Hasta Olmadan Hasta Olmak: Fiziksel Hastalık Krizlerinin Psikolojimize Etkisi
Yazar Erkam Ünal • Psikolog • 29 Nisan 2020 • Yorumlar:
Bu yazıda fiziksel hastalık tanısı almanın ve/veya fiziksel hastalıklar ile birlikte ortaya çıkan -içinde bulunduğumuz COVİD-19 virüs salgını referans alınarak genel bir tıbbı sağlık-krizlerinin düşünce süreçlerimiz ile ilişkisi ele alınmıştır.
İnsanlık, tarihin bazı dönemlerinde kişisel ve küresel anormal durumlara şahit olmuştur. Fiziksel hastalıklar, doğal afetler ve birçok farklı hadiselerle kriz durumlarıyla karşılaşmış, yaşam sekteye uğramıştır. Kriz kelimesi, gerilim dolu bir filmin en can alıcı sahnesini çağrıştır. Kriz durumları tamamen bitmez, yaşamdan çıkmaz; krizlerin boyutu, şiddeti ve sıklığı değişir.
Psikolojik kriz, kişinin kendisi ya da hayatındaki önemli kişiler ile ilişkisinde yaşadığı ya da yaşayabileceği bir kaybı veya radikal değişikliği kapsayabilir (Goldenberg,1983). Basit bir ifadeyle, kişinin hayatındaki stres ve gerilim, olağan dışı noktaya geldiğinde ve bu durum kişiye zarar vermeye başladığında “kriz” ortaya çıkar (Greenstone ve Leviton, 1993).
Slaiku (1990) ise krizin tanımı şöyle yapar:
“Temel olarak bireyin alışılagelmiş sorun çözme yöntemlerini kullanarak, karşılaştığı belli koşullarla başa çıkmadaki yetersizliği ve köklü biçimde olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli ile karakterize, geçici bir üzgün olma ve dezorganizasyon hali.”
Tanımda kriz koşullarının “geçici” olduğuna vurgu yapılmıştır. Psikolojik kriz durumları birçoğumuz için anlık, süreksiz ve geçicidir.
Tanımın sonraki kısmında “üzgün olma” hali, en yaygın tepkileri ile anksiyete ve depresyonu da içine alır. Anksiyete olarak bilinen kaygı, tehlikeli durumlarda, “vücuda meydan okumaya hazır olması gerektiğini haber veren” sinyaldir. Doğal ve gerekli olan kaygı hissedilmeye başlandığında nefes alış verişi ve kalp atışı hızlanarak kaslara daha fazla oksijen gitmesi sağlanır. Böylece vücut, tehlikeli durumlara kendini hazırlamış olmaktadır. Depresyon ise, uyaranlara karşı duyarlılığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin azalması umutsuzluğun, karamsarlığın artmasıdır. Kişinin bir yanı aşırı uyarılmış, diğer yanı da duyarlılığını kaybetmiş haldedir. Bireyin dengesi bozulur. Kriz döneminde yaşam değil, tehlike odaklı bir hayat söz konusudur.
Tanımın son kısmında geçen “dezorganizasyon hali” de zihin bulanıklığı ve sorun çözme becerilerinin zayıflamasını kapsayabilir. Ek olarak daha öncesinde kolaylıkla yapabildiği gündelik eylemleri yapmakta zorlanabilir. Deorganize hal sadece görev ve sorumluk çerçevesinde değil, keyif veren, mutlu eden aktivitelerin hayata geçirilmesini de engeller.
Neyin krize sebep olduğu ya da krizi beslediği belirli bir durum veya çevresel koşullar ile basit bir şekilde açıklanamaz. Bu açıklama neden-sonuç ilişkisinden daha çok psikolojik krizlerin bireyin olayı algılayışını ve başa etme kabiliyetini anlamaya yardımcı olur. Aynı durumlar karşısında toplumdaki bireylerin her biri, kriz durumları ile başa etmede farklı seviyede başarı ve yetkinlik sergiler.
FİZİKSEL HASTALIKLAR RUHUMUZU DA YARALAR.
Çoğu tıbbi kriz, tıbbi rahatsızlığın etrafını saran ve etkileyen psikolojik ve duygusal yanlar barındırır.
İçinde bulunulan tıbbi krize karşı ilk psikolojik reaksiyon olarak “inkar” görülebilir. İnkar etmek var olan tıbbi hastalık krizine karşı tavrımızı doğrudan etkiler. Bu görüş aslında kişiyi daha hassas ve savunmasız hale getirir. İnkar etmek, duygusal çatışmalar ve buna bağlı sıkıntı halini hafifletmek amacıyla kullandığımız bir baş etme mekanizmasıdır. Rutinde kullandığımız baş etme metotlarımız kriz durumları için hazır, yeterli ve işlevsel değildir. Özellikle tıbbi hastalıkların baş gösterdiği krizlerde kişilerin kendilerine ya da yakınlarına tanı konması durumunda ne yapabileceklerine dair bilgileri ve fikirleri de yoktur. İlk kez karşı karşıya kaldığımız bir durumda doğal olarak donup kalabilir, görmezden gelebilir ya da tehlikeden uzak durma çabasına girebiliriz.
Esasen fiziksel hastalıklar yaşamın önemli bir parçasıdır ve hiç kimse ciddi tıbbı hastalıklara/salgınlara karşı önceden bağışıklık kazanmamıştır. Ciddi tıbbi hastalıklara/salgınlara önceden hazırlanmak mümkün olmadığından süreç içinde yeni baş etme metotları geliştirmek gerekir. İnkar ettiğimizde yeni baş etme metotları geliştirme fırsatından da mahrum kalırız.
İnkar, ciddi hastalık ile karşı karşıya gelen kişilerin sıklıkla kullandığı bir savunma mekanizmasıdır. Krizin getirdiği ani anksiyete ve stres baskısına karşı inkar o an rahatlama sağlasa da sıklıkla krizi daha büyük boyutlara taşır. Önemsenmeyen durumlar daha büyük bir tıbbı tabloya dönüşür. Son günlerde COVİD-19 virüsü ile karşı karşıyayız. Söz konusu bu durum çoğu kişi için oldukça tedirgin edici ve endişe vericidir. Bu yoğun endişe ile baş etmek için “virüs bana bulaşmaz, bulaştığında da bana ya da yakınlarıma bir şey olmaz” düşüncesi ile kendi kendini rahatlatan biri, uzmanların önerdiği tedbirleri de almayacaktır. Alınmayan tedbirler önce kendi sağlık durumunu sonrasında da yakınlarının ve toplumun iyilik halini olumsuz etkileyecektir.
Tıbbi hastalıklardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen bireylerin yoğun endişeye kapıldıkları görülür. En temel endişeleri güvenlik ve kontrol algısı ile ilgilidir. Kişi tıbbi bir hastalıktan/salgından etkilenmeden önce var olan baş etme sistemlerini de bu bağlamda test etmemiştir. Yani kişilerin kendilerini böyle bir durum için asla hazırlayamadıklarını söylemeliyiz. Ayrıca sağlık problemleri sebebiyle finansal durumları, aile yapıları, ilişkileri olumsuz etkilenen hastaların üzerinde belirgin olarak görülen “gerçek stres faktörleri” de göz ardı edilemez. Tıbbi hastalığa bağlı durumlar kişinin ailesiyle bağlarını koparabilir, tüm belirsiz durumlarda olduğu gibi kişiye psikolojik bir dengesizlik yaşatabilir ve fiziki kısıtlılıkların oluşması ile kişinin gündelik hayatı sekteye uğrayabilir. Psikoloji literatürü, tıbbi hastalık durumunun kişinin başa çıkma sistemlerini devre dışı bıraktığından bahseder. Yaşanılan tıbbi krizin yoğun baskısı bireyin fiziksel ve zihinsel kötüleşmesine etken olur. Tıbbi tanı konana dek kişinin hayat boyu öğrendiği başa çıkma sitemleri ve oluşturduğu sağlıklı kendilik algısı karşılaşılan zorluklarla birlikte dağılmaya başlar.
Bulaşıcı tıbbi hastalıklarda ise kişinin tanı almaması doğrudan bir kriz oluşturmasa bile toplumsal krizin doğası, şiddeti ve yaşanılan durumsal zorluklar sebebiyle var olan tıbbi hastalığın belirtileri görülebilir. Ya da tanı almış kişide yine krizin doğası, şiddeti ve yaşanılan durumsal zorluklara bağlı olarak var olan belirtiler artabilir. (Boğaz ağrıları, halsizlik, burun akması, nefes almada güçlük gibi.)
Yaşanılan duruma bağlı belirtiler nasıl artabilir?
Şartlara bağlı olarak mevcut özel tıbbi hastalıkları çevreleyen tüm meseleler hastalığa eşlik eden anksiyete ve stres seviyesini yükseltir.
Peki anksiyete ve stres seviyesi nasıl artmaya başlar?
Kriz dönemlerinin en önemli özelliği belirsiz olmalarıdır. Dolasıyla kişilerin güvende hissetme ve kontrol etmeye en çok ihtiyaç duydukları dönem de kriz dönemleridir.
Belirsiz durumlar doğası gereği tedirgin edicidir. Tedirginliğin rahatsız ediciliğini ortadan kaldırmak için belirsiz olanı belirgin hale getirme çabasına girilir. Kriz durumlarında karşı karşıya olunan tehlike bilinemezdir ve bilinemez tehlikeye hazır olmak için pratik yol “en kötü ihtimale her zaman hazır olmak”tır. Çünkü en kötü ihtimale hazır olmak tüm ihtimallere hazır olmak demektir. Zihinsel süreçlerimiz öncelikle olumsuz hatta uyumsuz varsayımlarla hazırlıklı olmaya motive eder ve olanak sağlar. Bu kısımda “tehlike” ile “zihnimizdeki tehlike” sıklıkla karışır. Tıbbi hastalığa dair olumsuz sonuçlar olasılıktan ziyade “olacak olan” olarak algılanır. “Olacak olan” durumlara hazır olmak adına en felaket senaryo tasarlanır. Var olan duruma göre değil, zihnimizde şekillenen senaryoların gereği eylem gerçekleşir. Çizilen senaryolar bilgiden çok, fikir referanslıdır. Kişi kendi tıbbi koşullarına dair eksik bilgisi sebebiyle, bilmediği yerleri “boş kısımları doldurma” eğilimi ile kendince tamamlar. Hayatın başka parçalarında da genel olarak olayların gidişatını daha olumsuz yorumlama eğiliminde olan biri, tıbbi hastalığa dair “boş kısımları doldurma” işinde de daha olumsuz yorumlar geliştirir. Bu olumsuz yorumlar ve senaryolar, hali hazırda psikolojik kriz durumlarına karşı hazır olmayan kişinin başa çıkma becerisini daha da azaltır.
Tıbbi sağlık krizi içinde olan kişilerin içinde bulundukları kriz ile ilgili baş etme stratejileri bekledikleri sonucu vermediğinde, kişiler sıklıkla tekrar eden “başarısızlık” hissi nedeniyle umutlarını yitirirler. Doğal olarak içinde bulundukları durumun olumlu ihtimallerini görmeme eğilimi sergilerler.
Araştırmalar fiziksel sağlık problemi ile daha iyi baş eden kişilerin fiziksel sağlık problemi öncesinde işlevsel duygu, düşünce ve davranış sistemlerine sahip olan kişiler olduğunu kanıtlamıştır. Dahası işlevsel duygu, düşünce ve davranış sistemlerinin tıbbi kriz durumlarında krizi çözebilme becerilerini de geliştirdiğini ve arttırdığını göstermiştir.
Tıbbi sağlık krizinde olan kişilere, erken psikolojik müdahale, genellikle en iyi sonuçları verir. Fakat çoğu kişinin genellikle panik halinde olması ve tanı almalarından sonra hastalığın başlangıç aşamalarında ruh sağlığı tedavisine olumlu yaklaşmamaları erken psikolojik müdahale yapılmasını zorlaştırır. Krize müdahale eğer erken yapılabilirse hastalığın ilk aşamalarında fiziksel ve psikolojik olarak iyilik halinin nispeten daha iyi olması daha etken başa çıkma stratejilerinin kullanılmasına olanak sağlar. Krize erken müdahale aynı zamanda hastalığa, hastalık ve tedavi sürecine dair olumsuz düşüncelerin oluşumunu engeller ya da azaltır.
Hastalığın salt olumsuz algılanmasının bir krizi tetikleyeceğini ve bunun mevcut hastalığın belirtilerinin daha çok çıkartacağını ya da arttıracağını öne sürmektedir (Baum ve Posluszyn 1999). Kişi iyileştikten çok sonra bile tıbbi hastalığın getirdiği kriz kısır bir döngüye dönüşebilir ve iyileşme sürecini de zora sokabilir. Bu durum özellikle kişi anksiyete ve stres belirtilerine benzer belirtileri olan bir tıbbi rahatsızlık geçirdiğinde görülür. (Dattilio ve Castaldo, 2001).
Yazının bu kısmına dek tıbbi hastalık krizinin, krizin doğası gereği, akışı anlatılmıştır. Sonrasında “tıbbi hastalık krizinde neler yapılabilir?” sorusu akıllara gelir. Cevap kriz akışının içinde yer almaktadır. Anlarsak, anladığımız şeylere müdahale etme fırsatını bulabiliriz. Bu bağlamdan özetle;
Zihinsel süreçlerimizi nasıl fak edebilir ve neler yapabiliriz?
1- İnkar: Öncelikle tıbbi hastalık krizinin doğası gereği var olan inkar süreci ile kişinin krizin rahatsız ediciliğine istinaden var olan inkarı ayırt etmek gerekir.
2- Uyumsuz/uyum bozucu varsayımlar: Bilmediğimiz/bilinmeyen kısımları zihnimiz kendince kolayca doldurur ve bunu çok bilindik ve otomatik şekilde yapar. Krizler doğası gereği belirsizdir. Belirsiz olanı belirgin hale getirme çabası beyhude olabilir. Zihnimize gelen “Olasılık” düşüncelerini “olacak olan” diye algılamak endişeyi arttırır. “Olasılık” ile “olacak olan” ayrımını yapmak gerekir.
3- Yetersiz Bilgi: Yetersiz bilgi ile varsayımlar ile el ele yürür. Eksik bilgi zararlı olabilir. “olasılık” ile “olacak olan”ı ayırt etme de “yeterli bilgi” yardımcı olur.
4- Bilişsel Çarpıtmalar: Tıbbi hastalık durumunu olduğundan daha felaketleştiren kişiler, bilişsel çarpıtmalar dolasıyla aşırı tepki verirler. Örneğin, COVİD-19 tanısı almadan olası tanı alma haline dair kişi süreci ağır yaşayacağını, hayati risk yaşayacağını hatta hayatını kaybedeceği ihtimalini tek ihtimal olarak algılayabilir.
5- Yetersiz Sosyal ve Aile Desteği: Destek ağları özellikle kişi tıbbi durumundan ilk haber aldığında çok önemlidir. Yalnız hissetmeye ve karşı karşıya kaldığı/kaldığını düşündüğü durumla tek başına mücadele etmek durumunda kaldığını, terk edildiğini düşünme eğilimindedir. Hastalıkla sarsılmış bireyler, destekten yoksun bireylere göre daha fazla iyileşme ve tıbbi hastalık dolasıyla ortaya çıkan krizleri daha kolay atlatmaktadırlar.