Çocukluk Çağında Yaşanan Duygusal İhmal

Yazar Taner GörüryılmazPsikolog • 15 Aralık 2021 • Yorumlar:

Her ne kadar ailemizin ve çocukken yaşadığımız deneyimlerin önemli olduğunu bilsek de bu dönemde yaşanan çeşitli durumların yetişkin hayatımızı nasıl etkilediğini çoğu zaman fark edemiyoruz. Ancak biz fark edemesek de ailemizin davranışları bugünkü düşüncelerimizi, davranışlarımızı, kararlarımızı ve duygularımızı önemli derecede etkilemektedir.

Genellikle çocukluğumuzu düşünürken ailemizin “iyi” veya “kötü” olduğu sonucuna varırız. Eğer ailede şiddet, istismar, hakaret, yok sayma yoksa “iyi” varsa “kötü”dür. Ancak bu tür bir Siyah-Beyaz düşünce şekli gerçekliği tam olarak yansıtmamaktadır. Evet belki de ailede kötü söz yoktu ama iyi sözler ne kadar vardı? Evet belki duygusal olarak aşağılanmıyorduk ama duygularımız ne derece önemseniyordu? Kendimizi duygusal olarak bir grubun parçası olarak hissettik mi yoksa duygularımızı ortamı geren anlamsız serzenişler olarak mı gördük?

Bilimsel çalışmalara baktığımız zaman mutlu ve işlevsel bir yetişkin olabilmemiz için sanılanın aksine ailemizin mükemmel olmasına gerek olmadığını görüyoruz. Asgari ihtiyacımız “Yeteri kadar iyi” bir aileye sahip olmak. İnsan olmanın doğası gereği aile bireylerimizin tamamının hatasız olmalarını bekleyemeyiz ancak eğer bu kişiler “yeteri kadar” duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarımıza karşılık verirlerse, hayatın karşımıza çıkaracağı olumsuz deneyimlere de o kadar hazırlıklı oluruz.

Peki duygusal ihmal ne zaman ortaya çıkar? Eğer ebeveyn çocuğun duygularını ihmal ediyorsa, onları fark etmiyorsa, onlar hakkında soru sormuyor veya anlamaya çalışmıyorsa duygusal bir ihmalin içine düşmüşüz demektir. Çünkü olumsuz bir durum yaşamamız için illaki orta da bize karşı kötü bir davranışın olmasına gerek yoktur. Haklı bir duygumuzun görmezden gelinmesi bile kötü ve değersiz hissetmemiz için yeterlidir. Çünkü bakıma muhtaç canlılar olarak dünyaya gelen insanlar için “ilgi” sadece güzel bir his değil aynı zamanda hayatta kalmanın da anahtarıdır. Ağladığımızda annemizin ilgisi bizi sakinleştirir, ağladığımızda babamızın ilgisi bize güven verir, sıkıldığımızda kardeşimizin ilgisi bizi eğlendirir. Şimdi tüm bu duyguların yok sayıldığını düşünelim. Birisi bizi ağlatmıyor ancak ağladığımızda rahatlatmıyor da. Bu durumda kendinizi nasıl hissederdiniz? Belki bu kişiye öfkelenebilirdiniz veya ağladığınız için kendinizi suçlayabilirdiniz.

Maalesef ailedeki duygusal ihmalin en üzücü yanlarından birisi ebeveynlerin bu ihmalden çoğu zaman haberinin dahi olmamasıdır. Özellikle bizimki gibi kültürlerde duygunun dışavurumu çoğu zaman istenmeyen bir durumdur. Güçsüz veya şımarık gözükmemek için duygularımızı fazla belli etmememiz istenir. Herkes kendine verilen görevi yerine getirip sorumluluğu sırtından atmalıdır. Aileniz karnınızı doyurur, sırtınızı giydirir ve üstünüze bir çatı koyarsa daha fazlasını istemek şımarıklık değil midir? Bunu sıklıkla duymuşsunuzdur. “İyi baba” veya “İyi anne” rolündeki kişinin yemeyip yediren içmeyip içiren kişi olarak tasviri çoktur çünkü bunlar “yeteri kadar iyi” olarak düşünülür. Ancak karnımızın doyması hayattaki her sorunu çözseydi karnı tok olan kimsenin üzgün, bıkkın, öfkeli ya da kayıtsız olması beklenmezdi. 

Çoğu zaman duygusal olarak ihmalkar ebeveynler sadece çocuklarının değil arkadaşlarının, akrabalarının hatta kendilerinin duygularını da ihmal etmektedirler. Çünkü onlar için duyguların üzerine düşünmek bile gereksiz veya absürt gelebilir. Duygusal ihmali tehlikeli yapan da budur. Aile bireyleri ortada bir problem göremeyebilirler çünkü ailedeki herkesin karnı tok, üstü başı ütülü ve sağlığı yerindedir. Ancak kimse bir diğeriyle içten sohbetlere girmiyorsa, sorunlarını ve onları üzen meseleleri paylaşmıyorsa ve yargılanmayacağını bilerek içindekileri dökemiyorsa ortada bir sorun var demektir. Eğer bu durum çocukluktan beri devam ediyorsa ebeveynlerimizden duygularımızı nasıl düzenleyeceğimizi ve nerede nasıl tepki vermemiz gerektiğini çoğunlukla yeteri kadar öğrenememiş oluruz. Bu durumda da farklı düzeyde bir duygu deneyimlediğimizde ne yapacağımızı bilemeyiz ve kafa karışıklığını gideremeyiz. 

Jonice Webb, ailenizde duygusal ihmalkarlığın varlığını gösterecek şu 8 maddeyi yazmıştır:

  1. Ailenizle yaptığınız sohbetler genellikle yüzeyseldir. Nadiren duygusal, anlamlı, size acı veren veya olumsuz konuları onlarla paylaşırsınız. Hatta bu yüzden çoğu zaman etkileşimleriniz sıkıcı hissettirir.

  2. Ebeveynlerinize karşı ara ara açıklamayan bir öfke ve dargınlık hissi yaşarsınız (bunları deneyimlediğiniz için suçlu dahi hissedebilirsiniz)

  3. Ailenizle görüşmeye mutlu olacağınız ihtimali ile gidip, sıklıkla kayıtsız veya hayal kırıklığına uğramış olarak dönersiniz.

  4. Aile içinde yaşanan kişilerarası veya zor sorunlar genellikle üstüne değinilmeden yok sayılır veya görmezden gelinir. 

  5. Bazen kardeşlerinizin emin olamadığınız bir şey için kendi aralarında rekabet ettikleri duygusuna kapılırsınız.

  6. Aile bireyleri olumlu duygularını sözlerle değil eylemlerle gösterir (birisine onu sevdiğini söylemektense onun için bir şeyler yapmak).

  7. Duygular, -belki olumsuz duygular ancak bazen tüm duygular aile içindeki konuşulmayacak tabu bir konu gibi görülür.

  8. Aileniz ile beraberken ilginç bir şekilde yalnız veya dışlanmış hissedersiniz.

Duygusal olarak ihmalkâr ailelerin üyeleri gerçekten acı çekmektedirler. Duygularımızın fark edilmemesi, onaylanmaması ve konuşulmaması oldukça olumsuz bir durumdur. Eğer ailenizin yanındayken böyle hissettiğinizi fark ediyorsanız yukardaki 8 maddenin bazılarının sizin ailenizde de geçerli olduğunu görebilirsiniz. Webb’e göre tıpkı şekersiz yapılmış bir pasta gibi bu aileler dışardan iyi gibi görünürken aslında içlerinde tatsız ve lezzetsiz bir yaşantı vardır. Bir şeyler dışardan “olması gerektiği gibi” görünür ama aile içindekiler mutsuz, üzgün ve ihmal edilmiş hissetmektedirler. 

Maalesef aile üyelerini değiştirmek çok ama çok zordur. Bu tür bir davranış örüntüsünü tersine çevirmeye çalışmaktansa, gerçekten değiştirme gücümüz olan tek bir yere odaklanmalıyız: kendimize. Çoğu zaman ailede yaşanılan bu durumlar hayatımızdaki diğer ilişkilerimize de sıçrar. Bizler de başka insanların -veya kendimizin- duygularına kayıtsız kalırız. Onları görmezden gelir veya üzerlerinde yeteri kadar durmayız. Kâğıt üzerinde görevimizi yerine getiririz ancak anlamlı bir bağ kurmayız.

Bir sorunu yenmenin ilk adımı onu fark etmekten geçer. Eğer bu sorunları fark ettiyseniz korkmayın, böyle bir durumu yaşayan ne ilk ne de son kişisiniz. Pek çok insan böyle durumları yaşamış ve üstesinden gelmiştir. Önemli olan bu olumsuzlukların tam zıttı yani “mükemmel” insan olmaya çalışmamaktır. “Mükemmellik” fikri bizi yine olumsuzluğa ve kaybetmeye götürecek yolun taşlarını dizer. Bunun yerine ilk başta da yazdığım gibi “yeteri kadar iyi” olmayı denememiz gerekir. Bunu bir kas gibi düşünmeliyiz. Nasıl ki spora başlayan insanlar direk olarak en ağır ağırlıkla başlamaz, zamanla ağırlıklarını artırır, bizler de kaldırabileceğimiz duygusal yüklere odaklanır ve zamanla bu aralığı genişletiriz. İşe ilk önce kendimizden başlar ve bunu başardıktan sonra diğerlerine yardıma gideriz. 

Bir sonraki aile toplantınızda veya arkadaş buluşmanızda duygusal ihmalkarlığın maddelerini deneyimlerseniz tersi bir tutum takının. İlk adımı atan siz olun. Duygularınızdan, sorunlarınızdan bahsedin. Bu sayede başkalarına da örnek olabilirsiniz. Duygulardan korkulmaması gerektiğini uygulayarak onlara da gösterirsiniz. Bu sayede aslında çoğu kişinin duygularını paylaşmaktan ne kadar çekindiğini de görebilirsiniz. 

 

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)