Dead İnside Dediğimiz Şey Aslında Selektif Kayıtsızlık Mı?
Yazar Cansu Mat • Psikolojik Danışman Ve Rehber • 28 Ocak 2020 • Yorumlar:
Son zamanlarda kendimi içinde bulduğum durumları düşünürken buldum. Hepimizin bir dönem "dead inside" yani çökkün ve çevresinde olup bitenlere karşı duyarsız bir ruh halinde olduğu zamanlar olmuştur. Bireyin özerkliğini ele aldığımızda; dış etkenlerden yani norm ve morallerden bağımsız, iç sesiyle uyumlu seçimler yapabilen, bunun sonucunda tutarlı bir kimlik geliştirebilmiş yani özündeki güce sahip olan insanlardan bahsediyoruz. Brené Brown "We are the authors of our own lives, we write our own daring endings" derken içinde bulduğumuz tüm durumların yaratıcısının biz yani kendimiz olduğunu işaret etmiyor mu? Bu da aklıma başka bir soruyu getiriyor. İnsanın herhangi bir eylemi gerçekleştirmesinde bilinçli kararlılığı belirleyici oluyorsa, dead inside dediğimiz durum, kendimizi toplumdan ve yakın çevremizden soyutladığımız, tepkisiz ve içe dönük yabancılaşma sürecine de selektif kayıtsızlık diyebilir miyiz? Peki selektif kayıtsızlık nedir? Bilerek isteyerek olayların karşısında kayıtsız kalabilme yani hissetmemeyi seçme durumudur. Günlük hayatımızın birçok evresinde sevgiye kayıtsızlık, ilgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, olaylara ve yaşananlara karşı kayıtsızlık ile karşılaşırız. Sanırım en ürkütücü olanı insanın kendi isteklerine, ihtiyaçlarına, iç dünyasına ve mutluluğa kayıtsız kalmasıdır. İnsanın duygularını tanımaması ve onları sahiplenmemesi kendisi ile bağ kurmasını da engeller. Yabancılaşma içsel olarak hissizleşme ve daha da ürküncü "duygulanımsızlık" (apatheia; Lat. impassibilitas) kişinin anlamlandırma duygusunu yitirmesi anlamına gelir. Bu duyguyu kaybedersek yalnızlık, boşluk ve hiçlik hislerimiz de bununla birlikte artar.
Kayıtsızlık ve duygu eksikliği "comfort zone"u yani güvenli alanı tehdit edilmiş birisi için savunmadır, kaygının üstesinden gelebilmek için bir baş etme yöntemi.
Kayıtsızlık ve hissizlik ilişkilerin ve geleceğin yıkıcı artçılarıdır. Birçok şeyin emek vermeden kolayca yaşandığı bir dünyada yabancılaşma ve tükeniş çok doğal değil midir? Romantik ilişkilere bakıldığında bunalmaktan korktuğu için karşı tarafın ihtiyaç ve istekleri görmemezlikten gelmek, yeterince iletişim kurmamak ve her şeyi akışına bırakmak kısaca ilgi göstermeme durumu ile çok sık karşılaşılır.
Canlılık ise çevresi ile ilişki kurabilen, dünyada bir farklılık yaratmaya çalışan, etrafında olup bitenden etkilenen ve heyecanlanan kişilerin olduğu yerde görülür. İnsanı ve insana dair olan her şeyi sahiplenen, kavrayan ve paylaşan bireyler ise burada ortaya çıkar.
Yani "dead inside" dediğimiz şey aslında bir duygu durum bozukluğu değil selektif yani seçme şansımız olan bir kayıtsızlık durumudur, bu durumu değiştirmek ise senin elinde...