Dijital Ebeveynlerin Dijital Çocukları
Dünya genelinde yaşadığımız pandemiden dolayı hiç olmadığı kadar teknolojiyle iç içe olduğumuz günlerden geçiyoruz. Bu süreçte ihtiyaçlarımızı gidermek adına yaptığımız alışverişlerden tutun da aslında tüm yaşam şeklimizin yanında çalışma hayatımızı da dijital kanalları kullanarak gerçekleştirmek durumundayız.Tam da bu konuyla ilgili bir önceki yazımda bu tip özel durumlara değinmiş ve bu durumlarda teknolojiden faydalanmak zorunda kalabileceğimizi belirtmiştim. Ancak bugünler geçip hayatımıza normal şekilde devam ettiğimizde "DİJİTAL EBEVEYNLERİN DİJİTAL ÇOCUKLARI-1" adlı makalemde yazdıklarım geçerliliğini korumaya devam edecek.
Yazı dizisinin bu bölümüne başlamadan önce bir şeyi hatırlatmamda fayda var. Amacım çocuklarınıza televizyon izletmeyin, oyun oynatmayın demek değil. Bu yazının amacı beynimizin olumsuz içeriklerden neden ve nasıl etkilendiğini ifade etmek. Gelin birlikte çocuklarımıza nelere sınır koyup ve onları bu olumsuz etkilerden nasıl koruyacağımıza bakalım.
Hepinizin bildiği gibi televizyonda belgesel ve eğitici çizgi filmler gibi programlar da olduğu gibi şiddet ve olumsuz örnek içeren içerikler de var. Çocuklarımızı olumsuz etkilerden korumak için onlara ekran süresi konusunda sınır koymak ve karşılaştıkları içerikleri kontrol etmek gereklidir.
Peki sanal dünyadaki içerikler bizi neden olumsuz etkiler? Bizi neden olumsuz etkilediğini anlamak için öncelikle beynimizin işleyişini doğru anlamakta fayda var. Öncelikle beynimiz hem adaptif (değişen şartlara uyum sağlayan, uyan) hem de kandırılabilir bir organ. Adaptasyon bizim değişen koşullarda hayatta kalabilmemiz ve işleyişini sürdürebilmemiz için son derece önemli bir özellik. Güncel örnek verecek olursak şu an salgın koşullarına adapte olabilen, hijyenine dikkat eden ve evde kalma sabrını gösterebilen bireyler hastalıktan uzak durmaya ve hayatta kalmaya devam ediyorlar. Burada da değişen koşullara karşı geliştirilen bir uyum mekanizması var. Ancak bu adaptasyon durumu sanal dünyanın algılarınızla oynaması ile beraber olumsuz ve düzen bozucu bir takım etkiler yaratabiliyor. Örneğin sürekli ekran karşısında yer alan bireyleri düşünelim ve bu bireyler şiddet ve vahşet içerikli diziler, filmler ya da olumsuz haberler izliyor olsun. Bir süre sonra bu içeriklere maruz kalan insanların da daha fazla öfkeli ve gergin olduğunu, daha az düşünerek hareket ettiğini görmeye başlarız. Ancak buradaki en önemli nokta başta şiddet dolu içerikleri izlemekte zorlanmalarına rağmen beyinlerinin bu duruma alışmaya başlaması ve ilk baştaki kadar aşırı tepki vermemesidir. Çünkü beyin o içeriklere alışmaya ve normal görmeye başlamıştır. Bu da şu anlama gelir: Eğer beyin bunları normal görürse kendisinin de uygun koşullar altında aynı şekilde davranmaya başlama olasılığı artar ve şiddete karşı tepkisiz kalır. Hiç fark ettiniz mi? Ana haber bültenlerinde onca olumsuz içerikle karşılaşıyoruz ama anlık bir tepki gösterip sonra da hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çünkü bu tarz olaylara sürekli maruz bırakıldığımız ve beynimiz bu duruma alıştığı için tepki süresini ve boyutunu çok kısıtlı tutuyor. Yani şiddete, suça karşı duyarsızlaştırılıyoruz.
Aynı süreci yeni bir şey aldığınızda da yaşarsınız. O çok ulaşmak istediğiniz kişiye ya da nesneye ulaştığınızda ilk önce aşırı bir haz alır ardından tepkisizleşmeye ve hatta önemsememeye giden bir süreç oluşturursunuz. Çünkü beyniniz her defasında ilk günkü tepkisini vermeye devam etseydi bu sizin için son derece yorucu olurdu.
Bu durumu çocuklar açısından ekstra incelemek gerekiyor. Çünkü çocuklar bu tarz olumsuz içeriklere maruz kaldığından yetişkinlere göre hem daha hızlı hem daha yoğun etkileniyorlar. Bunun önemli sebeplerinden biri erken yaştaki çocukların (0-5 yaş) sanal ve gerçek dünyayı yeterince ayırt edecek zihin becerilerine sahip olmamaları. Çok kabaca ifade etmek gerekirse çocuklar izledikleri filmlerin ya da dizilerin gerçekten yaşandığına inanırlar. Önceki yıllarda kendini Pokemon sanıp aşağı atlayan çocuk haberi bu ayrımın gelişmediğine yönelik iyi örneklerden biridir. Sonrasında ise çizgi film ülkemizde yasaklanmıştı.
Ayrıca araştırmalar göstermektedir ki erken yaşta olmasa, gerçek ve sanalı ayırsa dahi olumsuz içeriklere maruz kalan çocuk, ergen ve yetişkinlerin beyni de o içerikleri gerçekmiş gibi kabul etmeye, normal görmeye ve ona göre davranmaya başlar. En basitinden bir film izlerken duygularınızı olaylar sanki gerçekten yaşanıyormuş gibi yaşarsınız. Sevinir, üzülür, kızar ya da korkarsınız. Mantığınız filmin ya da dizinin gerçek olmadığını bilse bile bilinçaltı gerçekmiş gibi kabul ettiği için o duyguları yaşıyorsunuz hatta bazen kontrol edemiyorsunuz. Ne demiştim? Beyin kandırılabilir bir organ. Bu durumda sürekli olumsuz durumlara maruz kalmak beyninizin o durumda gerçekten yaşadığına ikna olmasına neden olup sizin kendi gerçeklik algınızı zayıflatacaktır. Gerçeklik algısının zayıflaması düşüncelerinizi, karar verme süreçlerinizi, davranışlarınızı kısacası bizi biz yapan her şeyi etkileyecektir.
Çocuklar model alarak öğrenir ve ona uygun davranırlar. Model aldıkları kişiler anne-baba olabileceği gibi daha güçlü ve baskın karakterler de olabilir. Bu sebepten ötürü çocuklarımızı izlediklerini kontrol etmekte her zaman fayda var. Çünkü çocuklar doğruyu yanlışı ayırt ederek dünyaya gelmezler. Etrafı gözlemleyerek, anne babalarının öğretilerine göre davranışları şekillenir. Ancak anne ve babadan daha etkileyici dizi ve film karakterleri, maruz kaldıkları olumsuz öğeler onlar üzerinde anne ve babanın etkisinden daha baskın olabilir. Özellikle de kendini ispat arayışı, içsel dünyalarını keşfetme ve kabul isteği içinde olan ergenler bu tarz olumsuz karakterlerin davranışlarını taklit etmeye son derece yatkın olabilir. Hatırlarsanız özellikle 2000 li yılların başında mafya dizileri furyası başlamış ve bu dizilerden etkilenen ergenler oradaki replikleri ve davranışları taklit etmeye başlamıştı.
Tabii ki olumsuz öğeler sadece dizi ve filmlerde olmuyor. Günümüzde adeta bir bağımlılık halini alan dijital oyunlar da son derece önemli bir etkiye sahip. Ayrıca oradaki sanal karakterin kontrolünün gerçek bir insanın elinde olması oyuncunun o karakterle kendini daha kolay özdeşleştirmesine sebebiyet vermekte. Bu durumda dizi ve filmlerden kat be kat daha hızlı bir şekilde oyunlardan etkilenmek mümkün oluyor. Ayırca oyunlarda kalıcı ölüm gibi bir durum olmadığı, işlenen suçların ceza almasını bırakın, suça teşvik ve ödül olduğu için (birilerini öldürerek bölüm atlamak, para kazanmak) gerçeklik algımız çok daha fazla bozulma gösteriyor. Yani beynimiz biz neredeyse ölüm korkusu olmadan risk almaya ve şiddet gösterisinin olması gereken bir durum olduğuna inanarak davranışa itiyor. Doğal olarak bu eylemlerin sonucu da büyük bir dram oluyor.
Burada bir şeye değinmek istiyorum. Yazdığım yazıda belirttiğim durumlar her bireyde aynı etkiyi yaratmayabilir.Yani ekran başında olumsuz görseller ve olaylarla karşılaşan her birey suç işler diye bir kaide yok. Ancak herkesi fark etmeden olması gerekenin dışında davranmaya az veya çok itecektir. Özellikle biyolojik ve çevresel faktörlerden dolayı şiddete daha meyilli olabilecek bireylerin tehlikeli davranışlar geliştirme olasılığını son derece arttıracaktır. O yüzden çocuklarımızı da kendimizi olabildiğince bu tarz içeriklerden uzak tutmak, en azından onların yanlarında bulunurken karşılaştıkları olumsuz davranışları sorgulatmak önemlidir. Örneğin çizgi film seyrederken birbirine zarar veren karakterlerle karşılaşıldığı zaman sence bu yaptığı davranış doğru mu, nasıl davranması gerekirdi gibi sorularla çocuklarınızı sorgulatmaya itebilirsiniz.O yüzden onlar ekran başında otururken siz de yanlarında bulunmaya özen gösterin.