Depresyon ve bilişsel davranışçı terapi
Yazar Fatma Efe • Pedagog, Psikolog, Psikiyatrist, Çocuk Psikiyatristi, Psikolog, Çocuk Psikiyatristi, Psikiyatrist, Psikolog, Çocuk Psikiyatristi, Psikiyatrist, Psikolog, Çocuk Psikiyatristi, Nörolog, Psikiyatrist, Psikiyatrist, Psikiyatrist, Psikolog, Psikolog, Psikiyatrist, Psikiyatrist, Çocuk Psikiyatristi, Çocuk Psikiyatristi, Psikolog • 22 Eylül 2016 • Yorumlar:
Depresyon ;duygusal, bilişsel, davranışsal ve somatik belirtilerle kendini gösteren; bunun sonucunda bireyde çökkün bir ruh haline, bireyin davranışsal etkinliklerinde bir azalmaya, zihinsel etkinliklerde bazı değişikliklere ve yer yer bedensel bazı yakınmalara neden olan; şiddeti bireyden bireye değişebilen bir duygudurum bozukluğu olarak tanımlanabilir (Amerikan Psikiyatri Birliği 1994; Kennedy vd. 1998; Tuğrul ve Sayılgan 1997).
Depresyonun etiyolojisine bakıldığında, psikososyal risk faktörlerinin çok önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Bu faktörler kişinin kendi depresyon geçmişi, kendine özgü kişilik özellikleri, herhangi bir yakının kaybı, düşük sosyoekonomik düzey, yetersiz sosyal çevre, olumsuz yaşam olayları, madde kullanımı ya da anksiyete gibi bir başka bozukluğun varlığı olarak sıralanabilir. Ancak bu faktörlerin her bireyde depresyona yol açacağı söylenememektedir (Kennedy vd. 1998).
Depresyon, "psikiyatrinin soğuk algınlığı" denebilecek kadar yaygın bir bozukluktur (Fennel 1989). Moore'a (1997) göre, depresyonun genel popülasyonda yaşam boyu riski %10 ile %20 arasında değişmektedir. Dobson ve Jackman-Cram (1996) ise her yıl dünyada 100 milyondan fazla insanın klinik olarak anlamlı düzeyde depresyona maruz kaldığını ve bu rakamın giderek yükseldiğini ileri sürmektedirler.
Depresyon bulguları 4 durum açısından değerlendirilir;
Davranışsal: Etkinlik düzeyinde düşme, sosyal ilişkilerde azalma
Motivasyonel: ilgi ve istek kaybı Bilişsel: Konsantrasyon güçlüğü, kararsızlık, intihar düşünceleri
Duygusal: Üzüntü, anksiyete, suçluluk, utanç
Somatik: Uykusuzluk, iştahsızlık
(Fennel, 1989).
Bireyin birtakım erken yaşantıları, kişide kendisi ve dünya ile ilgili birtakım işlevsel olmayan şemalar oluşmasına neden olmaktadır. Oluşan bu şemalar daha sonraki yaşamda bireyin dünyaya bakışını ve davranışlarını yönlendirmesini sağlamaktadır. Her insanda birtakım şemalar gelişmektedir. Bunun amacı, bireyin çevresini ve yaşantılarını anlamlandırmasıdır. Ancak, bazen bazı şemalar oldukça katı, aşırı uçlarda, değişime dirençli ve işlevsel değildirler. Bu tarzda gelişen şemalar, kritik olaylar tarafından etkinleştirildiklerinde, bireyde çok yoğun olumsuz otomatik düşüncelere neden olmaktadırlar. Burada unutulmaması gereken bir konu, bireyin yukarıda belirtilen kişilik özelliklerinin bu olaylar karşısında depresyona yatkın olup olmadığıdır.
Olumsuz otomatik düşünceler de depresyon belirtilerine neden olmaktadır. Bu aşamadan sonra depresyon belirtisiyle olumsuz otomatik düşünceler sürekli olarak birbirlerini etkilemektedirler. Başka bir deyişle, depresyon geliştikçe olumsuz otomatik düşüncelerin sıklığı ve şiddeti artmakta, mantıklı düşünce azalmaktadır; otomatik düşüncelerin sıklığı ve şiddeti arttıkça da depresif belirtilerin sıklığı ve şiddeti artmaktadır. Böylece bir sürekli etkileşim oluşmaktadır (Fennel 1989; Savaşır 1996).
Örneğin, küçük yaşta kardeşini kaybeden bir kişide, sosyotropik kişilik özelliğinin de etkisiyle, "Arkadaşlarımın dediklerini yapmazsam beni sevmeyecekler" gibi bir ara inanç gelişebilir. Daha sonra kişi, çocuğunun ölümü gibi kritik bir olay yaşadığında, tüm bunlardan kendini sorumlu tutarak, "Allah kahretsin, bütün bunlar benim suçum", "Ben salağın tekiyim", "Sonsuza dek hata yapacağım" şeklinde olumsuz otomatik düşünceler geliştirebilir. Bu olayların üst üste gelmesi sonucunda, kişide oluşan olumsuz otomatik düşünceler, kendini depresif belirti olarak gösterebilir. Bu belirtiler, aktivite düzeyinde düşme, sosyal ilişkilerde azalma gibi davranışsal; karasızlık, intihar düşünceleri gibi bilişsel; suçluluk, utanç gibi duygusal ya da uykusuzluk, iştahsızlık gibi somatik boyutlarda yaşanabilir. Bu belirtiler de yeniden olumsuz otomatik düşüncelere dönüşebilir. Aktivite düzeyinde düşme olan kişi, "Hiçbir işe yaramıyorum"; kararsızlık yaşayan kişi, "Ne yapacağımı bilmiyorum"; suçluluk duygusu yaşayan kişi "Bütün bunlar benim suçum" gibi olumsuz otomatik düşünceler geliştirebilir.
Örnekte de görüldüğü gibi, depresyondaki kişilerin olumsuz otomatik düşünceleri ve depresif belirtileri arasında sürekli bir döngü yaşanmaktadır. Depresyonun bilişsel terapisinde, bu döngüyle uyumlu olarak, hastaya duyguların düşünceleri, düşüncelerin de davranışları nasıl etkilediği gösterilerek; hastanın olumsuz otomatik düşüncelerini tanıması ve bunları değiştirmesi amaçlanmaktadır.
Özetle söylemek gerekirse, depresyonun oluşumunda kuramın dört temel öğesi (bilişsel üçlü, olumsuz otomatik düşünceler, bilişsel çarpıtmalar, işlevsel olmayan şemalar), bu öğeler arasındaki etkileşimler, yatkınlık oluşturan kişilik özellikleri ve bu yatkınlığı ateşleyecek olaylar etkili olmaktadır.
Kaynakça: (Sosyal Bilimler Dergisi 2000-2001)