Duyuların Belleği
Yazar Gizem Ahcı • Fizyoterapist • 29 Mart 2021 • Yorumlar:
Zihnin, duyular olmaksızın fiziksel dünyaya yönelik bilgi üretmesi mümkün değildir. Dış dünyadan gelen bilgilerle nöronlar aracılığıyla fiziksel bağlantı kurulmakta ve kortikal bağlantılar sayesinde hipokampus,amigdala ve sinir sisteminin diğer yapılarına ulaşmaktadır. Dünyayı anlamak ve çevreyi yapılandırmak üzere bir nesnenin ne ve nerede olduğu bilgisine sahip olmak duyuların muazzam sayıda veriden bir kısmını süzmesi ve kodlaması ile mümkündür. Koklama, görme, tatma ve hissetme ile uyaranların anlamlandırılması, beyinde kodlanması, gruplanması,bilgilerin saklanması ve tepkinin oluşması gerçekleşir. İnsan beyni çevreden gelen belirsiz ve birbiriyle yarışan verilerden en doğru sonucu elde etmek için bu duyusal kayıtları kullanır.Duyusal girdiler kortekse görme,işitme,dokunma,tat alma ve koklama olmak üzere beş temel sistem ile belirli bir temsil oluşturmak üzere ulaşmaktadır. Bu sistemler fiziksel dünyanın algısında vazgeçilmez ve ayrı ayrı öneme sahip olup her yeni uyarıcı yeni semboller oluşturarak organizmanın dış dünyaya yönelik veriler elde etmesini sağlamaktadır. Girdiler analiz edilerek kodlanır, geçmiş yargı ve öğretilerden beslenir ve nihayet dış dünya ile ilgili yorumlar dizini ortaya çıkar. Bu süreç oldukça karmaşık bir dizi işlem gerektirir. Nöroanatomi beyni dört temel bölüm olarak sınıflandırmaktadır. Her ne kadar loblar birlikte çalışsa da bazı zihinsel süreçlerde belli bir bölge öne çıkmaktadır. Talamus, koku dışında diğer tüm duyu organlarından gelen verilerin kontrol edildiği bilişsel süreçleri yöneten yapıdır. Hipokampus alınan bilgilerin içerik analizi, geçmiş yaşantılarla karşılaştırma, bilginin depolanması sürecinin yürütüldüğü merkez iken Amigdala ise duyuları tanıma ve ifade etme ile ilgili görev alandır. Duyular olaylara,kişilere,nesnelere ve dış dünyaya yönelik algı ve tutum geliştirmede ekonomik bir araçtır. İnsanın çevreyle uyumunu kolaylaştırır ve Özellikle hayatta kalmaya yardımcı olacak kritik bilgileri seçerek belleğe daha güçlü şekilde kaydettiği için hayati önem taşıyan bilgiye organizma çok hızlı cevap verme olanağına sahiptir.Depolanan mevcut bilgiler algıyı verimli, hatasız, yaşanan durumla uyumlu olan en iyi çıkarımı sağlamak üzere kullanır.Fiziksel dünyanın değişen yapısına uygun ve organizmanın değişen ihtiyaçlarını gözetecek biçimde bazı sistemlerin öne çıktığı görülmektedir.Bu bağlamda koku duyusunun hayatta kalma şansını artırmak üzere evrimleştiği ve günümüze dek büyük oranda gelişmiş yapısını koruduğuna yönelik önemli işaretlerle karşılaşmaktayız.Diğer duyularla karşılaştırıldığında koku sistemi üst bilişle doğrudan bağlantıları sayesinde çevre hakkında bilgi toplamak için daha ekonomik bir olanak sunmaktadır. Bu bağlamda koku alma sürecine aracılık eden nöral yollar ve mekanizmalar diğer duyu sistemlerinin anatomik organizasyonundan oldukça farklılık göstermektedir. Duyum, dış dünyadan duyu organlarına ulaşan fiziksel enerjinin sinirsel enerjiye dönüştürülmesi süreci iken Algı ise duyusal girdilerin yorumlanma faaliyetine karşılık gelmektedir ve duyuma oranla daha yüksek düzeyde bir bilişi ve daha karmaşık süreci kapsar. Dolayısıyla duyular ile algı etkileşim ve aktarım ilişkisi içindedir diyebiliriz. İnsanın öznel tasarımları, uyaranları gruplama ve bütünleme eğilimi, geçmiş yaşantılardan elde edilen izlenimler, travma, depresyon gibi ruh sağlığı patolojilerinin varlığı algıyı şekillendirir. Algı, geçmiş deneyimlerden, inançlardan, kültürel değerlerden, öğrenilen bilgilerden, ön kabullerden,beynin başlangıçtaki yapılanma tarzından büyük ölçüde etkilenmektedir. Aynı zamanda koku gibi anlık faktörlerden de etkilenir. Yeni gelen duyusal veriler algılama sürecini yeniden yapılandırır. Duyu organları vasıtasıyla çevreden toplanan veriler, düşünceler, algılar ve deneyimler yeniden kullanılmak üzere bellekte depolanır. Hatırlanması gereken materyaller uzun süreli bellek deposunda taranarak gerekli bilginin bulunmasıyla hatırlanmaktadır. Dağınık bir ağ sistemi tarafından kontrol edilen Bellek, duyu sistemleri ve algı süreçleriyle etkileşerek üst biliş faaliyetler için veri tabanı sağlayan epey karmaşık bir sistemdir.Yapılan araştırmalar koku, duygu ve hafıza arasındaki bağlantıyı ortaya koyan davranışsal bulgular ile koku duyusunu diğer duyulardan ayrıştıran sinirsel bağlantılarını gösteren nöro-görüntülerin örtüştüğünü göstermektedir.Görsel ve işitsel mekanizmaların dışında koku duyusunun otomatik işlemlerde oldukça etkin olduğuna yönelik kanıtlar mevcuttur. Kokulandırılmış ortamda görülen davranış değişikliklerinin büyük bir kısmı otomatik olarak gerçekleşmektedir.Koku alma duyusunun evrimsel açıdan korunduğu insanın sahip olduğu en eski sistem olduğu düşünülüyor. Koku sisteminin biyolojik sadeliği ve üst bilişle kurduğu anatomik bağlar sayesinde koku duyusu çevre hakkında bilgi toplamak için oldukça hızlı bir araç. Koku deneyimi öncelikle hedonik veya estetik olarak deneyimlenmektedir. Organizma, bilinen ve hoş bir deneyimle kodlanmış koku algıladığında, bilinmeyen koku algıladığından daha farklı reaksiyon geliştirmektedir. Beynimizin duygularla ilişkili bir bölümü olan amigdala koku duyumuzla doğrudan alakalıdır. Örnek vermek gerekirse, amigdala bilinmeyen kokuya daha yüksek aktivasyon göstermektedir. Amigdala duyusal yönü olan içeriğin hipokampus tarafından daha canlı şekilde depolanmasını sağlamaktadır. Koku ile kodlanmış belleğin daha canlı anılardan oluşması bu kortikal bağlar sayesinde olduğu kabul edilmektedir. Linda buck ve Richard Axel yaptıkları çalışmada farelerin koku reseptör proteinlerini kodlayan 1000 genden oluşan gen ailesini keşfetmişlerdir. Koku alma duyarlılığı mevcut koku alma reseptörlerinden çok daha fazla sayıda koku molekülünün ayrımının yapılmasına imkan vermektedir.Koku sistemi feromonları türler arası iletişimi sağlayarak hormonal değişiklikler, uygun eş seçme, saldırganlık gibi içgüdüsel davranışları uyararak çevreye uygun karar vermesini ve davranış sergilemesini sağlamaktadır.İşte kokuların hayatımızı yönettiği en önemli alanlardan biri: Duygudurum. Esasında kokunun kültürü ve toplumu şekillendiren başlıca unsurlardan biri olduğunu söylesek yanlış yapmış olmayız. Bu fikir önceleri kültürel antropoloji ve gündelik tarih araştırmaları alanında çalışan bilim adamları tarafından dile getirilmiştir. Kokular tarih boyunca yazarların ve şairlerin ilgisini çekmiştir. Araştırmacılar edebiyatta kokulara XVI.yüzyıldan itibaren yer verilmeye başladığını dile getirmektedir. 2000’li yıllardan itibaren gerek Batı’da gerekse Rusya’da koku olgusu disiplinlerarası bir yaklaşımla incelenmeye başlanmıştır. Rusya’da edebiyatbilim çerçevesinde yapılan koku araştırmaları bu yıllarda hız kazanmış ve ‘’olfaktör edebiyatbilim’’ olarak tanımlanan ayrı bir araştırma alanı oluşturmuştur. 2003 yılında Rusya’da yayınlanan iki ciltlik “Ароматы и запахи в культуре” adlı çalışma Rus ve Avrupalı psikolog, biyolog,antropolog ve koku uzmanlarının araştırmalarını tanıtmış ve Rusya’da bu alanda ilk kapsamlı çalışma olduğunu görürüz. Rus edebiyatında estetik bir kavram olarak koku İvan Bunin tarafından tanıtılmıştır. Bunin,1900 yılında yayınlanan ‘’Antonov Elmaları’’ öyküsünde önce kokunun insanın anılarını canlandırdığını ve bellekte geçmişin dünyasını yarattığını göstermişti. Öykü; ‘’…Güneşli sonbaharın ilk günleri aklıma geliyor(…) Büyük, altın renge bürünmüş, kurumuş ve seyrekleşmiş elma bahçesi, akçaağaçlar arasındaki patikalar, dökülmüş yaprakların hafif kokusu ve-bal ve sonbahar tazeliğinin kokusunu içine çekmiş Antonov elmalarının kokusunu hatırlarım’’ satırlarıyla başlar. Kokular anlatıcının anılarındaki sesleri ve imgeleri canlandırır. Mekan zamana karşı güçsüz düşer fakat koku, anılardaki mekanları sürekli canlı tutmaktadır. Dünya edebiyatında ise koku gücünün gösterildiği en ünlü yapıtlardan biri Marcel Proust’un ‘’Kayıp Zamanın İzinde’’ adlı romanıdır. Fransız ve dünya edebiyatının en önemli üslup yazarlarından biri olan Marcel Proust, on dört yıllık emeğinin ürünü olan Kayıp Zamanın İzinde serisinde yüzlerce karakterin yaşamını zamanın kozmik ve psikolojik algısından yola çıkarak kurgular. Zamanın eşsiz devinimi içerisinde insanı inceler.Algıların ve alışkanlıkların bir madlenle neler yaratabileceğinin gösterildiği bu roman modern çağların edebi anlayışını önemli ölçülerde değiştirmiştir.Proust’un romanının ilk cildinde anlatıcı olarak tanınacak karakteri, bir madleni çaya batırır,madlenin tadında geçmişini yakalar ve romanın devamı zamanın döngüselliği ve karakterlerin zaman içindeki varoluşuyla geçer. Roman, okurun nazarında tekrar yaratılmalıdır ve zaman da yedi ciltlik serinin içerisinde bükülür, parçalara ayrılır ve tekrar yaratılır. Bu yaratım karakterlerin hepsini gerçek hayatta olduklarından farklı noktalara taşır, roman boyunca romanın şimdisinde geri dönüşler yaşanır ve olaylar bükülen zamanın yarattığı etkilere göre yeniden şekillenir. Çaya batırılan madleni ve anlatıcının babaannesini hatırlatan Grand hotel’deki odayı, kesikli zaman kronolojisinin olayı yaratışına örnek olarak verebiliriz. Anlatıcının hayatındaki değişiklikleri hatırlayışı ana karakter de dahil herkesi etkiler, olayların zamana bağlı olarak değişimini ortaya koyar. Balbec’teki odanın iki ayrı ziyarette iki farklı duyguyu yaratması, mekanın zamana bağlı döngüselliğine oldukça iyi bir örnektir. Çaya batırılan madlen keki ile bellekte yapılan yolculuğun, hisler ilavesiyle uyarılmış olduğunu okuyoruz. Bazı yiyeceklerin, tek başına beş temel tatla açıklanamayan süreklilik ve ağız dolgunluğu gibi lezzet özelliklerine sahip olduğu ve retronazal aroma hissini artırdığı bugün biliniyorken bu konuyla ilintili romandaki en çarpıcı kısımlardan biri Proust’un insan belleğinin koku ve tat duyuları sayesinde varolduğunu betimlediği bir paragraftır: ne var ki, uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat,daha uzun bir süre, ruhlar gibi,diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya,beklemeye, ummaya(…) anının devasa yapısını taşımaya devam ederler’’.Yaşamın, evrendeki bütün zaman ve mekan ilişkisinin anlardan meydana gelişi ve evrenin bu anlar üzerinden gidilerek zaman temelinde yaratımı, zaman ile mekanın birbiriyle bağlantılı ve birbirine muhtaç olarak sonsuza kadar var olup olmayacağına dair görüşler, özgün ve cevapsız soruları da beraberinde getiren, bağımsız bir disiplin oluşturmuştur.Bazı kokular gerçekten de bize bir şeyleri anımsatır.Neden kokuyu olduğu hâliyle yaşamaktan ziyade onun bellekteki yansımalarını yaşarız? Peki, kokuların bize anımsattığı şeylerin her zaman farkında mıyız? Yoksa farkında olmadan da günlük hayatımızda kokuların bize dokunuşları oluyor mu? Bu sorunun cevabı için de “Evet!” diyebiliriz. Hatta uykudayken bile kokuların “hayatımızı yönettiği” söylenebilir. Ritter, Strick, Bos, Van Baaren ve Dijksterhuis (2012) tarafından yürütülen bir çalışmada üzerine düşünülmesi gereken bazı bilgiler katılımcılara sunulurken ortama bir koku sıkılmıştır. Yani bilgi ile koku eşleştirilmiştir. Katılımcıların gece uyurken aynı kokunun tekrar sunulması sayesinde ertesi gün gerçekleştirilen yaratıcılık görevinde (üzerine düşünülmesi gereken konu hakkında) yüksek performanslar gösterdikleri bulunmuştur. İnsan günde ortalama 20.000 defa nefes almaktadır. Her nefes alışında çok çeşitli koku kaynaklarından moleküller koku alma sistemine ulaşmaktadır. Nefes almak koklamak işe eş değerdir dersek kaçınılamaz bir uyarandan bahsettiğimiz anlamına gelir. Koku inhalasyonla burun mukozasından kan dolaşımına girer ve böylece koku duyusu ile nörolojik ve sinirsel aktivasyon gerçekleşmiş olur. Koku alma epitelinde burun mukusunda eriyen koku maddeleri ile teması sağlayan milyonlarca koku alma nöronu bulunmaktadır. Önce bu koku duyu nöronları tarafından saptanmaktadır. Ardından bu nöronlar beyindeki koku alma ampulüne sinyaller göndermektedir. Koku bilgileri talamusa uğramadan kokunun duygusal ve fizyolojik etkilerine aracılık eden limbik alanlara, feromonlara hormonal ve davranışsal tepkiler üretmek üzere iletilmektedir. fMrı görüntüleme ile koku sisteminde amigdala,priform,talamus ve hipokampus alanlarının aktif olduğu görülmüştür. Koku sisteminin ayırıcı yapısının bir sonucu olarak kokunun belleği, yaratıcılığı, ağrı algısını, karar verme şekillerini etkileyen üst bilişsel fonksiyonlarla direkt bağlantı kurduğunu göstermektedir. Yani burnumuzdan beynimize giren uyarıcıyı anlamlandırmak diğer duyularımıza oranla daha zordur ve biz eksik parçaları bir şekilde doldurmak zorunda kalırız. Diğer duyular ile koku duyusu arasındaki farklılık koku duyusunun bilinçli bir farkındalık olmaksızın organizmanın otomatik davranış şekilleri geliştirmesine neden olmaktadır. Bu dolaysız bağlantılar kokunun duygusal yoğunlu içeren bir bağlamda deneyimlendiğinde koku ile olay arasındaki bağlantının daha güçlü olmasına ve koku yeniden deneyimlendiğinde yoğun duyguların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Buradan da kokuların çeşitli anıları bellekten geri getirdiği gibi bir düşünce çıkar. İşte bu doğrudur. Kokular gerçekten de maruz kalındığında daha önce koşullandığı bazı anıları bellekten geri getirebilir. Kokuların bu özelliğini daha teknik bir şekilde izah etmek gerekirse otobiyografik bellekten geri getirmede kokuların işlevsel bir uyarıcı olduğunu .Hatta yetişkin bir bireyin 6-10 yaşlarındaki anılarını dahi geri getirebildiği bir gerçektir. Özellikle duygusal olarak pozitif anıları geri getirmede kokular görsel bir uyarandan bile daha işlevsel olabilir. Daniels ve Vermetten’in (2016) yapmış olduğu bir derlemede kokuların duygusal bağlamda çok iyi bir bellekten geri getirme aracı olduğundan söz edilmektedir. Özetle “Bu koku bana bir şeyleri anımsatıyor.” söylemi yanlış değildir. Özellikle de anıların duygusal kısımlarından söz ediyorsak… Algıların oluşturduğu romanın son cildinde zaman ve mekan iki tarafın bir araya gelişiyle; hafızanın,alışkanlığın değiştirilmesiyle yenilgiye uğratılır.Kayıp zamanın izinde çaya batırılan madlenin tekrar şekillendirdiği bir dünyada geçen ve mekan karşısında zamanın üstünlüğü üzerine kurgulanmıştır.Proust, kokunun ve tadın insanın zihni ile farklı bağlantılarının olduğunu göstererek çağdaş nörobilimde ortaya konulan bilgileri daha önceden sezmişti. Ayrıca bugün koku ve tat duyuları,beynin uzun süreli bellek merkezi olan hipokampus ile doğrudan bağlı olduğu için onların bıraktıkları izin silinmez olduğu, diğer tüm duyularımızın ise talamusla ilgili olduğundan geçmişe dair bilgilerin toplanması konusundan daha etkisiz olduğu bilinmektedir.Algılarımız yalnızca üç boyuta ve zamana bağlı değildir. Hafızamız birçok parçaya ayrılmıştır. Daha az kullanılan, insanın karşısına daha az çıkan parçalar, beynimizin ücra bir köşesinde kalan sadece hayallerimizin pusuyla görebileceğimiz hatıraları ortaya çıkarır. Tat ve koku bir çay fincanından bir kenti dışarı çıkarabilir. Alışkanlığımız da bu durum karşısında bir şey yapamaz çünkü tadılmış bir gerçeğin yeniden ortaya çıkarılmasıdır bu. Öyleyse Bellek bir anlamda zamanın mekanı sayılabilir mi?Hatırladığımız olaylar, anılar, bilincimize gelmeden önce nerededir? Zaman zaman geçmişi hatırlama ihtiyacı hissetmemizin nedeni ne olabilir? Bu soruya bireyin kendi geçmişini hatırlamakla sürekliliğini sağlayabilmesi, kendisine bir kimlik inşa edebilmesi, kişinin kendi varoluşuyla ilgili bir alan yaratma çabası gibi cevaplar sunulabilir. Kayıp zamanın izinde ilerlerken, Benjamin’in deyimiyle, ‘’ Proust’ta varoluşu hafızanın emrine veren Arayış’ı’’ takip ederken, istemdışı olarak ortaya çıkan bellek başat bir role sahiptir. Tekrardan psikolojik öğelerine indirgenebilecek, içinde bir zihnin zuhur ettiği bir tatlıyla, ünlü madlenle başlayan arayışta Proust, hatırlama ve unutma deneyiminin doğasını etik bir boyutta ve estetik bir şekilde sorgulamıştır. Anımsama bir tür bilinçte yinelenme halidir. Şu anki bir duygulanım ile geçmiş bir duygulanım arasındaki benzerlik, o bilinç durumunun yinelenmesine neden olur ve o anda yaşadığımız duygulanım şu anda yaşadığımız duygulanım etkisiyle canlanır.Belleğe bireyin kendi sürekliliğini sağlayacak bir fonksiyon olarak bakılması durumunda onun güvenilirliğinden söz etmek zordur. Hatırlama bir yeniden tanımlama sürecidir, geçmiş yeniden üretilir. Sartre Bulantı’da bu yeniden üretilmeyi şöyle anlatır: ‘’ en bayağı bir olayın serüven haline girmesi için onu anlatmaya koyulmamız gerekir ve yeter. İnsanları aldatan da bu zaten. Kişi, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar(…)’’Madlen yerini onun hakkında neler hissettiğine,kendisi açısında onun ne anlam ifade ettiğine dair bir ilgiye bırakmıştır.Proust bu kekten zihnimizin yapısı, hatırlama ve unutuşun bir anlamda mekanı olan bellek üzerine pek çok şey çıkarmıştır.Bazen beklenmedik bir zamanda bir nesnenin rastgele belleğimizi canlandırması,deneyimin kendinden öte bir biliş,algılanışa, daha derin bir idrake yol açar. Proust, herhangi bir istence bağlı olmadan bazı anıları hatırladığında ‘’ kendini vasat,sıradan ve ölümlü hissetmediğini’’ söyler.Kişinin kendi geçmişini yeniden yapılandırması, geçmişin atıl kalmadığını gösterir. Bellek de bu sebeple daima aktif yani canlıdır.