En Az Kadın Olmak Kadar Zor! Türkiye'de Erkek Olmak
Yazar Sebahat Yeşil Saatçı • Aile Danışmanı • 21 Haziran 2021 • Yorumlar:
Nesilden nesile içeriği ve niteliği değişmekle birlikte, toplumumuzda yerleşmiş bir “erkeklik” imgesi söz konusudur. Türkiye’de toplumsal cinsiyet denince gördüğüm kadarıyla, ülkemizde erkek olmak zor iş. Adam, erkek adam, adam gibi adam; belli başlı kalıplar içine sıkıştırılmış, ilkel toplum algılarıyla kabalaşmış... Canım Türkiye’mde çamaşır, bulaşık, çoluk çocuk ve baş ağrısının altında kalmış büyük bir sorun, erkek olmanın zorluğu.
Toplumsal cinsiyet rolleri, tamamen toplum tarafından oluşturulmuş bir senaryonun parçaları gibi…Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının zeminini Cumhuriyet devrimleri oluşturuyor ve bu dönemde yapılan reformlar… Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni (CEDAW) 1985 yılında imzalayan Türkiye… 2004 yılında yapılan değişiklikle Anayasa'nın 10'uncu maddesine, "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür" ifadesi eklendi, cinsiyet eşitliğine anayasal güvence getirildi. 2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kuruldu. Yapılan çalışmalara baktığımızda birçoğu kadını korumak ve kollamak adınaydı peki kimden? Toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklik normları ve kadınlık normlarına dönüşmüş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye'de erkek olmak: Üniversite öğrencilerinin yaşadıkları zorluklar adlı araştırmada Zeybekoğlu’na göre, seksenli yıllardan itibaren erkeğin kadın gibi ezildiği ve baskı altında olduğu; ancak ezenin kadın değil, erkeklik rolü olduğu kabul edilmeye başlanmıştır. Türkiye’de bir erkeğin erkeklik inşasını başarılı bir şekilde tamamlayabilmesi için gereken mevcut bir takım bedensel ve toplumsal olgular norm haline gelmiştir. Alp Biricik makalesinde Türkiye’deki erkekliği tek bir cümleyle özetleyerek şöyle tanımlamaktadır: “İlk erkeklik sınavını verirken ‘erkek adam gibi’ ağlamadan sünnet olmayı, ilk cinsel deneyim yaşarken‘ter dökmeden kaleye gol atmayı’ ve sonrasında bu başarıyı hep gururla sürdürmeyi; askerlik çağı geldiğinde ‘vatan borcunu’ geri ödemeyi ve askerlik sonrası çekirdek aileyi kurarken hem ekmeğini taştan çıkartan ‘güçlü erkek’ hem de ‘vefakâr’ baba olmayı gerektirir”.
Erkekliğin uğrunda mücadele edilen, hatta hak edilen bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Aslında tüm toplumlarda, genelde erkeğe hiyerarşik olarak üstün bir konum sunulmaktadır. Ama bu konumu elde etmenin de birtakım bedelleri olmaktadır.Sünnet, cinselik, askerlik, iş sahibi olma, evlilik ve yuva kurma...Geleneksel erkeğe uyan davranış tanımına uygun hareket ederken, erkekler kendi duygularıyla olan bağı kaybetmekte ve sosyal maskelerini kendi benlikleriyle karıştırarak kendi kendilerini yok etmektedirler.
Türkiye gibi toplumun çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede sünnetsiz olan, eşcinsel eğilimlerde bulunan, işsiz kalan ve evlenmeyip aile kuramayan her erkeğin önüne, hegemonik erkekliğe ulaşmasını engelleyen duvarlar örülmüş olur. İyi bir erkek olmaya atfedilen özellikler, erkeklerden geleneksel ve toplumsal beklentiler erkeğin omzuna ağır bir yük bindirmektedir.Türkiye’de ataerkil düzenden en büyük pay alan erkeklik, mevcut egemen erkeklik değerleriyle yetişip bu değerleri içselleştiren ve aynı süreci yakın ilişkide bulunduğu, erkek çocuklarının deneyimlemesi için çaba sarf eden erkekliktir. Türkiye'de erkek olmak: Üniversite öğrencilerinin yaşadıkları zorluklar adlı araştırmada, keskin bir benzetme ile araştırmacı Ok, erkekliği insan bedenlerine giydirilen deli gömleklerinden en zararlısı olarak anmakta, bu kimliğin öncelikle erkekleri içinden çıkılmaz bir yarışa koştuğunu ifade etmektedir.
Bu yarış ve yük kavramları erkeğin her durumda güçlü olması, güçlü görünmesi, duygularını belli etmemesi gibi pek çok kalıp yargı ile kendisini göstermektedir. Türkiye’de toplum kültüründe buna ilişkin “kuyruğu dik tutmak, yiğitliğe toz kondurmamak” gibi deyimler; “erkek adam ekmeğini taştan çıkarır” gibi atasözleri de mevcuttur. Bu gibi kalıplaşmış yargıların varlığı, erkeğin kendisini olduğu gibi ifade edebilmesine engel olmaktadır. Dolayısıyla, erkeğin sahip olduğu güç değil, aslında bir güç yanılsamasıdır!
Bu ülkede erkek olmak, gülistanda çıyanın göze batması gibi şiddet eğimlisi, her an manyak yerine konulabilme ihtimalini de bünyesinde barındıran yıkıcı bir psikolojiyi taşımaktır. Karşı cinsten birine selam verirken bile temkinli olmaktır. Zordur erkek olmak. Hayatın kendine doğru akmasını isteyen kadın karşısında, meraklı gözlerle etrafı gözlemleyen bebek masumiyetiyle yüreği kadın avucunda atan tutsak güvercindir erkekler. Şöyle desek yanlış olmaz; Erkekler dünyayı yönetir, kadınlar da onları! Tarihte bunu doğrulayacak sayısız örnekler bulmak mümkündür. Başkalarının beğenisini kazanmak uğruna kendini eksilten, hayallerini, “kendi olmayı” terk eden ve bu yüzden sonunda dibe vuran kendini geri kazanma savaşının öyküsüdür erkek... Kadınların, kâh gelecekteki garanti belgesi algıladığı, kah erkeksi kimliğini sulandırarak “katıksız itaat” adı altında bir nevi köleleştirdiği "ıssız insandır".