Çocukların Gelişimi
Çocuk Psikolojisi çalışmalarında sık sık üzerinde durulan “gelişme” kavramı çoğunlukla “büyüme” ve “olgunlaşma” kavramlarıyla karıştırılmaktadır. Büyüme kavramı bedende gerçekleşen sayısal değişiklikleri içerirken, olgunlaşma kavramı organizmanın temelindeki güçlerin göreve hazır bir duruma ulaştıklarının belirtisidir. Oysaki gelişme kavramı değişikliklerin niceliği yanında niteliğini de içerir. Düzenli, uyumlu ve sürekli bir ilerlemeyi dile getirir.
Duygusal gelişim açısından bireyin gelişimi ele alındığında Erikson ve Freud gibi önemli isimler karşımıza çıkmaktadır. Freud kişisel ve duygusal gelişim yüzlerinin ilk yedi yılda biçimlendiğini savunmaktadır. Çocuğun 7 yaşına kadar Oral Dönem (0-18 ay), Anal Dönem (1,5-3 yaş) ve Fallik Dönemlerden (3-7 yaş) geçtiğini belirtmektedir. Freud’a göre oral dönem, bebeğin annesine en bağımlı olduğu ve onun bakımına en çok gereksinim duyduğu dönemdir. Anal dönemde çocuk kaslarını ve dışkısını kontrol etmeye başlamaktadır. Annenin bu dönemdeki tutumu ve dışkılama işlevine ilişkin kendi duyguları, çocuğun ileride sahip olacağı karakter özelliklerini önemli oranda etkilemektedir. Fallik dönemde ise cinsellik ve saldırganlık içerikli duygular önem kazanmaktadır. Yine bu dönemde yaşanan Oedipus karmaşasıyla farklı cinsten olan ebeveyne karşı cinsel duygular, aynı cinsten ebeveyne karşı ise düşmanca duygular yaşanmaktadır. Beşinci yaştan sonra bu etki ortadan kalkmakta ya da bastırılmakta ve yaşam boyu kişiliği etkileyen bir güç olarak kalmaktadır.
Bir diğer isim olan Erikson’a göre, insan yavrusunun yetişkin oluncaya dek gelişmenin psiko-sosyal görevlerini çözümlemesi gerekmektedir. Hayatın ilk yılında bebeğin psiko-sosyal görevi güvenmeyi öğrenmektir. Bebekle annesi arasındaki ilişkiden doğan güven duygusu, insanın ileride kuracağı kişilerarası ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. 1 yaştan 3 yaşa kadar süren ikinci evrede çocuklar bağımsızlık gereksinimi duymakta ve özgür bırakılmak istemektedirler. Beş yaşın sonuna kadar süren dönemde çocuk çevresindeki her şeyi merakla incelemeye başlamaktadır. Bu dönemde ebeveynlerin yapması gereken çocuğun merakını gidermek ve girişimlerini desteklemektir. Tersine çocuk girişimleri için eleştirilirse suçluluk duygusu oluşturabilmektedir. 6-11 yaşlara denk düşen okul çağı döneminde ise çocuklar sürekli etkinlik halindedir. Çocuğun bu çabalarına karşı çıkılması durumunda çocuk yaptıklarının değersizliğine inanıp aşağılık duygusuna kapılabilir. 11-13 yaşlarında başlayan erinlik döneminde ise birey kimliğini arayış çabası içine girmektedir.
Çocukların bilişsel gelişimleri ele alındığında ise duyu-hareket dönemi olarak adlandırılan 0-2 yaş döneminde bebeğin öğrenmesi, algı ve hareketlerini organize hareket etme, duyu-hareket şeması biçiminde düzenleme ve geliştirmekten ibarettir. 2-7 yaşları arasını kapsayan işlem öncesi dönemde çocuklarda benmerkezci düşünce hakimdir. Ayrıca işlemleri tersine çeviremezler, mantıksal düşünme becerileri gelişmemiştir, nesnelerin görünüşünün etkisi altındadırlar. Nesneleri gerçek işlevlerinden farklı olarak başka şeylerin simgesi gibi kullanmaya başlarlar. 7-11 yaşa denk gelen somut işlemler döneminde ise çocuklarda benmerkezciliğin yerini sosyal davranış almaktadır. Odaklaşma, tersine dönebilirlik ve korunumla ilgili sınırlılıklar giderilmektedir. Sıralama ve sınıflama yeteneği gelişmektedir. Problemlerin çözülmesi somut nesnelerin çocuğun gözünün önünde olması bağlı olmaktadır. Bu dönemin ardından gelen soyut işlemler döneminde ise çocuk nesne ve olaylar göz önünde olmadığı halde soyut düşünebilmekte, ulaşılan sonuçlar hakkında genellemeler yapabilmekte, soyut durumları sistematik olarak sınayabilmektedir.
Bireyin sosyal gelişimine bakıldığında bebeğin 3 ay dolaylarında insanla objeler arasındaki farkı görerek, değişik tepkiler göstermesiyle sosyalleşme sürecinin başladığı söylenebilmektedir. 2 yaşın başlamasıyla birlikte çocuklar, kendilerinden benmerkezci, bağımlı kişiler olmaları yerine bağımsız birer varlık olmalarının beklendiğini öğrenmektedirler. İlk çocukluk evresinde çocuk, sosyal ilişkinin nasıl kurulduğunu, ev dışındaki insanlarla, özellikle kendi yaşıtlarıyla nasıl beraber olunacağını öğrenmeye başlamakta, uyum ve işbirliği gelişmektedir. Son çocukluk döneminde ise çocuk kendini sınıf, arkadaş ve oyun grubu içinde bulmakta, bu da onu kendi cinsiyetindeki grubun tüm faaliyetlerine katılmaya, arkadaşlarıyla iletişim kurmaya doğru yönlendirmektedir. Ayrıca bu dönemdeki çocuklar etraftakilerden ki genellikle kendi yaş grubundakilerden kolaylıkla etkilenmekte, erişkinlerin görüşlerine karşı koymakta, rekabeti sevmektedirler.
Cinsel gelişim ve eğitim açısından incelendiğinde çocukta cinsiyet farkıyla ilgili soruların 2. yaşta, doğumla ilgili olanlarınsa 3-4. yaşta başladığı görülmektedir. Çocuğun cinsel merakı öteki meraklar gibi yerinde ve sağlıklıdır. Bu, dünyayı tanıma ihtiyacından doğmaktadır. Bu sorular çocuğun karakterine, gelişimine uygun olarak cevaplanmalıdır. Soruları cevapsız bırakıp konuşulmaması gereken konular olarak davranmak çocuğun bu merakını sağlıklı olmayan yollardan karşılamasına neden olabilmektedir. Cinsel eğitimin amacı, yalnızca çocuğun bazı sosyal kurallara uymasını sağlamak değil, insanın sevgi içinde serbestçe gelişimini ve kendinde bulunan cinsel güçleri olabildiğince düzenlemesini, bunları bilinçli olarak elde tutmasını, kendisinin ve başkalarının mutluluğu için bunlardan yararlanmasını sağlamaktır.
Ergenlik döneminde çeşitli davranış ve uyum problemleri görülmektedir. Ancak bu dönemdekiler önceki dönemlere göre farklılaşmaktadır. Evden kaçma, okuldan kaçma, kurallara karşı gelme bunlara örnek olarak gösterilebilir. Bir ergen, kendisinin değerine inanırsa, kendisiyle başkalarını aynı ölçülerde tutmayı başaracaktır. Kurallara saygılı, düşünceli ve yardımsever bir birey olabilecektir. Arkadaş çevresinde sevilen, aranan biri olacaktır. Bunlar da onun yasakları delmesini ve yanlış davranışlar sergilemesini önleyebilecektir.
Her evrede ebeveynlerin tutumları büyük önem taşımaktadır. Anne babalar çocuklara konuşma hakkı tanıyıp sırası geldiğinde kendi fikirlerini dürüstçe ortaya koyduğunda, davranışları ile sözleri tutarlı olduğunda, gerektiğinde sınır koymayı başardığında, davranışlarıyla örnek olduğunda ve kabul edici olarak yaklaştığında karşılaşılabilecek birçok sorunun önüne geçilebilmektedir. Çünkü çocuklar ve ergenler her insan gibi çevreden aldıkları mesajlar doğrultusunda hareket ederler. Dolayısıyla çocukların gösterdikleri davranışlar anne babaların davranışlarının aynasıdır.