Depresyon Nedir?
Yazar Gizem Akcan • Psikolog • 27 Ağustos 2019 • Yorumlar:
Depresyonun toplumda oldukça yaygın rastlanılan bir bozukluk olduğu bilinmekte ve tanımlanmasının Hipokrat dönemine kadar uzandığı görülmektedir. Depresyonun en temel belirtileri arasında daha önceden isteyerek ve severek yaptığı günlük etkinliklere karşı isteksizlik ve yaşamdan zevk alamama durumu yer almaktadır. Bunların yanı sıra, zaman içerisinde kişide kederli ve üzgün bir duygu durumu ile beraber bazı değişikliklerin meydana geldiği görülmektedir. Bu durumda kişide her şeyi olumsuz olarak değerlendirme eğilimi, karamsarlık düşünceleri ile geçmişi ve geleceği düşünmeye başlama durumları olduğu dikkat çekmektedir.
Depresyonun küresel hastalık yüküne sebep olan ilk on hastalık içerisinde beşinci sırada yer aldığı görülmektedir. Yürütülen araştırmalarda, toplumdaki yaygınlığının oldukça fazla olduğu görülmektedir. Depresyonun ergen kızlarda ve erişkin kadınlarda görülme olasılığının, ergen ve erişkin erkeklerle kıyaslandığında iki kat fazla olduğu dikkat çekmektedir. Ayrıca, depresyonun başlangıç yaşının değişiklik gösterdiği, ancak ortalama 20’li yaşların ortalarında başladığı bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda, başlangıç yaşının son yıllarda daha erken yaşlara kaydığı dikkat çekmektedir.
Depresyondaki bireylerin, geçmişte yaşadıkları olayların olumsuz ve kötü yanlarını görerek kendilerini suçlu ve cezalandırılmış hissettikleri dikkat çekmektedir. Benzer biçimde, geleceği de umutsuz ve karamsar olarak değerlendirerek gelecek ile ilgili çaresizlik düşüncelerinin daha da arttığı görülmektedir. Kişi hayattan zevk alamaz hale geldiği ve yaşamanın anlamsız olduğunu düşünecek kadar kendini çökkün hissedebildiği göze çarpmaktadır. Budak (2000) bu olumsuz bakış açısının günlük yaşamına, kişilerarası ilişkilerine yansıdığını ve onun okul ve/veya iş yaşamındaki performansında düşüşe neden olduğunu savunmaktadır.
Depresyon, üzüntü, isteksizlik, karamsarlık, değersizlik, yetersizlik, güçsüzlük, aktivite azalması, durgunluk, fizyolojik işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri içeren bir sendromdur ve depresyonun günümüzde akıl sağlığı alanında en çok tartışılan sorunlardan biridir. Ayrıca, depresyonun önemli düzeyde iş-güç ve yeti yitimine neden olduğuna dikkat çekmektedir.
Ülkemizde psikiyatrik düzeyde yardım gerektiren ruhsal bozukluklar içerisinde depresif tipte olanların en fazla olduğu bulunmuştur. Toplum içinde klinik düzeyde depresyonun görülme oranının %10 civarında olduğu gözlenmiştir. Depresif belirtilerin genel olarak toplum içindeki yaygınlığı ise %13-20 arasında değiştiği belirtilmektedir. Depresif belirtilerin hafif düzeylerde olduğu durumlarda bile, bireyi hareketsizliğe, verimsizliğe, mutsuzluğa ittiği ve bu nedenle bu belirtileri gösterenlere ulaşılmasının koruyucu ruh sağlığı açısından da önemli olduğu bilinmektedir.
Depresyonda olan kişilerin düşünce içeriğini, Beck’in bilişsel üçlüsü olan kendileri, dünya ve gelecek hakkındaki kötümser düşünceler oluşturur (Yalom, 2006). Bilişsel üçlünün ilk basamağı; bireyin kendisini olumsuz bir biçimde değerlendirmesidir.Bireykendisini yetersiz, beceriksiz biri olarak değerlendirir. Bu değerlendirmesi de bireyindeğersiz,istenmeyen biri olduğunuve beraberinde ikinci basamak olan; dış dünyanın anlamsız bir yer olduğuna dair düşünmesine neden olur. Üçüncü basamakta ise geleceğe yönelik olumsuz beklentiler oluşur (Arkar, 1992)
Majör Depresif Bozukluğun (MDB) DSM-V açısından tanımlanması için en az 2 haftalık süre içerisinde 5 ana belirtinin bulunması gerekmektedir. Bu belirtiler arasında depresif duygudurumu ya da eskiden ilgi duyulan etkinliklere ve olaylara ilgi ve zevk kaybı bulunmalıdır. Ek olarak, uykuda, iştahta, odaklanmada ya da karar almada değişiklikler, değersiz ve suçlu hissetme ya da psikomotor yavaşlamalar ya da yerinde duramama belirtileri bulunur. Belirtilere değersizlik, suçluluk duyguları ve intihar düşünceleri eşlik eder. Majör depresif bozukluk hastalıklarının yüksek oranda anksiyete bozukluklarıyla da ilgili bir rahatsızlık yaşadığı bilinir. Depresyon ve Anksiyete Bozuklukları hem birbirini tetikler hem de birbirlerinin çözüme kavuşmasını zorlaştırır. Tedavi için kesinlikle majör depresyon bozukluğu olan hastaların psikoterapi yardımı alması gerekir. Bilişsel davranışçı terapilerin yaygın olarak kullanıldığı bir hastalık da olsa majör depresyon bozukluğu, sosyoterapi ve psikodinamik terapiyle bireyin sosyal hayatını etkileyen, belirleyen ve baskılayan dinamikleri analiz etmek bireyin tedavisi açısından çok faydalı olacaktır. (Kring, Ann M., et al. Abnormal Psychology. John Wiley & Sons, 2015).