Duygularımıza Neden Yabancıyız?
Yazar Reyhan Erdoğan Aydın • Psikolog • 13 Haziran 2022 • Yorumlar:
Duygular; bizim iç ve dış dünyamızda bedenimizle ifade ettiğimiz tepkilerdir. Her birimizin duyguları kendine özgüdür. Yaşadığımız çevre, kişiliğimiz, travmalarımız, yani ruhsal yaşantımız birbirinden farklıdır. Herkes aynı olayı farklı yorumlayabilir, çeşitli duygular hissedebilir ve farklı tepkiler verebilir. Aynı olaya bir çocuk ağlarken diğeri kızabilir.
Araştırmalar; sonsuz sayıda duygumuz olduğunu ifade etse de Paul Ekman evrensel altı duygumuz olduğunu ifde eder. Bunlar; korku, öfke, üzüntü, mutluluk, şaşırma ve tiksinme. Bu duyguları herkes aynı şekilde hissetmiyor ancak tüm insanlar bu duyguları aynı yüz ifadesiyle yansıtıyor. Örneğin; şaşıran bir insanın gözleri ve ağzı açıktır. Öfkeli birisinin kaşları çatık, bakışları serttir. Bu duygular doğduğumuz andan itibaren bilişlerden de önce bizde var olan hislerdir. Yeni doğmuş bir bebek düşünelim. İhtiyaçlarını, isteklerini ağlayarak ifade eder, bunların doyurulmasıyla birlikte gülümseyerek rahat ve güvende olduğunu bize anlatır. Peki ne oldu da yetişkin olduğumuzda düşüncelerimizi çok iyi analiz ederken, duygularımızı anlamlandırmakta ve ifade etmekte zorlanır olduk?
Duyguların kültüre göre çeşitlilik göstermesi, duygu ifadesinin bedenimizde farklı yansımasına neden olur. Bizim toplumumuzda cinsiyete göre bazı duygular baskılanırken, bazı duygular da aşırı dozda ifade ediliyor. Örneğin, kadınlar ağlama duygusunu rahat ifade ederken, öfkelendiğinde ise bu duyguyu baskılayabiliyor. Erkeklerde ise bu durum tam tersi olarak açığa çıkıyor Baskılanan duygu bedenimize olumsuz bir semptom olarak yansır. Sağlıklı ifade edilemeyen duygular, kalp çarpıntısı, kusma, mide bulantısı gibi somatik belirtilerle reaksiyon vermemize neden olur. Duygularımızı bastırmadan doğru ifade edebilmemiz için çocuk yaştan itibaren duyguyu ifade etmeyi öğretmeliyiz. Bebeğin ihtiyaçlarını duygularla ifade etmesi bilişlerin varlığına rağmen ifadesi daha geç yaşlarda başladığı için duyguların varlığı en temelde başlar. Zaman içinde bildiğimiz ve tanıdığımız duyguları kültürel nedenlerden dolayı baskılayarak kendimize yabancılaşmaktayız. Bir süredir konuşmayan bir çocuğun neler yaşadığını duygularını gözlemleyerek anlayabiliriz. Örneğin; istismara uğrayan bir çocuk, gece korkuyla uyanabilir, eve bir yabancı geldiğinde ağlama krizine girebilir, duygularıyla yaşadıklarını ifade etmeye çalışabilir. Ancak şu unutulmamalı, bir çocuk kronik bir şekilde korkuyor veya ağlıyorsa mutlaka dikkate alınmalı. Çünkü duygular kısa sürer. Etkinliklerle, oyunlarla, okuldaki öğretmenlerin ve ebeveynlerin bilinçlendirilmesiyle beraber duygu farkındalığı oluşturabiliriz.
Çocukların büyümesi, okul çağına gelmesiyle birlikte analitik zeka ilk önceliğimiz oldu. Günümüzde anne babaların amacı, zihinsel becerileri ve dil becerilerini çok iyi kullanabilen çocuklar yetiştirebilmek. Kendini tanımayan, neyi istediğini, ihtiyacının ne olduğunu bilmeyen yetişkinler olduk. Halbuki duygularını anlamayan, başkalarının ne hissettiğini önemsemeyen insanların çoğalması, empati sorununu gündeme getirdi. Peki ne yapmalıyız?
İlk olarak çocuklara, doğduğunda zaten bildikleri olan bu duyguları unutturmamak. Duygularını ifade etmelerine izin vermek. Duyguların cinsiyete göre değişmediğini anlatmak: Örneğin; kız çocuğunun kızmasına, erkek çocuğunun da ağlamasına izin vermek. Etkinlilerle duygu alıştırmaları yapmak, ne düşünüyorsun sorusu yerine ne hissediyorsun sorusunu sormak. Ağladığında veya korktuğunda kızmamak, anlamaya ifade etmesine izin vermek. Korkak, sulu göz şeklinde çocuğu etiketlememek. Çocukları birbiriyle kıyaslamamak. Her çocuk biriciktir ve duyguları da kendine özeldir perspektifiyle sağlıklı bireyler yetiştirebilmek dileğiyle…