Depremin Travmatik Sonuöları
Yazar Bahar Sakar • Psikolog • 25 Haziran 2021 • Yorumlar:
GİRİŞ
Tiemey (1989)’e göre afetler, belirli bir coğrafi bölgede, nispeten aniden ortaya çıkan, kolektif stres yaratan, belli ölçüde kayba yol açan ve toplumun yaşantısını sekteye uğratan olaylardır. Ergünay (1996) afetleri; insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen; kaynağını doğal, teknolojik ve beşeri faktörlerden alabilen olaylar olarak tanımlamaktadır. Karancı (2007)’ ya göre afetler içerisinde yer alan depremler aslında bir doğal olaydır. Bu doğal olayın afete dönüşmesi için kayıplara yol açması ve yaşantıyı sekteye uğratması gerekir (akt. Öztürk, 2013). Çakır ve arkadaşları (2006) çalışmalarında afetleri; can ve mal kaybına yol açan, geniş anlamı ile insanlara zarar veren doğal olaylar olarak tanımlamış ve afetin özelliklerini doğal olması, can ve mal kaybına neden olması, çok kısa zamanda meydana gelmesi ve başladıktan sonra insanlar tarafından engellenememesi şeklinde belirtmişlerdir.
Depremler toplumların benliğinde kalan ve hala toplumları tehdit eden doğal afetlerin başında gelmektedir. Atalay (1998) depremi, süresi saniye ile ifade edilen yer veya kabuk hareketleri olup, kabuk tabakasının kırılması ya da magmada biriken enerjinin yerin zayıf sahalarından yeryüzüne çıkmasıyla oluşan sarsıntılar olarak tanımlar ve depremleri oluşum nedenlerine göre üçe ayırır. Bunlar; tektonik depremler, volkanik depremler ve çöküntü depremleridir. Dünyada görülen depremlerin %90’ı tektonik kökenlidir. Türkiye, dünyanın üç önemli deprem kuşağından (Büyük Okyanus Deprem Kuşağı, Alp-Himalaya Deprem Kuşağı ve Atlas Okyanusu Deprem Kuşağı) biri olan Alp-Himalaya (Akdeniz) Deprem Kuşağı üzerinde yer almaktadır. Türkiye’de meydana gelen depremlerin nerdeyse tamamı üç ana kuşak üzerinde toplanmıştır. Bunlar Kuzey Anadolu Fay Hattı, Güneydoğu Anadolu Fay Hattı ve Ege bölgesindeki çöküntü alanlarını içine alan Batı Anadolu Fay Hattıdır (akt. Karakuş,2013).
Depremi farklı tanımlayan başka çalışmalarda vardır.‘’ Deprem, fiziksel yıkım ve ölüme yol açan ve yaşamda kalanlar için ciddi psikolojik sorunlar yaratabilen bir doğa felaketidir ‘’ (akt. Nakajima, 2012),“Depremler canlı ve cansız varlıklar üzerinde birtakım zararlı etkilere yol açabilmektedir (Şahin ve Sipahioğlu, 2002). Watt (2002) bu zararları, doğrudan maddi değer taşıyan unsurların hasar görmesi şeklinde tanımlarken, Köknel (1987) “deprem olgusunun insanların bilinçaltına yerleşmesi ile kısa ve uzun vadeli psikolojik rahatsızlıklar” şeklinde tanımlamıştır (Öztürk, 2013).
Depremler hayatı tehdit eden, önceden bilinmeyen ve kontrol edilemeyen doğal felaketlerdir. Binlerce insanın yaralanmasına, aniden sevdiklerini ve mallarını kaybetmesine, evsiz kalmasına ve yerlerinden olmasına neden olarak binlerce insanın hayatında büyük çaplı harabiyete neden olmaktadırlar (akt. Önsüz ve ark., 2009). Bu bilgiler doğrultusunda depremlerin insan yaşamı üzerinde kısa ve uzun süreli etkilerinin olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır (Öztürk, 2013). Deprem gibi insanlara çok büyük zararlar veren doğal afetler, sadece gerçekleştiği zamanda değil, daha sonrasında da toplumların hafızasında yer etmektedir. Yapılan araştırmalar bu tür doğal afete maruz kalmış kişilerin, yıllar sonrasında bile olayın etkisinden kurtulamayıp, psikolojik sorunlar yaşadıklarını göstermektedir (akt. Karakuş, 2013).
Yapılan çalışmalar felaketin özelliğinin de psikolojik sonuçlarla ilgili olduğunu işaret etmektedir. Felaketin beklenmemesi, hazırlıksız olunma, felaketin alanı ve yoğunluğu ( genel olarak coğrafik topluma yayılımı) bütün bunlar kazazedelerin yaşadığı sıkıntılarla pozitif olarak ilişkilidir (akt. Erkan, 2010).
TRAVMA
‘’ DSM-IV tanı ölçütlerine göre travma; bireyin yaşamını tehdit eden bir olay veya gerçek ölüm, ciddi bir şekilde yaralanma veya fiziksel bütünlüğün kaybı tehlikesini yaşaması ya da tanık olması olarak tanımlanmaktadır ve kişi bu duruma aşırı korku, çaresizlik, dehşete düşme ile tepki vermektedir ‘’ (akt. Bilici ve ark., 2013).
Herman’a (1992), göre psikolojik travma bir güçsüzlük acısıdır. Travma anında birey kendini çaresiz hisseder ve böyle durumlarda kontrol, bağ kurma ve anlam duygusu veren olağan davranış sistemini alt üst eder (Tanhan ve Kardaş, 2014).
Travmaya sebep olan olaylar ve bu olayların psikolojik sonuçları çok önem verilen bir konudur. Birçok araştırmacı çalışmalarında bu konulara yer vermektedir. Deprem, savaş, kaza, cinsel istismar, gibi konular insanlar üzerinde travmatik etkiler yaratan konulardır. İnsanların bu travmatik olaylara verdikleri tepkileri belirlemek ve bunlara uygun müdahale programları geliştirmek büyük önem taşır. “Travmatik yaşantılar olağan dışıdır, bireyin hayata olağan uyumunu alt üst eder. Sıradan talihsizliklerin tersine travmatik olaylar genel olarak hayata ya da beden bütünlüğüne yönelik tehditler içerir ya da şiddet ve ölümle yakından ilişkilidir” (akt. Tanhan ve Kardaş, 2014). Doğal afetlerin kişilerde yol açacağı tutum ve davranış değişiklikleri kişisel özelliklere göre şekillenmekle beraber, içinde bulunulan şartlarında etkisi altındadırlar. Sosyal psikoloji alanında yapılan araştırmalar bireyin tutum ve davranışlarının iki boyutlu olabileceğini vurgulamaktadır. Birincisi, davranışın kişisel özelliğe dayalı geliştiği fikri, ikincisi ise tutum ve davranışın çevre koşullarına dayalı olarak oluştuğu fikridir (akt. Yılmaz ve Işıtan, 2012).
Gershuny ve Thayer (1999)’a göre travmatik bir durum kişisel bir deneyimdir. İki kişi aynı olayı yaşamış olabilir fakat kişilerden biri yaşanan olayı travmatik bulurken bir diğeri travmatik bulmayabilir. Everstine ve Everstine (1993)’a göre travmanın nedeni deprem yaşantısına bağlı yaralanma olabilir, bununla beraber olayın içine dahil olup durumu karmaşıklaştıran faktörler travmanın ikincil nedeni olarak ele alınabilir. Bu nedenler kendi başlarına travmaya neden olmayabilirler. Örneğin, depremde yara almış kişinin acil serviste bekletilmesi durumunda, beklemenin kendisi travmatik bir neden değildir. Ama bu durum olumsuz bir takım duygulara sebebiyet verebilir (akt. İşmen, 2006).
Doğal afet sonrasında oluşan travma diğer travmalardan üç açıdan değişiklik göstermektedir:
1. Doğal afet sonrasında strese yol açan sonuçlar oluşur (evin ve yaşanılan semtin yıkılması, can kaybı veya sakatlık vb.).
2.Doğal afet sonrasında oluşan travmanın etkisi uzun vadeli olabilir.
3. Doğal afet sonrasında oluşan psikolojik ve fiziksel travma ''kitlesel kurbanlaşma'' özelliği taşır. Yaşanan afetten sonra akut dönemde hastanelere yapılan başvurular doğal olarak büyük çoğunlukla fiziksel durumlara yönelik olmaktadır. Bar-Doyan ve ark., (2000) ; Holpern ve ark.,
(2003). Daha çok fiziksel olarak iyileşme başladıktan sonra yaşananların psikolojik kısmının ağırlık kazandığı görülmektedir (İşmen, 2006).
Yukarıda da bahsedildiği üzere afetler; bireyler üzerinde hem fiziksel hem de psikolojik travma yaratan olaylardır. Afet görmüş ama etkilenmemiş hiç kimse yoktur. Birey afetten fiziksel olarak en az hasarla kurtulmuş olsa bile, yaşadığı psikolojik travma küçümsenmeyecek derecededir ve bunun sonucunda görülebilecek belirtiler senelerce sonra bile ortaya çıkabilir (akt. Çakmak ve ark., 2010).
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)
“Gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır yaralanma, bireyin fiziksel bütünlüğünü tehdit eden bir durumla karşılaşması, böyle bir duruma tanık olma gibi ağır travmatik olaylardan sonra ortaya çıkabilen; olayı yeniden yaşama, istenmeden akla gelen düşünce ve görüntüler, kaçınma ve aşırı fizyolojik uyarılmışlık gibi semptomlar travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olarak tanılanmaktadır” (akt. Tanhan ve Kardaş, 2014).
TSSB deprem, fırtına, kasırga, hortum ve sel gibi doğal felaketler ve diğer üzücü travmatik olaylara maruziyet sonrası dönemde gelişen karakteristik semptomların bir durumudur. TSSB olağan deneyimlerinin dışında yaşanan ve bu deneyimden geçen herkes için sıkıntı kaynağı olabilecek bir olayın ardından gelişen emosyonel, bilişsel, davranışsal ve sosyal bozuklukları içeren psikiyatrik belirtileri tanımlamaktadır. TSSB, travmayla karşılaşınca ya da sonraki birkaç yıl içinde başlamakta, bundan sonraki birkaç yılda semptomlar artmakta ve plato çizerek sürmektedir. Belirtiler zamanla dalgalanmalar gösterebilmekte, stresli dönemlerde yoğunlaşabilmektedir. Hastaların yaklaşık %30’u tam olarak düzelme gösterirken, %60’ının hafif-orta derecede sürmekte, %10’unun belirtileri ise değişmeden kalmakta ya da daha da kötüleşmektedir. Tedaviden yararlananlarda, yıllar sonra yine ciddi bir stresörle karşılaşma durumunda belirtilerin yeniden ortaya çıkması sık karşılaşılan bir durumdur (Önsüz ve ark. 2009).
İşmen (2006), deprem yaşantısının psikolojik etkilerini:
1. Kızgınlık ve duyguların bastırılması
2. Ayrılık anksiyetesi
3. Uzaklaşma ve pasiflik
4. Çocuklardan gerçeği saklama
5. Yaşadığı için suçluluk duyma
6. Çaresizlik ve büyük acı
7. Alkol kullanımı
8. İntihar
9. Kıskançlık/Düşmanlık
10. Çarpıtmalar (distorsiyonlar), şeklinde sıralamıştır.
TSSB’ye eşlik eden durumlarla ilgili yapılan çalışmaların büyük çoğunda depresyon ve anksiyetenin ciddi oranlarda görüldüğü bulunmuştu. Yapılan çalışmalarda TSSB’nin yıllar sonra da devam ettiği belirtilmiştir. Bu çalışmalara örnek olarak; Shore ve arkadaşları (1986)’ nın bir çalışmasında, Helen volkanik patlamasından 3 yıl sonra depresyon ve anksiyete belirtileri azalırken, TSSB semptomları daha uzun yıllar devam etmiştir. Kessler ve arkadaşları da (1995), TSSB gelişen kişilerin 1/3’ünde olaydan 10 yıl sonrasında bile semptomlarında azalma görülmediğini belirtmiştir. Goenjian ve arkadaşlarının (2000) çalışmasında da, büyük deprem veya şiddet gibi travmalar yaşayan kişilerin bu travmalardan 1,5 ve 4,5 yıl arası bir zaman sonrasında bile TSSB semptomlarında hafifleme olmadığı belirlenmiştir. Goenjian ve arkadaşları (1994), Ermenistan depremi sonrasında yapılan bir çalışmada da, depremin kişiler üzerindeki etkisinin deprem sonrası ikiye katlandığı, bu nedenle kişilerde TSSB belirtilerinin uzun yıllar devam ettiğini belirtmişlerdir (Önsüz ve ark. 2009).
Depremin psikolojik etkilerinin uzun süreli olmasının nedenlerinin neler olabileceğine bakıldığında; Önsüz ve arkadaşları (2009), Marmara depreminden 6 yıl sonra yaptıkları çalışmada TSSB’nin yüksek sayılabilecek bir oranda çıkmasında Marmara depreminin şiddetli olması, can ve mal kaybının çok fazla olması, deprem sonrası yaşam koşullarının çok zorlaşması, artçı şokların sıklığı ve özellikle medya organları aracılığıyla Marmara bölgesinde tekrar böyle şiddetli bir deprem olacağının sıklıkla belirtilmesinin etkili olmuş olabileceğini söylemişlerdir. Aynı zamanda Armenian ve arkadaşları (2000-2002) aile üyelerinin, yakınların, arkadaşların kaybı, hasarlı binaların uzun süre ortada kalması, işsizlik, ekonomik güçlükler, toplumsal bağların dağılması gibi yoksulluk ve yönetsel aksaklıklar ile açıklanabilecek pek çok nedenin, psikopatoloji gelişimini ve sürmesini kolaylaştırdığını belirtmektedir. Aradan 6 yıl geçmesine rağmen Marmara depreminin çok şiddetli ve yıkıcı bir deprem olduğu düşünüldüğünde, depremde bir yakınını kaybetmiş, iş ve mal kaybına uğramış ve bu denli büyük bir deprem sonrasında her an deprem olacakmış gibi endişe duyan kişilerde TSSB oranlarının daha yüksek bulunması beklenen bir sonuçtur (Önsüz ve ark., 2009).
Marmara depremi sonrası yapılan TSSB ile ilgili çalışmalarda saptanan çeşitli risk etmenleri vardır (akt. Önsüz ve ark., 2009). Bunlar:
i. Kişilik bozuklukları
Deprem ve sonrasında verilen tepkiler olayın şiddeti ve mağdurların kişilik yapıları, toplumsal değerler ve geçmiş deneyimler nedeniyle farklılık gösterir (Nakajina, 2012).
62 TSSB hastasında en çok görülen kişilik bozuklukları kaçıngan ve bağımlı kişilik bozukluğudur. Kaçıngan ve bağımlı kişilik bozuklukları olan bireylerin özgüvenleri, benlik saygıları düşüktür, stres karşısında kendi başlarına yeterli olmayacaklarına yönelik olumsuz düşünceleri vardır, sıradan durumların olası tehlikelerini abartmaya yatkındırlar, sosyal destek alma ve öğüt alma gereksinimi hissederler, pasif olma eğilimdedirler ve yaşamlarının çoğu alanında girişimde bulunmak ve sorumluluk almak için başkalarının önayak olmasını isterler. Bağımlı ve kaçıngan kişilik bozukluğu olan bireylerde deprem zaten mevcut olan yetersizlik duygularını, özgüven eksikliğini, çaresizliği arttırabilir. Sosyal destek almak için girişimde bulunamayacakları ve bağımlı oldukları kişi ya da kurumlardan destek almaları zor olacağından
travma şiddetlenebilecek ve TSSB daha kolay gelişebilecektir. Ayrıca kronik bir anksiyetelerinin olması da travma karşısında uygun başa çıkma yöntemlerini bulmalarını, kullanmalarını zorlaştıracaktır. Bu bireylerin uygun başa çıkma yöntemlerini kullanamamalarından dolayı TSSB daha fazla ortaya çıkabilecektir. Dolayısıyla kişilik bozukluklarının travma sonrası ortaya çıkmadığı, travma öncesi mevcut olduğu ve kişilik bozukluğu olanların TSSB’ ye yatkınlığını arttırmış olabilir. Çalışma sonunda kişilik bozukluğu olan ve olmayan gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Dolayısıyla kişilik bozukluğunun TSSB ‘nin şiddeti üzerinde belirleyici olmadığı fakat TSSB ‘nin ortaya çıkışını belirleyen önemli bir faktördür (Özçetin, 2008).
ii. Anksiyete
Deprem sonrası anksiyete düzeyleri daha yüksek olan kişiler TSSB gelişimi yönünden risk altındadırlar (Bilici ve ark., 2013).
iii. Yakın birinin kaybı ve maddi kayıp
Travmadan sonra kişinin yaşamındaki negatif değişiklikler mesela sevilen birinin kaybı ya da evin hasarı/kaybı da TSSB ‘nin gelişiminde önemli bir faktördür. Deprem sonucu gelişen TSSB ‘nin hasar/kayıp boyutu ile ilişkili olarak uzun yıllar sürebildiği bildirilmiştir (Bilici ve ark., 2013).
iv. Yaş
Deprem yaşayan kişinin yaşı, deprem sonucunda verilebilecek tepkileri etkileyen faktörlerden birisidir. Küçük yaşlardaki çocuklar duygularını anlatmakta deneyimsizdirler ve yaşam/ mekan kaybı gibi olaylara anlam vermekte zorlanırlar. Çocuklarda deprem sonrasında huzursuz davranışlar, uyku sorunları, ağlayarak uyanma, dikkat bozukluğu, büyüklere aşırı bağlılık geliştirme, yatak ıslatma, tanısı konulamayan ağrılardan yakınma ve okul başarısında düşme gibi durumlar görülebilir (Nakajima, 2012).
v. Toplumsal Değerler
Depremler insanların canlarını, ekonomik faaliyetlerini ve sosyolojik geçmişlerini derinden etkilemektedir. Deprem kuşakları üzerinde yer alan toplumlar onunla yaşamaya alışmak zorundadır. Bu gerçeği bilen ülkeler çok büyük zarar verecek bu doğal afetin zararlarını azaltabilmek için etkili önlemler alırken; maalesef Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke bu konuda gerekenleri çeşitli sebepler nedeniyle yerine getirmemektedir (akt. Karakuş, 2013).
11 Mart 2011 yılında Japonya büyük bir deprem yaşamış ve depremi takiben tsunami ortaya çıkmıştır. Japon halkının bu felakete tepkisi ise olanları kabullenme, kendilerine sunulan yardım hizmetlerinden yararlanma, başkalarının haklarına saygı gösteren paylaşımcı davranışlar ve kayıpları için sessizce matem tutmaları gibi Japon halkının tepkileri dünyada benzer durumlara verilen tepkilerden farklıdır. Japonların kendisi de mağdur durumdayken başkalarının gereksinimine önem verme tutumu Japonların yapılacak bir şey olmadığında onu olduğu gibi kabullenmenin gerekli olduğu ve yaşamda hiçbir şeyin kalıcı olmadığına yönelik sahip oldukları toplumsal değerlere dayanmaktadır. Japon halkına göre değiştirilemez olana direnmek ve geçici olan deprem travmasını kalıcı kılmaya çalışmak acı çekmekten başka sonuç vermez. Dolayısıyla deprem ve sonrasında verilen tepkiler toplumsal değerlere göre farklılık gösterebilmektedir (Nakajima, 2012).
vi. Geçmiş Travma Öyküsü
Travmatik olay yaşamış risk gruplarında TSSB yaşam boyu yaygınlığı %5-75 arasında değiştiği bildirilmiştir (Özçetin, 2008).
vii. Deprem Anında Bulunduğu Yer
Güvenli binalarda yaşayan bir birey güvenliksiz binalarda yaşayan bir bireyden farklı tepkiler verir (Nakajina, 2012).
viii. Travmanın Süresi ve Şiddeti
Travmanın şiddeti TSSB semptomlarının şiddetini de arttırmaktadır (Bilici ve ark.,
2013). TSSB, travmanın şiddeti ve travmanın süresiyle arttığı gösterilmiştir (Özçetin, 2008). ix. Sosyal Destek
Holeva ve Tarrier (2001)’in çalışmasında trafik kazasına maruz kalanların sosyal desteği zayıf olarak algılamasının TSSB gelişimini anlamlı bir şekilde etkilediğini söylenmiştir (akt. Özçetin, 2008).
x. Eğitim Düzeyi
Deprem konusunda eğitimli bir kişinin, deprem konusunda hazırlıksız bir ülkede yaşayan bir kişiye göre vereceği tepkiler farklıdır (Nakajina, 2012).
xi. Cinsiyet
Aydoğan Aykut Ceyhan ve Esra Ceyhan (2005) Marmara depreminden 6 yıl sonra yapmış oldukları ''1999 Marmara Bölgesi Depremini Yaşayan Üniversite Öğrencileri Üzerinde Depremin Uzun Dönemli Sonuçları'' çalışmasında, katılımcıların yaklaşık yarısına yakınının deprem sonrasında çıkan ve hala devam eden korkulara sahip olduklarını ve bu korkuların cinsiyet açısından ele alındığında ise hem kızlarda hem erkeklerde en fazla geliştirilen korkunun yeniden deprem yaşama korkusu olduğu bulunmuştur. Adı geçen yazarların çalışmasının sonucunda kız öğrencilerin erkeklere oranla daha çok sağlık ve hafıza problemi yaşadıklarını ve korku geliştirdikleri saptanmış, ayrıca kızların felaket karşısında incinebilirlik durumlarınında daha fazla olduğu bulunmuş, bu durumun ise kızların daha duygusal davranabilmesi, ailelerine daha bağlı olmaları, aileleri için daha çok endişelenmelerinden kaynaklandığı belirtilmiş.
Bulut (2010)’un yaptığı bir araştırmaya göre, çocukların TSSB yaygınlık oranları üç yıllık boylamsal olarak incelenmiştir. Bu araştırmaya göre TSSB yaygınlık oranları depremden sonraki üçüncü yılda TSSB belirtileri gösteren kızların yüzdesi çok artmış ve birinci yılın değerleri üzerine çıkmıştır. Bu araştırmanın en ilginç bulgusu ise, 16 öğrencinin 1.yılda TSSB tanısı alması, 2.yılda puanlarının düşmesi fakat 3.yılda tekrar puanlarının TSBB tanısı alabilecek kadar artmasıdır. Bu araştırmadan elde edilen sonuçlara göre; yaşanan travmatik semptomların etkisi yıllar geçtikçe azalmaktadır. Ayrıca kızlar bu travmatik deneyimden daha fazla etkilenmiş, fakat oluşan etkiler daha kısa sürede azalma eğilimindedir. Erkeklerde ise belirtiler daha dirençli görünmektedir.
Bununla birlikte TSSB’ ye eşlik eden bazı faktörler de vardır:
a) Anksiyete
Kadınlarda erkeklere göre orta ve şiddetli anksiyete anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur. En çok belirtilen yakınmalar; çok kötü şeyler olacak korkusu(%73,3), korkuya kapılma (%68,3), bacaklarda halsizlik ve titreme (68,3), kalp çarpıntısı (%64,4) ve ölüm korkusudur (%63,4). Bu yakınmalar, anksiyete görülme sıklığını etkileyebilmektedir. Bilici ve arkadaşlarının (2013) çalışmasında deprem sonrası afetzedelerin anksiyete düzeyleri değerlendirilmiş ve geçmişlerinde travmatik yaşam olayları olanlar ve deprem sonrası maddi hasar yaşayan bireylerde anksiyete düzeylerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Anksiyete düzeylerine etki eden bazı faktörler vardır:
a.1. geçmiş travma deneyimi
Çalışmaya katılanların %31,6’sında geçmiş travma deneyimi vardır. Geçmiş travma deneyimi olanlarda olmayanlara göre anksiyete belirtilerinin görülme sıklığı daha yüksek bulunmuştur. Katılımcıların geçirmiş olduğu travmalarda cinsiyete göre istatistiksel anlamlı fark yoktur. Çalışmaya katılanların en sık bildirdikleri geçmiş travmalar deprem/sel ve benzeri doğal afetler (%27,8), sevilen birinin kaybı (%12,2) ve savaş/çatışma içerisinde bulunma/ şahit olmaktır (%11,4) (Bilici ve ark., 2013).
a.2. geçmiş psikiyatrik tedavi öyküsü
Çalışmaya katılanların %9,9’unda geçmiş psikiyatrik tedavi öyküsü vardır (Bilici ve ark., 2013).
a.3. Yakın birisinin kaybı ve maddi kayıp
Çalışmaya katılanların %12,9’unda depremde yakınlarından birinin kaybı ve %55,4 ‘unun evleri depremden hasar görmüştür (Bilici ve ark., 2013).
b) Akut ve Kronik Stres Bozukluğu
“Travmadan hemen sonra ilk bir aylık sürede oluşan zorlanma ve uyum sorunları akut stres bozukluğu olarak tanımlanır.” Semptomların üç aydan uzun sürmesi durumunda ise tanı “süreğen (kronik) TSSB adını alır (akt. Bulut 2010).
Çocuklarda ve Ergenlerde Travmatik Yaşantılar
Travmatik yaşantılar her yaş grubundan insanları çeşitli şekillerde etkileyebilmektedir.
Bu yönüyle çocuk ve ergenler de yetişkinler gibi TSSB belirtilerine maruz kalmaktadır (akt. Tanhan ve Kardaş, 2014). Deprem gibi doğal felaketlerin çocuklar ve ergenlerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediğini kanıtlayan birçok çalışma vardır. Erken çocukluk dönemindeki travmatik yaşantılar, çocukların normal gelişimini çok köklü ve çok yönlü olarak etkileyebilmektedir. Travmatik olay yaşayan çocuk, genç, yaşlı fark etmeksizin her birey travma tepkileri geliştirmemektedir, geliştiren kişiler de aynı şekilde ve aynı hızda atlatamamaktadır. Burada da bireysel farklılıklar söz konusudur. Her birey kendine özgü şekilde tepki vermekte ve iyileşmektedir (Bulut, 2010).
Yapılan araştırmalar depremden en çok etkilenen grupların başında okul öncesi ve okul çağı çocukların olduğunu göstermektedir. Pataki ve arkadaşları (2001), travmatik olaylara karşı çocukların gösterdikleri reaksiyonlar yaş gruplarına göre farklılaşmaktadır. 1-5 yaş arasındaki okul öncesi çocuklar felaket gibi bir durumla yüz yüze geldiklerinde kendilerini koruyamayacakları için kendilerini aciz ve güvensiz hissederler. Sözel ve kavramsal becerileri eksik olan birçok çocuk bu ani stresle baş etmek için etkin yardıma gereksinim duyar.
Çocukların anne babalarının ve ailelerinin tepkileri de onları şiddetli bir biçimde etkiler. Terk edilmek okul öncesi çocuklar için en büyük endişe kaynağıdır ve bir oyuncağını, hayvanını veya bir aile üyesini kaybeden çocuk ekstra teselliye ihtiyaç duyar. Yatağını ıslatma, karanlıktan veya hayvanlardan korkma, anne babaya yapışma, gece korkuları, idrar veya gaita kaçırma, kabızlık, konuşma zorluğu (örn., kekemelik), iştah artması veya azalması, yardım için ağlama veya çığlık atma, hareketsizlik, titreme ve korkutucu yüz ifadesi, bir yetişkine doğru koşma veya amaçsız hareket etme, yalnız kalmaktan korkma, yabancıdan korkma ve şaşkınlık okul öncesi çocuklarda görülen tipik reaksiyonlardır. Okul öncesi dönem çocuğun yaşamının ileriki yıllarını da etkilediği için kritik bir önem arz etmektedir (Erkan, 2010). Alparslan ve arkadaşları (1999)’na göre afetlerden sonra evlerin ve okul binalarının yıkılması ve yeni bir yere taşınma, çocukların arkadaşlık ilişkilerini olumsuz etkilemektedir. Bu da çocuklarda sosyal desteğin yitirilmesine, yalıtılmışlık ve yalnızlığa yol açmaktadır. Bu durumlarla birlikte yaşanan TSSB çocuğun normal gelişimini tehlikeye sokmakta ve çocuğun duygusal, zihinsel, biyolojik ve sosyal gelişimini etkilemektedir (Bulut, 2009).
Berument ve arkadaşları (1999)’na göre çocukların deprem felaketi karşısındaki tepkileri birbirinden farklı olabilir. Bazıları depremin hemen ardından birtakım davranış değişiklikleri gösterirken, bazıları günler, haftalar hatta aylarca hiçbir şey olmamış gibi davranıp daha sonra problemli davranışlar sergileyebilirler. Erol ve Öner (1999) travmadan sonra çocuklarda dikkati yoğunlaştırmayla ilgili güçlükler ve bellek sorunları da görülebilir. Bu sorunlar yeni bilgiyi öğrenmede ya da eskisini hatırlamada güçlük olarak kendini ortaya koyabilir. Okul öncesi dönemde çocuklar çok daha fazla regresyon, davranım bozukluğu ve saldırgan davranışlar gösterir. Travma Sonrası Stres Belirtileri Ulusal Merkezi’ne göre, 11 yaşından önce travmatik olay deneyimi olan çocuklar daha ileri yaşlarda travmatik olay yaşayanlardan daha fazla TSSB ile ilişkili psikolojik belirti göstermektedirler (Erkan, 2010).
Ergenlik dönemi ise daha kritik bir dönemdir. Ergenlik dönemindeki bireyler geçmişe, bugüne ve geleceğe dönük beklentileri bir kimlik oluşturma çabasıyla birleştirmeye çalışmaktadır. Bu çaba ergenlik dönemi boyunca devam eder. Ancak travma bu süreç üzerinde bozucu etkiler oluşturur, bireyin sağlıklı kimlik gelişimini olumsuz etkiler. Araştırma sonuçlarına göre ortaöğretim öğrencilerinin travmadan etkilenme ile umutsuzluk düzeyi arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Yani öğrencilerin travmadan etkilenme düzeyleri arttıkça umutsuzluk düzeyleri de artmıştır (Tanhan ve Kardaş, 2014).
Pelcovitz ve arkadaşları (1994)’na göre ergenlerde felaket sırasında ve sonrasında okuldan kaçma, çalma, yağmalama, Vandalizm, saldırganlık, antisosyal davranışlar, madde kullanma ve erken cinsel deneyimler gibi davranışlar artmaktadır. Şener ve arkadaşları (1997) ise ergenlerin deprem sonrası TSSB, ve genel kaygı semptomlarının yüksek olduğu sonucuna varmışlardır (Bulut, 2009).
Bazı çalışmalar depremi yaşamış ve yaşamamış öğrencilerin deprem algılarını metafor analizi ile incelemiştir. Salman (2003); “metafor” terimi Latince ve Yunancadaki ‘metafora’ kökünden gelmekte olup, “meta” (öte, aşırı) ve “pherein” (taşımak, yüklenmek) isimli iki sözcüğün bileşiminden oluşmaktadır. Türkçede ‘söz sanatı- eğretileme’ anlamı taşımaktadır (akt. Karakuş 2013). Coşkun, (2010); Metafor bireye iki olay, olgu, konu ya da kavram arasında karşılaştırma yapmayı ve bunlar arasındaki benzerliklerin mecazlı bir anlatımla sunmayı sağlar. Böylece iki şey ile ilgili benzerliklere dikkat çeker ya da birini diğerinin yerine geçirerek açıklama olanağı sunar (akt. Karakuş, 2013).
9 ve 12. Sınıf öğrencileriyle yapılan çalışmalarda katılımcıların deprem kavramına yönelik algılarını belirlemek için katılımcıların her birinden ‘’ Deprem …….. gibidir. Çünkü ……..’’ kısmını tamamlamaları istenmiştir. Metaforlardan bir kaçı huzur bozan bir şey, kıyamet günü, salıncak, sallanan beşik, uyandırıcı alarm, hayal kırıklığı, yok edici güç, … vb. şeklinde belirlenmiştir. Bu çalışmalar sonucunda deprem yaşayan öğrencilerin daha fazla metafor ürettiği ortaya çıkmıştır. Depremi yaşayan öğrencilerin daha fazla sayıda metafor üretmeleri deprem yaşanmışlığıyla açıklanabilir. Depremi yaşayan bireylerde deprem farklı çağrışımlar yapabilmektedir. Bu sebepten dolayı fazla sayıda metafor ortaya çıkmıştır (Karakuş, 2013).
Katılımcılardan depreme maruz kalanların daha çok metafor üretmeleri birçoğunun depremin zararına maruz kalmış olmaları ve onun geride bıraktığı kötü duruma şahit olmalarıdır (Aksoy, 2013).
Deprem Sonrasında Gelişen Travmaların Meslekler Üzerindeki Etkisi
Afetlerde mortaliteden çok fiziksel ve psikolojik travmaya bağlı olarak çeşitli morbiditelerde artış görülür. Afet yaşama, afet bölgesine yakınlık, fiziksel yaralanmanın derecesi, tanıklık ettiği görüntüler, yakın kaybı travma sonrası stres bozukluğunun ortaya çıkmasında hazırlayıcı faktörlerdir. Afete maruz kalanların %30-40’ında ilk bir yıl içinde görülen psikolojik morbidite hızı ikinci yıldan sonra azalmaya başlar. Sonuçlara bakıldığında Araştırmaya katılan Kocaeli ili 112 acil yardım birimlerinde çalışan personelin afete bağlı ruhsal tepkileri depremin 5. yılında %10 ile 29 oranında yaşadıkları ve yaklaşık %9 oranında da tedaviye gereksinim duydukları saptanmıştır. Bu sonuçlar literatür ile de benzerlik göstermektedir. Afetler ve benzer travmatik olaylarla sıklıkla karşılaşan ve çoğunlukla da ilk müdahaleyi yapmak durumunda olan bu personellerin ruhsal yönden desteklenmesi ve olası diğer afetlere hazırlanması da gerekir (Çakmak ve ark., 2010).
Ülkemizde insani ve ekonomik kayıplara yol açan doğal afetlerle sık karşılaşılmakta olup, bunların başında da depremler gelmektedir. Yakın geçmişte Marmara Bölgesi ve çevresi, merkez üstleri Gölcük ve Düzce olan iki büyük deprem geçirmiştir. Yaşanan bu iki deprem bölgede yaşayan halkla birlikte, burada görev yapan personeli de etkilemiştir. Travmatik olayların ardından, sadece olaya doğrudan maruz kalanlar değil, bu kişilerin yanı sıra, olaya yakından tanık olanlar, mağdurların yakınları, kendisi görmese ya da yaşamasa bile travmatik olayı bir başkasından bütün ayrıntıları ile dinleyenler ya da olayın etkilerini medyadan yakından takip edenler ve o bölgede yardım çalışmalarında görev alan kişiler de travmatik stres belirtisi gösterebilir. Bu grupların gösterdiği tepkiler, ikincil travmatik stres ya da dolaylı travmatizasyon olarak tanımlanmaktadır ve bireylerde görülen belirtiler, olayı bire bir yaşayan mağdurlarla benzer olmaktadır (Çakmak ve ark., 2010).
Önceden afet deneyimi olan bireyler yeni bir afet durumuyla karşılaştıklarında kendilerini nelerin beklediğini bilebilirler. Bu durumda olan bireyler önceden yaşamış oldukları bazı olumsuz deneyimleri tekrar yaşayacakları için olaydan daha fazla etkilenebilirler. Bu bireylerin daha sonraki afet durumlarında çalışmakla ilgili kaygı duyuyor olmaları da oldukça olasıdır. Bununla birlikte önceki deneyimler kişilerin yeni bir afet durumunda kendilerini nelerin beklediğini bilmeleri ve bu konuda hazırlıklı olmaları acısından pozitif yönde de bir yarar sağlayabilir. Bu durumdaki bireyler ise, bir sonraki afet durumunda çalışmakla ilgili daha az kaygı duyabilir ve hatta böyle bir afet durumunda görev almakta istekli de olabilirler.
Araştırma sonuçlarına bakıldığında Kocaeli ili 112 acil yardım birimlerinde çalışan personelin 17 Ağustos Kocaeli ve 12 Kasım Düzce depremlerinde bölgede bulunma durumları önceki afet deneyimlerinin Kocaeli 112 acil yardım personeli üzerinde negatif yönde bir etkisinin olmadığını; bu personelin yeni bir afet durumunda çalışmaya hazır olduğunu düşündürmüştür (Çakmak ve ark., 2010).
Yıldız (2000)’a göre depremler, eğitim - öğretim hizmetleri üzerinde birtakım olumsuz etkilere yol açmaktadır. Bu etkiler eğitim hizmetlerinin yürütüldüğü fiziki ortamın zarar görmesi şeklinde olabileceği gibi, depremi yaşayan öğretmen ve öğrencilerin, öğretmeöğrenme durumlarındaki problemler şeklinde de görülebilmektedir (Öztürk, 2013).
Travmalardan Sonra Tedavi Hizmeti Alımının Yordayıcıları
Depremlerden sonra depremzedelerde yüksek oranda TSSB ve depresyon görüldüğü bilinmektedir. Travmalardan sonra tedavi hizmeti başvurusunu yordayan değişkenleri araştıran çalışmalar daha şiddetli travmanın daha fazla tedavi hizmeti başvurusuna yol açtığını göstermektedir (akt. Kılıç, 2008).
Doğal afetlerden sonra tedavi hizmeti kullanımının araştırılması afetlerden ciddi biçimde etkilenen toplulukların ihtiyaçlarına hangi tedavi hizmeti yaklaşımının uygun olduğunu belirlemek açısından önemlidir. Kılıç’ ın (2008) bu doğrultuda yaptığı araştırmada göre depremden sonra yedi depremzededen biri ruhsal sorunlar nedeniyle bir tedaviciye başvurmuşlardır. Doğal afetlerden sonra yardım arama eğiliminin artması beklenmesine rağmen, yardıma ihtiyacı olanların tümü yardıma başvurmamıştır. Yapılan çalışmada yaş ve cinsiyet başvuruyu etkilemezken ruhsal hastalık öyküsü ve depremden sonra depresif belirtiler görülmesi en önemli yordayıcılardır.
Psikolojik destek almayı etkileyen pek çok faktör vardır. Goldberg ve Huxley (1992) tedaviye başvuru kararını etkileyen faktörler arasında farkındalık, adını koyma, damgalama, ekonomik ve demografik faktörler gibi değişkenleri saymışlardır. Yapılan çalışmada destek almak için ilk başvurulan kişilerin Değirmendere’ de psikiyatr veya psikolog, Avcılar’ da ise pratisyen hekimler olduğu saptanmıştır. Bu da ilgili çalışmada Değirmendere’deki insanların eğitim seviyesinin Avcılar’ daki insanlara göre daha yüksek olmasına dayandırılmıştır (Kılıç, 2008).
SONUÇ
Dünyada ve ülkemizde sık meydana gelen deprem, heyelan, çığ, sel baskını vb. doğal ve doğal olmayan olaylar sonucunda can ve mal kaybında büyük artışlar gözlenmektedir. Bu durum sağlıklı kentleşmenin ve sanayileşmenin temel öğesi olan planlamanın doğal çevre ile uyum birlikteliğinin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır. Halbuki teknolojinin baş döndürücü gelişmesine paralel olarak doğal afetlerdeki ölü-yaralı sayısı ve maddi hasarların azalması gerekirken, ülkemizde yıllar içerisinde çarpık kentleşmeye de bağlı olarak ölü-yaralı sayısı ve maddi hasarlar daha da artmaktadır (Çakır ve ark., 2006).
Ülkemizde son yaşanan Van depremi örneğinde de görüldüğü gibi hala orta şiddetin üstündeki depremler binlerce insanın ölmesine, yaralanmasına, evsiz kalmasına, yakınlarını kaybetmesine, işsiz kalmasına neden olmaktadır (Tanhan ve Kardaş, 2014).
Yaşanılan travmatik olayın etkileri kişiden kişiye değişmektedir. Bu nedenle deprem sonrası travma ayrı bir yere sahiptir. Ansızın meydana gelmesi yol açtığı yıkımlar, ölümler ve yaralanmalar pek çok psikolojik ve fizyolojik sorunlara neden olur. Bu yüzden Bilici ve arkadaşları (2014) deprem sonrası erken dönemde afetzedelere, yaşayabilecekleri belirtiler ve başa çıkma yöntemleri ile ilgili eğitim verilmesinin faydalı olabileceğini söyler. Örneğin büyük bir deprem felaketi yaşamış kişilerin yaşadıkları travmanın üstesinden gelme becerileri ve süreleri farklılık gösterir. Çünkü her birey kendine özgü baş etme stratejilerine sahiptir. Yani kısacası durum bizim ruhsal dayanıklılığımızı aştığında travmatik bir hal alır.
Çocuklar ‘küçük’ oldukları için yaşanan olumsuzlukların onları etkilemediği, durumun farkına varmadıkları, en az zarar gören kişiler oldukları düşünülür. Oysa durum bunun tam aksidir. Dolayısıyla çocukların hiçbir şeyden anlamadığı, etkilenmediği algısı yanlış bir algıdır. Çocuklar her şeyi bilir ve farkındadırlar ve genellikle böyle durumlara okul hayatlarındaki başarısızlıklarıyla tepki verirler.
Bu yaşlardaki bireyler travmatize olmaya daha yatkındırlar. Çünkü bu dönem bireyin fiziksel ve psikososyal gelişim ve değişimlere maruz kaldığı bir dönemdir. Bu yüzden baş etme becerileri yetişkinlere göre daha zayıftır.
Deprem sonrası kişiye çok zor bir yaşam sürecinden geçtiğinin farkındalığı sağlanarak yaralarının sarılması, zihinsel ve bedensel olarak kişinin dinlendirilmesi ve rahatlatılması, yaşadıklarının ve duygularının rahatça belirtilmesi, yaşanan trajedinin kişi tarafından kabullenilmesi, yaşamın kişi tarafından yeniden anlamlandırılması ve sosyal destek alması sağlanarak kişinin kalınan yerden yaşamsal sorumluluklarına devam edebilmesi sağlanabilir (Nakajima, 2012).