Gerçek Kendilikten Sahte Kendiliğe Benim Yalnızlığım İnsanlarla Dolu

Yazar Gökçe AğaoğluPsikolog • 23 Temmuz 2018 • Yorumlar:

''Gittikçe kendi dünyalarımıza hapsoluyoruz. Hayat zamanla yavanlaşıyor, tatminsizlikle doluyor. Gelecekte psikolojik destek talep edecek kişilerin en yaygın sebebi de bu tatminsizlik, bu varoluşsal mesele olacağa benziyor.''
(BÜMED Dergi Mayıs-Haziran 2018)

‘Bağlanma’ günümüzün belki de en güncel, üzerine en çok konuşulan ve eğitimler verilen konularından biri. İnsan yavrusu bir ötekine bağlanmaya hazır geliyor hayata. Kendiliğimizin oluşumu bir ötekiyle ilişki içinde gerçekleşiyor. İnsan ötekinin bakışıyla kendini görmeye, dokunuşu ile kendini hissetmeye ve ötekinin sevgisiyle kendini sevmeye muhtaç doğuyor. Ötekinin aynasında kendimizi seyrederek, aynalanarak ‘ben’ hissini oluşturuyoruz. Bu yaşamın ilk yıllarında kurulan ilk ilişki ile başlıyor. Çocuğun varlığını seyredeceği ilk ayna, yani deneyimlediği ilk ilişki, ebeveynle kurulan ilişkidir. Başka bir değişle ebeveynle kurulan ilişkiden ona yansıyan duygular benliğin temelini atar. Bazı çekirdek duyguları içimize yerleştirir. Sevilen biri miyim sevilmeyen mi, var mıyım, varlığım değerli mi yoksa değersiz miyim, yeterli miyim yetersiz mi. Tüm bunlar ilk ilişkimizde bize yansıtılanlarla şekillenir. Durumun çarpıcılığını vurgulamak için şöyle ifade etmek yerinde olacak, ötekiyle ilişkide olmak psikolojik yapının oksijeni gibidir. Görüldüğünü ve sevildiğini hissedemeyen bir kişi oksijensiz kalmış gibidir.

Bağlanmaya ihtiyacımız var. Önce bağlanacağız, sonra bireyleşeceğiz. Birilerinin bizim için orada olacağına inanacağız, güvenle bağlandığımız, duygusal olarak beslendiğimiz bir sağlam limanımız olacak. Sonra bu limandan denize açılacağız, keşfe çıkacağız, bağımsızlığımızı tadacağız. Limanın orda olduğunu içsel olarak bilmenin rahatlığı ile kendimizi deneyime bırakabileceğiz. Güvendiğimiz bir ötekine bağlanmadan özerk olunamadığını anlatan bu kuramlar bu denli popülerken, ilişki kurma şekillerimizin tam tersine evrilmesi oldukça düşündürücü. Başta bu zıtlık trajikomik görünse de, belki de durum oldukça anlamlı. İlişkilerde yalnızlaşıyoruz. Daha kendi dünyamızda, daha paylaşımsız, limansız, gerçek duyguların daha az varolduğu, kendi başımızın çaresine baktığımız ilişkiler artıyor. Bencil demeyeceğim, çünkü yaygın yaşandığını düşündüğüm bu ilişkileri bencil olduğumuz için seçtiğimizi düşünmüyorum. Aksine bu habitatta bir şekilde nasıl varolunacaksa, nasıl az zedesiz yola devam edebilirsek onu yapmayı öğreniyoruz sanki. Bencilleşmekten ziyade, yalnızlaşmaya uyum gösteriyor gibiyiz. Belki tam da bu yüzden ‘Bağlanma’dan, yakın ilişkinin öneminden ve iç dünyamıza etkilerinden konuşmaya bu denli çok ihtiyaç hissediyoruz.

Bir şeyler bizi beslemiyor. Çünkü bu yalnızlaşma varoluşumuzla uyumlu değil. Bağlanmak ve yakın ilişki iki önemli duygusal ihtiyaç. Gerçek duygularımızın ve kimliğimizin öteki tarafından görüldüğü, fark edildiği ve bilindiği bir ilişki. Bir ötekine muhtaç ve bağlanmaya programlı bir şekilde doğan bir insan yavrusunun giderek ilişkisizliğin daha da yükseldiği bir toplumun içine yolculuk yaptığını görüyoruz. Bunu düşündüğümde bir balığın karaya vurduğu ve çırpındığı bir görüntü çağrışıyor zihnimde. O denli varoluşu dışında, o denli zorlayıcı. İçinde bulunduğumuz zamanda insan deneyimini o balığa benzetiyorum ve gelecekte de bunun artacağını düşünüyorum. İlişkiler ilişkisiz bir hale geliyor. Ruhumuzun oksijeniydi ya ilişkide olmak, oksijensiz kalıyoruz. Oksijensiz kaldıkça enerjimiz de tükeniyor. Az oksijenle devam etmeye çalışıyoruz ve bunun normal olduğunu düşünüyoruz. O denli normalleştiriyoruz ki enerjisizliğin, tükenmişliğin nedenini anlamak da zorlanıyoruz. Duygusal bağlanma ve paylaşımların giderek azaldığı, kendi dünyasına çekilmiş bireylerden oluşmaya başlıyoruz. Ne kendimize dokunduruyoruz, ne kimseye dokunabiliyoruz. Bağ kurmak, bağlanmak ürkütüyor. Bağ kurmak aşırı beklenti yüklü algılanıyor, belki engelleyici deneyimleniyor. Gerçek duyguları ortaya çıkarmak ve paylaşmanın var olmadığı ilişkiler çoğalacak gibi duruyor.

 

Peki nasıl olacak bu ilişkiler? İnsanları ne bir araya getirecek?

Burada sahte kendilik ve gerçek kendilik kavramlarından bahsetmek istiyorum. Sahte kendilik, dış odaklı ve sonuç odaklı bir yapıdır. İçinden ve özünden gelen merak ve hevesler doğrultusunda hayatı deneyimlemektense, ona dış dünyadan onay veya alkış getirip getirmeyeceği üzerinden hayatını sürdürür. Tercihleri ve ilişkileri buna hizmet eder. Gerçek kendilik dediğimiz yapı ise daha iç odaklı bir sistemdir. Gerçek duygularını yaşar, gerçek isteklerinin peşinden gider. Yaşamı bitiş çizgisine doğru koştuğumuz bir maraton olarak değil, gerçek kendini yeşerten bir deneyim olarak görür. Sonuç odaklı değil, deneyim odaklıdır. Sahte kendiliği sahte yapan kişinin kendi özünden uzak yaşamasıdır. Kişi toplumda kabul gören şekle evrilir. Gerçek kendini keşfe çıkamamıştır. Çünkü bu keşfe güvenle çıkmasını sağlayacak, ihtiyacı olduğunda sığınabileceği bir limana hiç sahip olmamıştır. Böyle olunca da toplumun mutlu olacağını söylediği ve yapmasını beklediği şeylerin peşinden gider. Belirli şeylere sahip olmayı, belirli meslekler edinmeyi, belirli statüye gelmeyi, belirli kişiler tanımayı, belirli ortamlarda bulunmayı amaç edinir. Özünden uzak yaşayan kişinin ilişkileri, kurduğu iletişim de özden uzak olacaktır. Sahte kendiliklerin çok olduğu bir ortamda gerçek duygulara temas eden gerçek dialoglardan bahsetmek mümkün olmaz. Kişi maskeli baloda gibidir. Bu kavramlar yardımıyla değerlendirdiğimde, sahte kendiliklerin arttığı bir gelecek bizi bekliyor diye düşünüyorum. Bu da ilişki kurma şekillerimizin daha sonuç odaklı, daha materyalist bir temele dayalı olacağına işaret ediyor. İnsanlar, aslında bugün de gördüğümüz gibi, ilişkilere daha çok kazanım odaklı bakacaklar. Bir diğer noktaysa yük getirmemesi beklenti içermemesi olacak. Burada teknoloji ve tüketim kültürü gibi pek çok makro etki toplumun onayını neyin aldığını belirliyor.

Ebeveynler çocuklarına iyi imkanlar sağlayabilme kaygısı ile, duygularına temas etmeyi ve onu gerçek kendiliğini keşfe cesaretlendirmeyi kaçırabiliyorlar. Kimse onlara bunu yapmadığı için bunu nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Kendi duygularına temas edilmemiş, yakın ilişkilerinde anlaşılmış hissedemeyen ebeveynlerin, yani gerçek kendilikleri desteklenmemiş ebeveynlerin çocuklarına bu duyguyu verememesi gayet doğal ve anlaşılır. Tam da burada bize gelecekte durumun nasıl görüneceğini işaret eden kısır döngü başlıyor. Çocukluğunda bunu alamamış bireyler için duyguları görmeyen, uzak ve temassız ilişkiler, gerçek meraklardan doğmayan iletişimler ’doğal’ ve ’alışılmış’ hale geliyor. Çünkü kişi ilk ilişkisinde deneyimlediği neyse, bunu yetişkinliğinde tekrar etme ve benzer ilişkiler kurma eğiliminde oluyor. Sahte kendilik olağanlaşıyor.

Sahte kendiliğe sahte denmesi, öze uzak olmasındandır demiştik. İçsel ihtiyaçlarımızın duyulmadığı bir ortamda içsel ihtiyaçlarımızı duymayı öğrenemeyiz. İçsel meraklarımızın yüreklendirilmediği bir ortamda onların peşinden gidemeyiz. Böylesi bir yaşam ise zamanla bir yavanlık bir tatminsizlik biriktirir. Sebebini net anlayamasa da ‘bir şeyler tam değil’ der kişi, ‘tatmin hissetmiyorum’. Gelecekte psikolojik destek talep eden kişilerin en çok başvurma sebebinin bu olacağına inanıyorum. Varoluşsal meseleler psikolojik destek taleplerinin çoğunluğunu oluşturucak. Varoluşsal derken anlatmak istediğim benliğine ve yaşama anlam verememe ve dindirilemeyen bir tatminsizlik hissi. Bu bir kehanetten çok, aslında halihazırda başlamış bir sürecin durum tespiti gibi. Bunun da giderek artacağını düşünüyorum. Gerçek kendiliği ile özünden gelen meraklarını ve heveslerini deneyimleyemeyen, gerçek duygularını çıkartamayan, bu duyguları paylaşarak ötekinin şefkatinde iyileşmeyi hiç deneyimlemeyen, ailesinde veya yetişkinliğinde şefkat veren koşulsuz seven bir öteki bulamayan bir bireyin hissetmekte çok da haklı olduğu bir duygu olacak bu anlamsızlık ve tatminsizlik.

Elbette, bu bahsettiklerimden ayrılan, bu tablonun dışında kalacak bağ kuran, yaşama anlam veren ve gerçek kendiliğini deneyimleyen insanlar da olacak. Gerçek kendiliğini arayan, bulmaya uğraşan pek çok kişi var ve olacak. Bu grup belki zorlanacak, belki sıkça anlaşılmayacak, belki romantik bulunacak. Benzer bağlar kurabilen kişilerle karşılaşmayı umacak. Ancak çoğunluk olarak baktığımızda ilişkiler bu yöne evrilecek diye düşünüyorum.

Psikolojik destek ihtiyacının bu anlamda artacağına inanıyorum. Ancak buradaki psikolojik destek ihtiyacının merkezinde, kişinin kabul edildiği ve duygularını rahatça paylaşabildiği bir ilişkiye olan ihtiyacı olacağını düşünüyorum. Yaşam içerisinde ilişkilerde bunu bulamayan bireyler için bu ilişkiyi satın almak ihtiyacı muhtemelen artacak. Yakın ilişkilerinde gitgide yalnızlaşan, iç dünyasını eşiyle, arkadaşıyla, evladıyla konuşamayan bireyin psikolojik desteğe ihtiyacı büyüyecek. Kimsenin kimseye güvenli bir liman olamadığı, liman ihtiyacının kendisini belki zayıflık gören bir insan temassızlığı bizi bekliyor. Daha kendi dünyasında, daha yüzeysel, daha duvarlı ve az temas eden insan iletişimleri.

*Franz Kafka

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Gökçe Ağaoğlu Psikolojik Danışma ve Rehberlik, Aile Danışmanlığı

Randevu al Profili görüntüleyin

Yorumlar: (0)