Doymayan Biz Miyiz Beynimiz Mi?
Yazar Funda Tuzgöl • 26 Aralık 2023 • Yorumlar:
Herkese kucak dolusu merhaba.
Bana en çok sorulan sorulardan seçtiğim konuların cevaplarını sizle paylaşmak hem heyecan verici hem de köşemin adına çok da yakışan bir durum.
-Ne kadar yersem yiyeyim yine de doymuyorum.
-İnsanlar tabaklarında yemek bırakabiliyor ben bitirmeden sofradan kalkamıyorum.
-Tıka basa doydum, artık daha fazla yemem derken masaya gelen ikram tatlıyı yemeden edemiyorum.
-Market alışverişi sırasında kasa yakınındaki abur cubur raflarına karşı koyamıyorum.
-Açken ben, ben değilim.
-Çocukluğumda tabağımda artan yemeklerin arkamdan ağlayacağı yalanı ile büyütüldüm.
Tüm bu konuşmaları siz de içinizden defalarca geçiriyor ve çözüm bulamıyor musunuz? Belki de asıl soru “Doymayan ben miyim beynim mi?”
Son zamanlarda çok daha fazla gündemde olan konuların başında;
Duygusal açlık İle fiziksel açlık arasındaki farkın olup olmadığı sorusu gelmekte. Eğer bedenimizin boynumuzdan aşağısı için ihtiyaç duyup besleniyorsak bu fiziksel açlığımızı gidermek içindir. Eğer dengeli bir öğün tüketmiş olmamıza rağmen üzerinden sadece 1-1,5 saat geçmiş ama hala açlık hissediyorsak da bunun boynumuzdan yukarısı için yaşadığımız bir açlık olduğunu bilmenizi isterim.
Peki açlığımızın bu iki durumdan hangisi olduğunu tespit ettik, adını koyduk ve duygusal yani beynimizin açlığı olduğuna karar verdik ise buna nasıl çözüm bulacağız, bu açlığın önüne nasıl geçebiliriz?
Yapılan çalışmalar bunun için bazı çözüm önerilerini bize sunuyor. İlki duygusal açlık olduğuna kanaat ettiğimizdeki ilk 8-10dakika boyunca ellerimizi kullanarak yapılabilecek bir uğraş, yemek dışında, bir hobi ile bu vaktin geçirildiğinde yüksek oranda bu fiziksel olmayan yani duygusal olan açlık duygusunun sonlandığı gözlemlenmiş. Resim yapmak, örgü örmek, kil ile uğraşmak, bahçe işlerine ilgili olmak gibi…
Bir diğer çalışma, duygusal açlık durumu devrede iken bununla baş etmenin diğer dört duyu organını uyarmak olduğunu ortaya koymuş. Eğer duygusal açlık olduğuna kanaat getirdiyseniz, bir diğer duyunuz olan koklamayı aktifleyiniz. Mesela lavanta kokusu gibi çok keskin ya da daha çok hoşunuza giden ve sizi rahatsız etmeyecek bir başka kokuyu koklayın. Ardından teninizi uyarın. Belki de bunun en güzel yolu sevdiğiniz ılıklıkta su ile buluşmak, el yüz yıkamak, duş almak gibi. Ardından gözleriniz ile bir sanat eserine bakmak, renkli objelerle donatılmış görselleri izlemek ya da daha da etkilisi ateşe bakmakla görme duyusunu aktif hale getirebilirsiniz. Ardından da müzik ya da doğanın sesini ya da duymaktan çok hoşlanacağınız bir başka sese kulak vererek duyu organlarımızdan kulağı da bir işlev ile baş başa bırakarak açlık ile ilgili mücadelemizde kazanan taraf olabiliriz. Diğer duyu organlarının devreye girmesi sayesinde açlığın ve tat alma duyusunun baskınlığı ortadan kalkmış olur.
Bedensel doyan biri, neden ruhsal olarak doyamıyor?
Aslında bu sorunun cevabı taa annemizle kurduğumuz o ilk ilişkimize kadar gidiyor belki de. Sağlık Bakanlığının Emzirme Eğitmeni olarak bizim anne- bebek- anne sütü ilişkisinin inşasında asli görevimiz doğum eylemi sonlandığı ilk 30 dakika içinde bebeği anne memesi ile buluşturmaktır.
Ancak Klinik Psikoloji ve PDR Bilim uzmanı bir diyetisyen olarak bu insan hayatında çok ama çok önemli 30 dakikanın kusursuz inşa edilmesine dikkat çekmek istiyorum.
Annemizin bedeninden ayrıldığımız o ilk saniyeler hayatımızın ilk travmasıdır. Çünkü tam olduğumuz, sadece eksiğin eksik olduğu bir yerden, kalp atışı, tınısı, sıcaklığı, hatta anne bunu karşılayabilen bir anne ise sevginin kusursuz olduğu, hep doyduğu, istediği gibi çişini yaptığı bir tamlıktan anne karnından koparıldı az evvel bir yavru. Düşünün bu hayat ile burun buruna gelmenin ilk anı, yani ilk travmasıdır insan yavrusunun. İşte o an sakinleşebilmek için koparıldığı, kaybettiğini sandığı, bunun korkusu ile kıyameti koparttığı o bedene, o tınıya, yaklaşık dokuz aydır duyduğu o annenin sesine ile bir an evvel ihtiyacı vardır yeni doğanın.
Ten tene temas olağan üstü tedavi edici, kaygıyı ortadan kaldırıcı, sakinleştirici bir güce sahiptir işte tam da o an. Hatta yapılan çalışmalar doğum eylemi esnasında kaybedilen bir anne durumu söz konusu olduğunda bu travmayı tedavi etmede yaklaşık 9 ay boyunca yanı başında olan bir kardeş ya da baba ile bile de ten tene temas kurularak sağlanabildiğini göstermektedir.
Bebeğin ten tene teması ile sakinleşmesinin ardından yeryüzündeki tek mucizevi besin ile buluşma vakti gelmiş demektir.
Ancak bu ilk buluşma sakinleşme seramonisi tamamlanmadan palas pandıras anne memesine bebeği vererek olduğunda ne ile mi karşılaşılır? Belki de o çocuğun ömür boyu vay haline diyebileceğim kadar önemsiyorum bu ilk 30 dakikayı. “Kaygım var, annemden koparıldım, halbuki her şey tamdı, şimdi tekrar onunla kucak kucağayım. Ağzıma ılık ılık annemin kokusunda bir de besin akıyor şimdi. Demek ki mutsuzluğumu, üşümemi, yalnızlığımı, korkumu, kaygımı çözen mideme inen besin. Yani ben doyarsam tamım” bilgisini ezberletmeye başlamış olmaz mıyız?
Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle…
Sevgiyle, sağlıkla ve muhabbetle kalın.
PDR ve Klinik Psikoloji Bilim Uzmanı
Diyetisyen Funda Tuzgöl