Erkeğin Kolektif Soyut Aklı
Yazar Nazlı Tutan • Psikolog • 19 Ocak 2018 • Yorumlar:
Değişmeyen tek şeyin değişim kendisi olduğu görüşü, çeşitli yaşam biçimlerine, yönetim şekillerine, kültürlere olumlu özellikler kazandırsa da, bu görüş dünyanın en eşit ve demokratik toplumlarında bile kadın-erkek eşitliği konusunda işlememiş ve toplumların kültürel referansları kadınla erkek arasındaki farklılıkları sadece cinsiyet farklılığına indirgeyerek onlar arasındaki insani farklılıkları yok saymıştır. Feodalizm, teokrasi, monarşi, aristokrasi, demokrasi,komünizm, sosyalizm, anarşi, bu güne kadar ki bütün dinler, dinsizlik, sanat,kültür, tarih, ikili ilişkiler, aşk ve aklın alabileceği her şey ya tamamen erkeklik olgusunun ilkeleri çerçevesinde şekillenen ya da bu babasoylu düzenin belirli yerlerinden referansları olan durumlardır. Kadınları ideolojilerle ve törelerle öldüren, onu köleleştiren, zorla evlendiren, onun cinselliğini bastıran,erkeği pek çok konuda öncelikli kılan ve giderek daha da çok özümsediğimiz heteroseksüel toplum düzeni, içinde ne tıptan ne üfürükçülerden medet umamayacağımız bir hastalıktır. Evrensel ve ortaklaşa bilinçaltının ifadesi olan kadına dair tüm söylenceler erkeğin kolektif soyut aklı neticesinde şekillenir ve bütün sistemler ataerkilliğin yarattığı hiyerarşi üzerinden kurulur. Her kültürün kendine özel fiziksel, toplumsal,ekonomik ve siyasal koşullarının şekillendirdiği arketipler insanın ortak bilinçaltında kadını ideolojik, sınıfsal, etnik, dinsel ve cinsel bir ayrımcılığa sürükleyen anne, Tanrıça, iffet timsali, doğurgan, hanım vb.isimlerle kodlanır. Kolektif bilinçaltımızdaki bu kodlamalar daha çocuk doğmadan çalışmaya başlar. Ana rahmine düşen ceninin cinsiyeti belli olduğu andan itibaren, ilgili çocuk derhal “kadın” hatta “bayan” ya da “erkek” kategorisi kazanır ve eş, dost, akraba, hısım, anne, baba henüz doğmayan çocuğa aldıkları eşyaların renk seçiminde bile “ana soyu” ve “baba soyu” ayrımını yaratırlar. Pembeyle sembolize edilen kız bebek, kadın hatta bayandır; maviyle sembolize edilen bebek erkektir. Mavi- pembe ayrımı; yiyecekten, giysi biçimine, hitabet biçimlerinden evlilik ve miras sistemine kadar çeşitli toplumsal düzenlemelerde yerini bulur. Var olan bu toplumsal düzenlemeleri, biyolojik olarak kaçınılmaz göstererek meşrulaştıran biyolojik belirlenimcilikle de modern cinsiyet ayrımcılığını yaratarak kadının tarihteki rolünü arafta bırakır ve kadını bir şekilde kusurlu kılmaya devam eder.Toplumsal ve politik iletileriyle, olgusal destekten yoksun olan fikirlerine rağmen yüzyıllar boyu yerleşik iletişim araçlarından da destek gören biyolojik belirlenimcilik, kadına dair uzatmalı ve şiddetli tartışmanın en büyük unsurudur. Hırslı, doyumsuz, bireysel ve geleceği pek düşünmeyen,erkeği yücelten ve ayrımcılığa yatkın Ataerkil toplum yapısı biyolojik belirlenimcilikten kaçınılmaz olarak beslenir. Oysa ataerkil düzenden önceki, yeryüzündeki toplulukların önemli bir kısmında temelde dişil etki ve değerler aracılığıyla yönlendirilen anaerkil toplumda biyolojik faktörler, kadının lehineydi. Cinsellikle ve üremeyle ilgili bilgilerin sınırlılığı nedeniyle, o dönemde kadın doğurganlık özelliğiyle soyun devamını sağlayan bir tanrıça olarak görülüyor ve rahmiyle kutsanıyordu. Anaerkil süreçten geçen ve kültürleri" dişil" bir yapı arz eden yeryüzü merkezli bu toplumlarda Rosenberg’in belirttiği gibi “Anaerkil toplumun, ekonomik, siyasal, toplumsal ve dini temeli tarımsal yıla dayanır.Tarımın önemi, tüm yaşayan nesnelerin doğumdan olgunluğa, oradan ölüme ve oradan da tekrar doğuşa giden gelişimlerini vurgulayarak dairesel bir yaşam görüşünü beslemiştir...” (Rosenberg, 2003: 23- 24 )dairesel bir yaşam görüşü vardı. “Anaerkil Toplum ve Kadın Hakları” isimli kitabında Eric Fromm anaerkil düzendeki insanların oral kişiliğe sahipken, ataerkil toplumdaki bireylerin anal kişilik dediğimiz kişiliğe sahip olduklarını söylemektedir. Yaşadığımız ataerkil toplum anal bir kapitalizm toplumudur. Ne anaerkil ne de baba erkil kurallar tek başına faydalıdır. Anaerkil ilkeler bir toplumda tek başına hüküm sürüyorsa o toplumdaki çocukların olgunlaşamama ve anneye aşırı düşkün olma, yetişkinlerinse sık sık çocuk gibi davranma riskleri vardır. Tam anaerkil bir toplum tekniğe, rasyonelliğe ve mantıklı bir ilerlemeye engel olarak kişinin kendini gerçekleştirme sürecine ket vurur.Anaerkil kültürün değerler sistemi ; anneye, doğaya ve dünyaya pasif bir teslimiyeti ön görür. Bu da sadece doğal ve biyolojik olan değerli kılarken,ruhsal, kültürel ve rasyonel olanlar ise anlamını ve toplumsal pratiğini yitirir. Baba otoritesinin tek başına hükümran olduğu ataerkil toplum yapısında ise, babanın egemenliği ve aşırı kontrolü çocukta korku ve suçluluk duyguları yaratır. Babaerkil yapı sevgiye ve eşitliğe önem verse de, sadece yasalarla, devletle,somut ilkelerle ve itaatle ilgilenmesiyle bir korku imparatorluğu inşa eder.Ataerkil kültürdeki aklın ve ruhun evrimiyle, anaerkillliğin merhamet ve eşitlik gibi ilkelerin sentezi, kadın ve erkeğin eşitliği konusunda atılacak gerçek bir adımın temelini oluşturabilir. Frankfurt Okulu düşünürlerinden Erich Fromm yarım asır önce kaleme aldığı "Sevme Sanatı" adlı eserinde eşitlik meselesine ışık tuttuğu bölümde şöyle der: "Günümüzde eşitlik 'bir olmak' değil 'aynı olmak' anlamına geliyor. Tekdüze soyutlamalar söz konusudur, yani aynı işlerde çalışan aynı biçimde eğlenen, aynı gazeteleri okuyan, aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri hisseden insanlar. Bu bağlamda genelde ilerlememizin kanıtı olarak gösterilen, örneğin kadın erkek eşitliği gibi kazanımlara kuşkuyla yaklaşmak gerekir. Kadınların eşitliğine karşı olmadığımı özellikle vurgulamam gerekmiyor sanırım; ama eşitlik eğiliminin olumlu yönleri bizi yanıltmamalıdır, burada söz konusu olan ayrımların yok edilmek istenmesidir. Eşitliğin bedeli şu olmuştur: Kadın ve erkek eşittir, çünkü kadını erkekten ayıran farklar yoktur artık.Aydınlanma felsefesindeki 'ruhun cinsiyeti yoktur' tezi, günümüzde yaygın görüş olmuştur.(...) Artık kadın ve erkek karşıt gruplar olarak eşit değil birbirinin aynı olmaya başlamıştır. Günümüz toplumu bireysel olmayan eşitlik idealini önermektedir. Çünkü zahmetsizce, sorun çıkarmadan çalışan,seri halde üretim yaparken tamamen birbirine benzeyen insan atomlarına ihtiyaç duymaktadır. Bu insanların aynı emirleri yerine getirip yine de kendi gönüllerine göre davranmaları istenir. Günümüz seri üretimi nasıl ürünlerin standartlaşmasını zorunlu kılıyorsa, toplumsal süreç de insanların tek tip olmasını ister ve bu standartlaşmaya da 'eşitlik' adı verilir."