ayrılık kaygısı bozukluğunun sürdürmeye ve pekiştirmeye yönelik davranışların farkına varılmasına, azaltılmasına ve ortadan kaldırılmasına yardımcı olur. Bilişsel davranışçı yaklaşımlar arasında kademeli maruz bırakma (sistematik duyarsızlaştırma), olumlu pekiştirme, model oluşturma ve sorun çözme becerilerini geliştirme gibi yöntemler sıklıkla kullanılmakta ve genellikle kısa sürede etkili sonuçlar vermektedir. Bilişsel yaklaşımlarda amaç, çocuğun kaygı yaratan düşüncelerini tanımasını sağlamak ve daha gerçekçi, akılcı düşünceler geliştirmesine yardımcı olmaktır. Sistematik duyarsızlaştırma ise çocuğun kaygıyı tetikleyen ortamlarda, düşük kaygı seviyesinden daha yüksek kaygı seviyesine doğru kademeli bir şekilde maruz bırakılmasına dayanır. (Güçlü, 2015). Aile tedavisinde ise ebeveynlerin çocuklarına karşı tutarlı bir yaklaşım sergilemeleri önemlidir. Özellikle annenin çocukla olan bağımlılığı üzerinde çalışılmalı ve çocuğun bağımsızlık kazanması teşvik edilmelidir. Annenin çocuğa yönelik kaygıları giderilmelidir. Ebeveynlerin çocuğa anlayışlı ve destekleyici bir yaklaşım sergilemesi, pozitif ve sıcak bir iletişim kurmaları, çocuğun güven duygusunu geliştirir ve ebeveynlerden daha kolay ayrılmasını sağlar. Oyun terapisinde ise çocuğa güvenli bir ortam sunularak duygusal ifadesini anlatmasına ve kaygının anlaşılmasını sağlar. Terapist, çocuğun bağımsızlık becerilerini kademeli olarak geliştirmesine yardımcı olurken, ebeveynlerle iş birliği içinde çalışarak çocukların ayrılık durumlarında daha güvenli hissetmelerini sağlamak için çeşitli stratejiler sunar. Çocuğun duygusal düzenleme teknikleri öğrenmesi ve pozitif pekiştirme yoluyla başarılarının kutlanması, kaygı düzeylerini azaltmada önemli rol oynar.(Öğretir, 2008). Özetle birçok yöntem kullanılarak çocuğun ayrılık kaygısı semptomları azaltılabilir veya ortadan kaldırılabilir.