Delirmek Belirmektir

Yazar Ömer Faruk Güzelgöz • 7 Haziran 2024 • Yorumlar:

‘Bir gün oldu ve tomurcuğuna sımsıkı sarılmak çiçek açmanın riskinden daha acı verici hale geldi’

-Anais Nin

Bu yazıda işler son noktaya ulaştığında, her şey daha kötüleştiğinde bunun neden olduğuna, bununla nasıl baş edebileceğimize, neden bir şeyleri değiştirmeye/çiçek açmaya ısrarla direndiğimize ne şekilde düşünmenin işleri kolaylaştırabileceğine, neler yapabileceğimize değinelim.

Eminim şöyle bir dönem yaşamışsınızdır: ‘‘Beni delirttiler, artık baş edemiyorum, aynı şeyleri dinlemekten bıktım, ben ne zamana kadar buna katlanacağım’’ gibi. Eminim şöyle dönemleriniz de olmuştur: ‘‘yalan söylüyor biliyorum ama söylesem de bir şey değişmeyecektir, işler yolunda gitmiyor biliyorum ama benim yapabilecek bir şeyim yok, mutlu değilim; huzurlu değilim ama başka bir şey yaparsam ondan da mutlu olmayabilirim yani en iyisi hiç tadımı kaçırmayayım’’ gibi.

Sizce bu iki dönemimiz arasında bir bağlantı yok mu ? Delirmek bir günde mi oluyor ?

Birçoğumuz kendimizi olduğumuz halimizle ortaya koyarak yaşamaktansa; kendi içimizde, kimseye bir şeyi belli etmeden, çaktırmadan devam etmeyi tercih ediyoruz. Böyle davranmamızın birçok motivasyonu olabilir; belki ailemize, arkadaşlarımıza, iş arkadaşlarımıza tehlikede hissettirmemek için, belki onları kırmamak için, belki iyi biri olmaya çalıştığımız için kimseye bir şey söylemiyoruz.

Hiçbir problemimizi hiç kimseye yansıtmadan, kendi içimizde yoğun savaşlar vererek; bu savaşlarda bazen galip bazen mağlup çıkarak yine de toplumda oldukça verimli, faydalı, yardım sever her şey yolunda gibi görünmeyi ihmal etmeyerek sürdürebiliyoruz. Ya da belki de biz böyle biri değiliz ama yakın bir arkadaşımız, bir aile üyemiz böyledir. Hayatında bir şeyler yolunda gitmiyor ve biz bir şeyler yapabileceğini biliyoruz, çözüm bizim için çok açık ama nedense o kişi o problemin içinde kalmaya devam ediyor.

Ama gün geliyor ve ‘aaa ortada hiçbir sebep yokken böyle davrandı, durup dururken bana niye bağırdı, bu olaya niye böyle tepki verdi ki’ diye düşünüyoruz, kendi içinde kimseye bulaşmayan kişilerle bu kişiler farklı insanlar değil. Kendini ifade etmek, problemini birileriyle paylaşabilmek bu yüzden çok kıymetli. Çünkü problemimizi biriyle konuşmaya başladığımız an beynimiz çözüm yolları üretmeye başlıyor o problemi neden yaşadığımızı, neden orada olduğunu anlamaya başlıyoruz. Bu bizi dinleyen kişi hiçbir şey söylemese bile işe yarıyor. Anlatırken problemin detaylarını görüyoruz, o an belirgin şekilde o duyguyu hissettiğimiz için o duyguyla çağrışan diğer anıları hatırlıyoruz ve en sonunda bir rahatlama hissediyoruz.

Diğer yandan kendi iç dünyamızla dış dünya arasında bir çizgi olması da sağlıklı bir durumdur. Bütün duyguları geldiği gibi yaşamak elbette çok iyi bir fikir değil sırf bunu yapmayacağız diye kendi içimize gömülüp hiç kimseye hiçbir şeyden bahsetmemek bir problem. Böyle davranan biri sıkıntılarını ve çatışmalarını gizlediği için enerjisinin önemli bir kısmıyla geri planda bunlarla meşguldür dolayısıyla gündelik meselelerde toleranslarının düşük olması da şaşırtıcı değildir. Evet toleransı düşük oluyor çünkü iyi görünmeye, her şey yolunda gibi davranmaya çok ciddi bir enerji harcıyor. Tıpkı bilgisayara giren virüsün sistemi yavaşlatması ve programları çalıştırmakta zorlanması gibi bu kişilerin arka planda meşgul olduğu bir şeyler var. Problemimizi ifade ederek zihnimizi arka plandaki yükten kurtarıyoruz ve bu elbette daha işlevsel daha yaratıcı bir yere geçmemizi sağlıyor.

Konuşmak bu kadar faydalıyken insanların yine de problemini konuşmamasının bir sebebi vardır. Herhangi bir problemi olduğunu belli ederse daha aşağı görüleceğini düşünebilir, etrafından delirdin mi gibi bir tepkiyle karşılaşacağını düşünebilir ama en sonunda bir an gelecek ve özenle saklamaya çalıştığı bu problem gün yüzüne çıkacak belirgin hale gelecektir. Ve problemi çıkmaza sokan bu; kişinin problemi reddetme, görmezden gelme, baskılama çabası sonuç vermeyince, problem belirginleşecek ve kişi için üzerine düşünmesi gereken bir deneyim halini alacaktır

Deneyimden kast ettiğim şey hiç istemediği halde karşı tarafın kalbini kırdığı, bir öfke patlaması yaşadığı, bir ilişkiyi sonlandırmak zorunda kaldığı, yıllardır çalıştığı işinden istifa ettiği o andır. Bu en istenmeyen en karanlık nokta aslında kişinin aydınlanmaya başladığı ilk anın hemen öncesidir. Bu açıdan belki de delirmek belirmektir.Kendini daha çok ortaya koyan kişi problemini de daha çok ortaya koymuş olur ve bilin bakalım problemi tamamen görünür olan kişiye ne olur ? Doğru cevap; probleminden kurtulur ya da kurtulmaya çok çok yaklaşmış olur.

Yaşamımızı sürdürürken hatırlamadığımız kadar çok geçmişte düşündüğümüz ve hatta karar verdiğimiz yere varırız ama bu yere varırken olumlu olumsuz tehlikeli güvenli acılı ya da mutlu bir yoldan geçeriz işte psikoterapi bu yolların torpilli olanıdır. Terapistler olarak elbette kişinin içinde yaşadığı topluma uygun olmayan davranışını daha uyumlu hale getirmeyi isteriz ama bir farkla; o kişinin neden böyle davrandığını da iyice anlayarak -ki bu psikoterapistin ‘sihirli’ değneklerinden diğeridir. Kişilerin iyi olmayan ve terapi odasında da çoğunlukla terapiste yönlendirdiği duygularını yaşamasını takdir ederiz, bunu severiz bunu isteriz çünkü bu yol o davranışı iyileştirebilmesi için güvenli bir yoldur, o oda dışarıdan daha güvenli bir alandır. Koşulsuz dinleyen olayla ilgili yük hissettirmeyen bir ortam.

Toplum olarak bu konuda biraz ikircikli bir tutuma sahibiz. 2013’te daha hazırlık sınıfındayken psikoloji okuduğumu söylediğimde cafede, takside, insanlar bir umut çözüm bulabilirim diye derdini anlatırdı ‘beni delirttiler, benim 100 seans terapiye ihtiyacım var’ gibi şeyler söylerdi. Tahmin ediyorum ki aynı kişiye başka bir ortamda ciddi ciddi bu pazartesi terapistin boşluğu var istersen bir git görüş derseniz de ‘ben deli miyim ? ne alakası var ?’ gibi tepkilerle karşılaşabilirsiniz. Toplum olarak ‘akli dengem hep kontrolüm altındadır hiç abartılı davranışlarım olmaz’ diye düşünmesek de kendi sürecimize başlamak konusunda istekli olmayabiliyoruz. Burada bir paradox var yani akli dengemiz konusunda pek iddialı olmasak da henüz delirmediğimiz konusunda tamamen netiz : ) Bu aslında bir hassasiyeti gösteriyor ve bu konudaki hassasiyete saygı duyarız.

Şimdi de konuya tam tersinden bakalım. Bazı kişiler de az önce değindiğimiz profilin aksine problemlerini çok belirgin ve etrafındaki herkese rahatsızlık verecek şekilde yaşadıklarında çevreden destek alması konusunda bir baskı görebilir. Bu kişi için de problemin çok belirgin olması çözüm için bir engeldir çünkü çoğunlukla görünen meselenin sebebi görünmeyen bir meseledir. Bunu ‘şu sorununu artık çöz’ diyen kişiler bilmez ama kişinin kendisi içten içe esas sorunun o olmadığını bilir. Bu sebeple o sorun yıllarca orada kalmaya devam eder ve izleyen kişi de ‘buna nasıl takılıp kaldı hiç anlamıyorum’ diye düşünür.

Bunu bir örnekle açıklayalım. Birinin yasa dışı maddeler kullandığını bildiğimizde onun için bağımlı der bütün problemlerini buna bağlarız, kilo problemi olan birine obez der ve anlattığı şeylerde mutlaka probleminin bununla ilgili olabileceğini düşünürüz, öfke problemi olan kişiye agresif der ve bu yönü sebebiyle hayatta ne kadar çok şeyi kaybettiğini düşünürüz bu kişileri ısrarla destek almaya ya da problemi için bir şeyler yapmaya yönlendiririz oysa ki gerçekte bu örneklerin hiçbirinde kişilerin gerçek problemi bu saydıklarım değildir. Madde kullanımı, obezite, saldırgan tutumlar aslında hep çözümlenmemiş bir takım meselelerin sonucunda çözüm olarak ortaya çıkar. Kişiler bu sorunlarla çözemedikleri problemlerini maskeler dolayısıyla sorunu buralarda aramak da çözümden uzaklaştıracaktır. Dahası bu kişilere destek alması yönünde baskı yapmak onları destekten daha da uzaklaştıracaktır.

Bizler kendi halimize bırakıldığımızda, bizde bir problem olduğu konusunda taciz edilmediğimizde, yargılanmadığımızda zaten kendi kendimize de bir şeylerin yolunda gitmediğini fark edebiliyoruz -ki bu psikoterapistin ‘sihirli’ değneklerinden diğeridir.

Tam da bu nedenden yakınları tarafından terapistle görüşmesi konusunda baskı görenler değil bunu kendi içinde fark edenler yolu başarıyla tamamlıyor.

Son olarak hiçbir şeyi kimseye anlatmadan her şeyi kendi içinde çözmeye çalışarak geçen onlarca yılın ardından kişinin derin bir yalnızlıkla umudunu kaybetmesi tesadüf olamaz. Bunun yerine kendini ortaya koyması belki daha saldırgan davranması bile atılganca davranmayı öğrenmeye daha yakın olduğu bir yerdir. Kısacası bir problem varsa insanın da o probleme karşı bir toleransı var. Bu tolerans devam ederken kişinin yürüdüğü yoldan bir takım edinimleri oluyor, bir şeyler öğreniyor. Artık öğrenecek bir şeyinin kalmadığı o gün problemi çözmektense yani çiçek açmaktansa problemi görmezden gelmek daha fazla acı verdiği için tamamen yeni birine dönüşüyor. İşte bu dönüşümün hemen öncesidir delirmek. Eğer çevrenizde artık tahammül edilemeyecek noktaya gelmiş biri varsa – ki bu her halde delirdi dediğimiz kişiler- o kişiye dikkat etmeliyiz çünkü dönüşüm yolculuğu başlamış demektir. Ve eğer bunu yaşayan sizseniz, deli misin sen ? Bu yapılır mı denilen ve toplum tarafından çok da uygun görülmeyen davranışınız varsa bu umutsuz bir vaka olduğunuz değil iyileşmeye birçok kişiye kıyasla daha yakın olduğunuzu gösteriyor olabilir. Peki nasıl ve ne şekilde çözüme yaklaşıyoruz, başka bir kayıtta da bundan bahsedelim. Hepinize harika ve ışıkla dolmuş bir hafta dilerim.

Klinik Psikolog

Ömer Faruk Güzelgöz

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yorumlar: (0)