Deprem
Yazar Pırıl Bilger Özkaranfil • 21 Ocak 2024 • Yorumlar:
Ülkemizde derin acılara sebep olan 6 Şubat depreminin üzerinden 11 ay geçti. Ne yazık ki bu depremden en çok etkilenen gruplardan biri de çocuklar oldu. Onların fiziksel yaraları görüldü, sarıldı. Peki ya psikolojik yaraları? Küçücük bedenlerine hangi duyguları hapsettiler, mutlu anlarla dolması gereken yaşlarında hangi anlarla çatıştılar, söylemek isteyip de söyleyemedikleri nelerle uykularında boğuştular… Bir de depremi yaşamayıp medyanın yarattığı etkiyle savaşan çocuklarımızı da unutmamak gerek. Depremin çocuklar üzerindeki etkisini, Uzman Klinik Psikolog Pırıl Bilger Özkaranfil’le konuştuk. Depremzede çocuklarla da çalışan Özkaranfil, medyanın depremle ilgili tutumunu da değerlendirdi.
ÖLECEĞİZ SANDIM AMA ÖLMEK NE DEMEK?
Deprem, küçük büyük demeden herkesi etkisi altına alabilen bir doğal afet. Bununla birlikte insanlarda yaratmış olduğu etki de değişebiliyor. Bundan ötürü çocukların dünyasının, algılama biçimlerinin biz yetişkinlere göre daha farklı olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu öğrenmek amacıyla bu konuda daha önceden deneyimi olan ve ayrıca oyun terapistliği de yapan Uzm. Kl. Psikolog Pırıl Bilger Özkaranfil’e sordum ve kendisi, çalıştığı çocukların; depremi ve deprem anında yaşadıkları hisleri şu şekilde tarif etti:
Öncelikle ben, yaş gruplarıyla çalıştım. Yani 3 yaşa böldüm. Çocukları ‘’0 ile 3’’, ‘’3 ile 6’’, ‘’6 ve üstü’’ ayırarak çalıştım. Çünkü her birinin etkilenmesi çok farklıydı. Ben çocuklara, küçük olanlara, resim çizdirdim. Biraz onu anlatayım. Dedim ki ‘’Bana en çok korktuğunuz anı çizer misiniz?’’. Ve çocuklar tabii ki o sahneyi çizdiler. Yıkılmış evler, kırılmış kalpler, üzerlerine düşmüş duvarlar çizdiler. Aslında çok acıydı o resimler ve onları, her birine sordum. Bu arada bu korkuyu, vahşeti 3 yaşındaki çocuk da çizdi. Söyledikleri ortak bir duygu vardı: Korku!
‘’Çok korktum.’’, ‘’Öleceğiz sandım ama ölmek ne demek?’’, ‘’Cennete mi gideceğiz?’’ gibi söylemlerde bulundular. Aslında ergenlerin de çocukların da hissettiği ortak duygu korku ve kaygıydı. Aynı duyguları tekrar yaşamaktan da çok korkuyorlar. Çünkü benim konuştuğum çocuklar, memleketlerine geri döneceklerdi. İzmir’de ağırlanan çocuklarla çalıştım ve hepsi çok korkuyordu. ‘’Ya bir daha başımıza gelirse?’’ diyorlardı. Çünkü kiminin evi yıkılmıştı, kiminin ailesi, eşi, dostu ölmüştü. Çok zor bir süreçti. Onlarla çalışırken ben de çok etkilendim.
LÜTFEN ARTIK BUNU DURDURUN!
Peki ya medya? Medyanın deprem görüntülerini açık bir şekilde sergilemesinin, depremi yaşayan çocukların yanı sıra depremi yaşamamış çocukların daha fazla etkilenmesine sebep olduğunu vurgulayan Uzm. Kl. Psikolog Pırıl Bilger Özkaranfil, ‘’Ben hâlâ bana gelen danışanlarımda da görüyorum. O dönemdeki danışanlarda da görmüştüm. Çocuklar tabii ki ele geçiriyorlar medyayı annelerinin veya babalarının telefonlarından. Ve onlarda şöyle bir etki bırakıyor: ‘’Ya burada da olursa?’’, ‘’Ya biz de ölürsek?’’, ‘’Ya şu an deprem olursa?’’. Yani sosyal medyanın bu kadar açık beyannamede bulunması, çocuklarda büyük bir anksiyeteye (kaygı bozukluğu) neden oldu. Tabii ki büyük bir tedavi gerektiren bir durum bu. İzmir de deprem bölgesi ve biz, 30 Ekim 2020’de bir deprem yaşadık. O deprem de büyük ve yıkıcıydı. Bunu hatırlayan çocuklarda, tabii ki duygular da bu depremle depreşti. Onlar da sosyal medyadan çok etkilendiler. Buradan sosyal medyacılara o zamanlarda ‘Lütfen artık bunu durdurun! Çünkü artık insanlarda umutsuzluğa, çaresizliğe, keşkelere, pişmanlığa neden oluyorsunuz.’ şeklinde bir çağrıda bulunmuştum’’ dedi.
Bu durumun, farklı şehirlerde yaşayan insanlarda ‘’yaşamaktan utanma’’, ‘’güldüğünde kendini sorgulama’’, ‘’yemek yemeyi bile kabullenememe’’ şeklinde de ortaya çıktığını ve sadece çocuklara değil yetişkinlere de çok büyük pişmanlıklar yüklediğini belirten Uzm. Kl. Psikolog Pırıl Bilger Özkaranfil, şunu da sözlerine ekledi: Hâlâ izlerini taşıyoruz, hâlâ yaramız geçmedi ve büyük bir kaygı duyuyoruz. Bize bunu sosyal medya yaptı.
Özkaranfil, depremzede çocuklarla çalışırken gördüğü en büyük psikolojik problemlerden birinin anksiyete, aynı zamanda eşlikçisi olarak da OKB (obsesif kompulsif bozukluk) yani takıntı hastalığı ve depresyon olduğunu söyledi. Ayrıca bu psikolojik problemlerin çocuklarda bazen ‘’Ya bana bir şey olursa?’’, ‘’Ya aileme bir şey olursa?’’, ‘’Ya ev yıkılırsa?’’, küçücük bir titremede ‘’Ay, deprem oluyor! Kesin ölüyoruz.’’ gibi kanılara başvurma, çarpık düşünceler, yanlış algı bozuklukları şeklinde çıktığını, bazen de depresyonda olan çocukların, gülüp oynayarak bunu belli etmediklerini ifade etti.
ÇOCUKLAR ÖLÜMÜ ÇOK İYİ ANLAR
Depremde en çok zararı alan memleketim Hatay’da, özellikle çevremde yakınlarını kaybeden birçok insan oldu. Maalesef bunlardan biri de sınıf arkadaşlarını kaybeden biricik kardeşimdi. Kardeşimin sınıf arkadaşlarından kaybettikleri, sınıf arkadaşlarının da aile bireylerinden kaybettikleri oldu. ‘’O yaralı kuşlar, küçücük bedenlerine sığdırdıkları katlanılmaz duyguları ifade edebilmeleri mümkün olsaydı ne derlerdi?’’ diye düşündüm ve sorumu yönelttim. Çocuklara genelde duygularının sorulmadığını, ‘’Sus! Ne ağlıyorsun?’’, ‘’Aman, bunda ne var üzülecek?’’, ‘’Çocuk anlamaz depremi.’’ şeklinde yaklaşıldığını ancak bunun çok yanlış olduğunu dile getiren Özkaranfil, çocukların ölümü de öfkeyi de çok iyi anladıklarını söyledi ve şunları ekledi: Arkadaşlarını kaybetmiş çocukların hepsinin söylediği ortak şey ‘’Kayıp ne demek?’’ oldu. Çocuklardan; ‘’Ölüm ne demek?’’, ‘’ Arkadaşım niye öldü?’’, ‘’Çok mu can çekişti?’’, ‘’Canı yandı mı?’’, ‘’ Pırıl abla çok mu acımıştır canı?’’, ‘’O öldü, ben niye hayattayım?’’ şeklinde sorular aldım. Az önce dediğim gibi ‘’Ben niye yaşıyorum?’’ pişmanlığı olan çocuklara bunları ‘’Yaşıyoruz çünkü bazen hayat bize böyle acılar gösterir, bunlarla büyüyoruz.’’ olarak teker teker açıkladım. Çocuk bunu anlıyor konuşunca ve dediğim gibi ortak söyledikleri şey hislerle ilgili.
Henüz doğru dürüst terapi alma imkânına bile sahip olamamış depremzede çocuklarda, ileride bu travma sonucu ortaya çıkabilecek problemlerden birinin ciddi kaygı bozukluğu olduğunu dile getiren ve durumun ciddiyetini ‘’artık toplum içine çıkamama’’, ‘’eve bile girememe’’, ‘’sürekli diken üstünde olma’’ şeklinde vurgulayan Özkaranfil, ‘’Çocuklar hep korkularıyla ilgili kâbus görürler. Uykudan sıçramalarla atak şeklinde uyanabilir, uyku felci geçirebilir. Travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz görülen en büyük rahatsızlıklardan biri ve depresyon, oradaki bozukluk tedavi edilmediği için umutsuzluk, üzüntü gibi problemler ortaya çıkabilir.’’ dedi.