Diyetler Neden İşe Yaramıyor?
Yazar Adil Maviş • Pedagog, Psikolog, Psikiyatrist, Çocuk Psikiyatristi, Psikolog, Diyetisyen, Diyetisyen, Psikiyatrist, Psikiyatrist, Psikolog, Psikolog, Psikiyatrist, Çocuk Psikiyatristi, Diyetisyen • 14 Temmuz 2016 • Yorumlar:
Mutlu Eden Bir Diyet Biliyor Musunuz?
Aşırı kilo ve obezitenin oluşmasında modern yaşamın gerekleriyle birlikte genetik yatkınlık, metabolik sebepler, ilaç kullanımı gibi sosyal ya da psikolojik birçok sebepler sıralanabilir. Tüm bunların yanı sıra “diyet yapmak veya diyete dayalı bir anlayış neden işe yaramıyor” bunun irdelenmesi gerekir.
Diyet yapmak çoğu kişiyi hissettirdiği mahrumiyet duygusundan dolayı mutsuz eder. Diyet yapmaktan vazgeçip durumlarını kabul edenler de mutsuzluklarıyla mutlu olmayı öğrenmişlerdir.
Yemekten Vazgeçme İradesi Göstermek Neden Bu Kadar Zor?
Kısıtlamaya dayalı bir yemek anlayışı bir süre sonra kendinizi hapishanede hissetmenize neden olur. Bu fasit daireden çıkamayan kişi bedensel hazda takılı kalır. Karbonhidrat kısıtlaması ve şekeri kesmek bir süre sonra kişiyi yüksek ölçüde rahatsız etmeye başlayabilir. Bu gıda türlerinin her ikisi de ölçülü olarak alınmalı, ancak rafine edilmiş gıdaların bağımlılık yapıcı etkisi göz ardı edilmeden.
Bedensel İhtiyaçlarla Duygusal İhtiyaçlar Birbirine Karıştırılıyor
Tüm hızlı, kontrolsüz ve aşırı yeme eylemlerinin fiziksel sebeplerden çok bilinçaltında yatan sebepleri var: Öfke, aşrı kıskançlık, ruhsal ve bedensel tatminsizlik, öz değer ve özgüven eksikliği, suçluluk duygusu, kızgınlık, aşırı kıskançlık, ilişkisel ve cinsel problemler, kişinin çözmeye gücü yetmediği ya da gücü olmadığı için bastırdığı durumlar, yalnızlık duygusu gibi bilinçaltı düzeydeki olumsuz duygular, kilo almanın sebepleri arasında önemli yer tutuyor.
Dengeli Beslenmek Ne Demek?
Ortalama bir insan için ideal olan sağlıklı beslenme düzeninde toplam besinlerin yüzde 50'si karbonhidratlardan, yüzde 15'i proteinlerden, 20- 30'u da yağdan gelmelidir. Diyetisyenlerin kilo verme veya form koruma amacıyla ürettikleri formüllerin temelinde bu 3 kaynağın dengelenmesi yatar.
Mideyi Değil Beyni Kontrol Etmek
Birçok insanın farkına varamadığı şey açlık hissi ve enerji kullanımın beyin tarafından kontrol edildiğidir. Beyniniz siz bunları fark etmeden, düşünmeden bir yazılım gibi görevini yerine getirir. Bu açıdan bakılırsa iştah, motivasyon, duyguları yönetmek gibi dürtüsel davranışlarda değişiklik yapabilmekte ve dolayısıyla sağlıklı kilo kaybetme sürecinde iradenin çok az etkisi vardır.
Vücudun Referans Değeri Değişmeden Asla Kalıcı Kilo Veremezsiniz
Kaç kilo olması gerektiği konusunda vücudun kendine ait bir algısı vardır. Buna referans değeri denir. Vücut bu referans değer üzerinden 5-7 kilo arasında iniş çıkışları normal kabul eder. Bu aralığın dışına çıkmayı ise bir tehdit olarak algılar ve daha fazla kilo kaybı yaşadığında bütün sistemleri buna engel olmak için çalışır. “İşte su bile içsem yarıyor”, “kilo verme çabalarıma vücudum direniyor” gibi şikayetleri olanların esas gerçeği budur. Sistem tıpkı bir termostatın yaptığı gibi onlarca kimyasal aktiviteyi, sinyali, açlığı ve metabolizmayı aynı anda düzenleyen kompleks bir prensiple çalışır. Örneğin kışın termostat ayarı 24 dereceye ayarlıysa ve oda size sıcak geliyorsa, pencereyi açsanız bile kombi sisteminiz oda sıcaklığını 24 derecede tutacak şekilde çalışır ve pencereyi açmak o anda yarattığı serinlik dışında bir işe yaramaz. Vücudunuzun referans sistemi yıllar içinde oluşmuş ve pekişmiştir. Referans değeriniz 73-78 kilo, ideal kilonuz 58 kiloysa kişisel çabalarınızla diyet yaparak 58 kiloya gelmiş olsanız bile termostatınız devreye girip kısa süre içinde sizi referans aralığına geri çekecektir (73-78 kg). Yani kişisel çabalarınız referans ayarlarınız değişmediği sürece verdiğiniz kiloları tehlike olarak algılayacak kalıcı kilo kaybı imkansız hale gelecektir.
İşte beyniniz de aynen bu şekilde çalışır. Şimdi zayıflama hapları, atlanan öğünler ve kardiyo egzersizlerinin neden kalıcı bir etki yapmadığını daha iyi anlayabilirsiniz. Eğer referans aralığınızın dışına çıktıysanız vücut hızlı kilo verme durumunu bir tehdit olarak algılar, kilo verdikçe aç hissetmeye başlamanız ve gittikçe halsizleşmeniz bundan kaynaklanır. Kısaca vücudunuz istemediğiniz kiloları normal değerler olarak algılamış; siz ise çaba göstererek bu değerleri değiştirmeye çalışıyorsunuz. Bu çabayla bir süre sonra vücudun kilo verme direnci kırılıyor.
Kolombiya Üniversitesi’nden Dr. Rudy Leibel vücut ağırlığının yüzde 10’unu kaybeden kişilerin uzun süredir aynı kiloda olanlara kıyasla 250-400 kalori daha az yaktığını tespit etmiştir. Bu nedenle kalıcı kilo vermek için metabolizmanın yeni duruma adapte edilip bir anlamda termostat ayarlarının revize edilerek bilinçaltının metabolizma hızı konusunda uyarılması gerekir.
Bedeniniz Mi, Duygularınız Mı Aç?
Biz psikologlar yeme alışkanlıkları konusunda insanları iki gruba ayırıyoruz; bedensel açlık çekenler ve duygusal açlık çekip bunu yemek yemeyi kısıtlayarak yani irade yoluyla kontrol etmeye çalışanlar. Birinci gruba içgüdüsel yiyenler, ikincisine ise kontrollü yiyenler yani diyet yapma yoluna gidenler diyebiliriz.
Sezgisel olarak yiyenlerin kişisel özelliklerine baktığımızda kendileriyle daha barışık, duygularını daha kolay ifade edebilen ve ilişki ve iletişimlerinde daha dengeli davranan bireyler olduklarını söyleyebiliriz. Kontrollü yiyenlerin ise sağlıklı beslenme rutinlerini etkilendikleri bir görüntü ya da duygunun uyarımı ile bozarak ayaklarını frenden çekip gaza basmaları ve kaza yapma riskleri fazladır. Bir dilim baklava birden bir veya iki porsiyon tatlıya dönüşür. Suçluluk, güvensizlik, mutsuzluk da işin içine girdiğinde aşırı yeme arzusu kontrolü tekrar ele alır ve kilo verme konusunda içinden çıkılmaz bir kısır döngü meydana gelir.
Diyete Ne Kadar Erken Yaşta Başlanılırsa Kilo Almaya Yatkınlık O Kadar Fazla Olur
Bilimsel araştırmalara göre ergenlik çağında diyet yapan bayanlar; ideal kilolarını belli bir süreç içinde korumuş olsalar dahi kontrolle öğrenilen diyet yapma alışkanlığı nedeniyle beş yıl içinde kontrolsüz yeme alışkanlıkları geliştirmeye ve fazla kilo sorunu yaşamaya üç kat daha yatkın olmaktadır. Tüm bu çalışmalar göstermektedir ki; kilo alımını tetikleyen faktörler aynı zamanda yeme bozuklukları ve bunlarla bağlantılı kimi başka rahatsızlıkların gelişimine de zemin hazırlamaktadır.
Diyet yapan her kişi kaybedilen kilolar sonrası ulaşılan vücut ağırlığını korumak için “kısıtlanmış bilinç” ile yani alışkanlıklarını kontrol etme güdüsüyle yaşar. Kişinin zihnen zayıf oldu bir anda bu dürtü mekanizması zarar görür ve kilo alma süreci yeniden başlar. Diyet yaptıktan beş yıl sonra birçok kişi vermiş olduğu kiloları geri alır. Hatta bu kişilerin yüzde 40’ı kaybettiğinden daha fazla kilo alabilmektedir. Bu verilerden hareketle diyet yapmanın uzun vadede kilo alma olasılığını arttırdığını söyleyebiliriz.
Mutsuzsanız Daha Çok Acıkır ve Doyuma Daha Uzun Sürede Ulaşırsınız
İçgüdüleri baskılanmış ve doğalarından kopartılmış canlılar mutsuz olurlar. Doğada kendi halinde yaşayan hiçbir canlı obez değildir, ancak evcilleştirilen hayvanlar mutsuzluk ve kıstırılmışlık duygusu sonucu obez olabilirler. Mutsuzluk; duygu durum bozukluğu ve yeme bozukluklarını beraberinde getirir. Acıkmadığı halde yemek yiyen ve tatmin duygusunu oral yolla doyuma ulaştıran bir kişi bedeninin verdiği sinyalleri duyamaz hale gelir. Sinyal sistemi ve daha sonra termostat bozulur. Sadece ve sadece dikkatinizi yediklerinize ve hissettiklerinize verip yeme kontrolünüzü içgüdülerinizle işbirliği yaptırabilir ve ne zaman durmanız gerektiğini yeniden öğrenmeye başlayabilirsiniz. Bu öğrenilen şey, aslında bilinçaltınızın bildiği ancak zamanla baskılanarak unuttuğu bir davranıştır.
Psikologlarla İşbirliği Yapan Diyetisyenler Çözüm Üretme Daha Başarılı Olur
Diyetisyenler kişilerin psikolojik durumlarının etkisi ve süregelen alışkanlıklarla oluşturdukları yeme bozukluklarıyla ilgilenmeyi genelde atlar, ne yapması ve yapmaması gerektiğini doğrudan söyleyip kişileri iradeleriyle başbaşa bırakırlar. Doktorlar kişiye ancak kilo vermesi gerektiğini söylüyor, kilo vermediği takdirde sağlık parametrelerindeki iniş çıkışların ilaçlarla kontrol edilemeyeceğine dikkat çekiyorlar.
Haydi şu gerçekle yüzleşelim: Diyetler işe yaramıyor. Sağlıklı beslenme algısı da bilinçli bir çabayla oluşmuyor. Peki, neden sürekli aynı şeyi yaparken farklı sonuçlar elde etmeyi bekliyoruz? Bir araba çamura saplandıysa daha fazla gaza basarak çıkmaya çalışmak motoru da riske atmaz mı?
Diyet yapmak en iyi ihtimal ve sonuçlar düşünüldüğünde bile zaman ve enerji kaybıdır. Motivasyona dayalı diyet er ya da geç motivasyon yetersizliğinden dolayı bozulacaktır. O halde neden diyete sadık kalmak için harcadığımız enerjiyi diyet dışı çözümlere ayırmıyor ve istemediğimiz sonuçların bize kendimizi güvensiz, suçlu, ve ümitsiz hissettirmelerine izin veriyoruz?
Kendisiyle Barışık Olan Diyete İhtiyaç Duymaz
Diyet yapanlara aç hissettiklerinde yiyebileceklerini söyleseydik ne olurdu? İştahlarından korkmak yerine iştahı yönetebilmeyi öğretseydik ve öğrendiklerini kısıtlama bilinciyle değil içgüdüleriyle ilişkilendirerek sistemin doğal akışından yararlanabilselerdi nasıl olurdu?