Erişkinlerde Anksiyeteye Genel Bakış
Yazar Selma Bozkurt • Psikiyatrist • 23 Aralık 2019 • Yorumlar:
Anksiyete, insanda doğuştan itibaren var olan ve belirli düzeye kadar sağlıklı yaşanması gereken bir duygu durumudur. Asıl amacı, yaşamın sürdürülmesi ve uyum davranışının gelişimini sağlamaktır. Bu duygu sayesinde yeni, bilinmeyen ya da tehlikeli uyaranlardan sakınma, onlarla başa çıkma, gerektiğinde bu uyaranlara karşı koyma veya onlardan kaçma gibi davranışlar görülmektedir. Ayrıca, anksiyete insan olmanın özgün unsurlarından biridir. Dış tehlikelerle ilişkili olarak yaşanan korku duygusu hayvanlarda da vardır. Oysa içrel (intrapsişik) kaynaklı uyaranlara karşı olan korku duygusu insana özeldir.
Anksiyete sözcüğü, darlık ve sıkışma anlamına gelen hindogermanik ‘‘angh’’ kökünden türetilmiştir. Dilimizde iç sıkıntısı, kaygı, bunaltı gibi sözcüklerle anlatılmaya çalışılan anksiyete, özetle, yaşamı tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan, rahatsız edici bir endişe ve korku duygusudur.
Normal anksiyete kişinin kendini geliştirmesine, başarılı olabilmek için daha aktif biçimde çalışmasına, kendi varlığını sürdürmesine engel olabilecek tehlikeli konularda onu uyararak gerekli tedbirleri almasına, daha üretici olmasına yardımcı olur; belli bir düzeye kadar performansı artırır, motive eder. Örneğin, sınıfta kalma kaygısıyla ders çalışırız, kaza yapma kaygısıyla trafik kurallarına uyarız, başarısız olma korkusuyla çok çalışırız.
Anksiyete, tehlike durumunda aktif hale geçen biyolojik uyum düzeneği ile oluşturulur ve tüm bu uyum sağlayıcı (adaptif) özelliklerinden dolayı insan yaşamının sürdürülebilmesi için varolması gerekli bir duygudur. Ancak bir yere kadar sağlıklı olan ve olumsuz durumlarla başa çıkabilmek amacıyla ortaya çıkan bu duygunun şiddetli ve uzun süre yaşanması, bir noktadan sonra kişinin sosyal ve özel yaşamını, günlük olağan aktivitelerini ve kişiler arası ilişkilerini olumsuz yönde etkilemeye başlamaktadır. Burada yaşanan anksiyete duygusu artık belli bir eşiği aşıp kişinin günlük yaşamını bozmaya yani ona zarar vermeye başlamıştır. Kişinin bu duyguyla baş edebilme gücünü aştığı için onu yaşam biçimini değiştirmek zorunda bırakabilir, kaçınma ve kaçma davranışı izlenebilir, hatta yaşamı bazen tümüyle altüst olabilir. Örneğin, panik atakları olan bir kişinin bu nedenle sokağa çıkamaması, işine devam edeme mesi gibi. Bu nedenle hastalıklı ve tedavisi gerekli bir duygudur. Bu hal genel nüfusun %3-14 kadarını etkiler. Beyin içi kimyasal dengesizlikler sonucunda herhangi bir anksiyete bozukluğu tablosu ortaya çıkabilir. Ancak, birinci derece yakınlarından birinde anksiyete bozulukları tanısı bulunan kişilerde bu oranlar yükselmektedir. Diğer bir deyişle genel olarak anksiyete bozukluklarının ortaya çıkışında ailesel ve genetik etmenlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Diğer yandan travmatik yaşantılar, doğal ya da insan kaynaklı felaketler (çevresel etmenler) de yüksek anksiyete halini tetiklemektedir.
Patolojik (zararlı) anksiyete, normal anksiyeteye oranla daha yoğun ve ızdırap verici olarak yaşanır. Yoğunluğu, süresi ve şiddeti uyaranla orantılı değildir. Kişi, kendini bir çeşit ‘‘alarm’’ durumunda ve sanki ‘‘kötü bir şey olacakmış gibi’’ bir duygu içinde hissetmektedir.
‘‘Geceleri yalnız kalamıyorum. Neden bilmiyorum, ama yapamıyorum işte.’’ ‘‘Kafamın içi kazan gibi. Aklımdan binlerce endişe verici düşünce geçiyor’’ ‘‘Tekrar eski ben olabilecek miyim acaba?’’ ‘‘Kendimi hiçbir zaman sakin ve huzurlu hissedemiyorum. Galiba, bunun nasıl bir şey olduğunu bile unuttum.’’ ‘‘Sanki hep bir uçurumun kenarında gibiyim. Neden hiçbir şey istediğim gibi olmuyor?’’ ‘‘Dinden mi çıkıyorum?’’ ‘‘Elimi değdirdiğim için mikrop kapar mıyım?’’ ‘‘Bakışlarım acaba karşımdaki kişinin cinsel bölgesine mi takılıyor?’’ ‘‘Acaba doğalgazı ya da sokak kapısını kapattım mı?’’ ‘‘Kalp krizi mi geçiriyorum?’’ ‘‘Ölüyorum, çıldırıyorum galiba’’ ‘‘Herkes bana bakıyor, yüzüm kızarıyor’’
Bunlara benzer cümleleri anksiyete bozukluğundan muzdarip hastalarımızdan sık sık işitiriz. Anksiyetenin başlangıç ve bitişinde dış etkenler değil, içrel uyaranlar rol oynar. Kişi bu duyguya neden olabilecek objektif neden tanımlayamadığından korkuları daha da artar. Anksiyete psikodinamik açıdan da kişiler arası farklılıklar gösterir. Her şeyden önce kişinin yaşam süreci içinde geçmişte yaşadığı durumlar ve bunlarla ilgili duygusal yaşantıların tekrar tekrar yaşanmasına neden olur. Öte yandan fantastik bir özellik de taşır. Yani benliğin halen içinde yaşadığı dünyada olan gerçek yaşantılar değil, aynı zamanda bilinçdışı hayali bir çatışmanın da sembolik sunumlarıdır. Örneğin, yolculuğa çıkan bir yakının ardından aşırı düzeyde ortaya çıkan anksiyete duygusu, bu olayla ilgili yaşanan gerçek ve güncel duygu yanında, biliçdışında daha önceki dönemlerde yaşanmış ‘‘sevilen kilerden ayrılma’’(separasyon) duygusuyla ilişkili bir çatışmanın da anlatımı olabilir. Ayrıca, patolojik anksiyete yineleyici bir duygudur ve kişinin karakter yapısının örüntüleri içine girip kaynaşır.
Strese karşı bir ‘‘uyum yanıtı’’ olan anksiyete ve ona eşlik eden duygusal, bedensel ve bilişsel belirtilerin ortaya çıkmasında işitme, görme, koklama gibi dış uyaranlar yanında, çeşitli beyin yapıları, endokrin ve otonom sinir sistemlerinin de önemli rolleri vardır.
Anksiyete Belirtilerini başlıca bilişsel, duygusal-davranışsal ve fizyolojik olarak üçe ayırabiliriz.
BİLİŞSEL BELİRTİLER: Normal bilişsel işlevlerin abartılı hale gelmesi (aşırı uyanıklık hali gibi) ya da normal işlevlerin inhibisyonu (dikkat dağınıklığı gibi) söz konusudur. Başlıcaları;
-
Aklın sisli, bulanık olması,
-
Aşırı uyanıklık hali,
-
Kendini aşır gözleme,
-
Çevrenin olduğundan farklı ve gerçek dışı görülmesi,
-
Konsantrasyon güçlüğü,
-
Dikkat dağınıklığı,
-
Nedenselleştirme güçlüğü,
-
Objektif düşünme güçlüğü,
-
Kontrolü yitirme korkusu,
-
Başa çıkamama korkusu,
-
Fiziksel zarar görme ya da ölüm korkusu,
-
Aklını yitirme korkusu,
-
Başkalarınca olumsuz değerlendirilebileceği korkusu,
-
Yineleyici korkulu düşünceler,
-
Korku veren görsel imgeler.
DUYGUSAL ve DAVRANIŞSAL BELİRTİLER: Kişinin yaşadığı ve onu rahatsız eden duygular ile normal davranışlerın hiperaktivasyonu ya da inhibisyonu şeklinde izlenir.
-
Korku, tedirginlik, gerginlik, endişe, dehşet duygusu,
-
Sinirlilik, gerginlik,
-
Alarm durumuna geçme,
-
Çaresizlik, huzursuzluk,
-
Kaçma, kaçınma davranışı,
-
Olduğu yerde hareketsiz donakalma,
-
Konuşma akışında bozukluk,
-
Koordinasyon bozukluğu.
FİZYOLOJİK BELİRTİLER: Organizmanı kendini korumaya yönelik bir savunma durumu içine girdiğini gösteren hormonal, sempatik ya da parasempatik sinir sistemlerinin çalışmasındaki değişiklikler sonucu ortaya çıkarlar.
-
Çarpıntı, kalp hızında artma, aritmi
-
Kan basıncı değişiklikleri,
-
Bayılma hissi, gerçek bayılma, yüz kızarması,
-
Solunum değişiklikleri (derin soluma, nefes darlığı, hava açlığı, kesik soluma)
-
Boğazda düğümlenme, bronşial spazm,
-
Kaslarda gerginlik, ağrılar ve titremeler,
-
Yüzde ve göz kapaklarında seyirme,
-
Uykuya dalma güçlüğü, huzursuz uyku, kabuslar, uykusuzluk, ertesi gün dinlenmemiş şekilde uyanma,
-
Karın ağrısı, karında huzursuzluk, spazm,
-
İştahsızlık, bulantı-kusma, ishal,
-
Yutma güçlüğü, hava yutma,
-
Ağızda kuruma ya da sulanma
-
Sık idrara çıkma,
-
Cinsel güçsüzlük, erken boşalma, cinsel soğukluk
-
Yaygın terleme, lokal terleme(avuç içi gibi),
-
Kaşınma krizleri,
-
Ateş basması,
-
Soğuk ve sıcak basma nöbetleri.
EVET! Olağan stres etmenleri ile yaşam akışı, anksiyete bozukluklarında artmış karmaşa, korku ve kaygıyla kuşatılmış hale gelir ve günlük hayata ket vurmaya başlar. Diğerlerinin ‘‘iyi’’ve ‘‘kötü’’ günleri varken, endişe bozukluğu gösteren kişinin ‘‘iyi’’ ve ‘‘kötü’’ saatleri vardır. Mizacındaki bu dalgalanma –kırıldığı an’a dek- bir anlamda da onun endişe ve kaygı halini besleyen, adeta ödüllendiren bir unsurdur. Anksiyete bozukluklarının tedavisinde farmakoterapinin yanı sıra, kişinin problemlere ve farklı yaşam olaylarına yaklaşma biçimini yeniden yapılandırmak ana odak noktasıdır. Hayata farklı perspektiflerden yaklaşabilme gücünü kazandıran, zıtlıklarla bir arada yaşayabilmeye ve hayatı daha keyifli kılabilecek düşünce , duygu ve davranışların edinilmesine yardımcı olan psikoterapi süreci, danışan için yeni bir yaşam çizgisinin de başlangıcı olabilir. Gerçekliği çarpıtmadan, olduğu gibi görebilme olgunluğuna erişebilir, gün geçtikçe kendini yenileyen bir işi olbilir. İnsanları, olayları ve olup bitenleri kabul edebilme gücü kazanabilir. Hayattaki her şeyi kontrol edemeyeceği ve bunun da aslında ne kadar anlamlı bir değer olduğu konusunda farkındalığı artar.