İyi İlişki Nasıl Olur?
Yazar Esra Saraç Ay • Aile Danışmanı • 19 Aralık 2020 • Yorumlar:
Robert Sternberg'in ilişkinin boyutlarını açıkladığı üçgen teorisine göre bir ilişkinin ne kadar yolunda gittiğini anlamak için 3 şeye bakılır; tutku, bağlılık, yakınlık.
Tutku: eşler arasındaki cinsel arzu, duygusal ilgi ve alaka…
Bağlılık: eşlerin birbirine maddi-manevi olarak ne verdiği (örn: güven, konfor, düzen, maddi güç, çocuk, huzur…), evlilikleri ile ilgili plan ve yatırımları, çocuklar, ortak idealler…
Yakınlık: eşlerin birbirine maddi ve manevi yakınlıkları (örn: fiziki temas, duygu ve düşünce paylaşımı, birbirinin arkasını kollama, onu merak etme, birbirlerini dinleyebilmeleri ve anlayabilmeleri…)
Tutku ilişkiyi çalıştıran, harekete geçiren itici güçtür. Bağlılık ise kişileri ilişkiye yatırım yapmaya götürür. Eşler birbirlerine bağlılık hissettikleri düzeyde ilişkiye yatırım yaparlar. Bu yatırım maddi şeylerde olabildiği gibi, çocuk sahibi olmak gibi manevi boyutlar da içerebilir veya fedakârlık, uyum göstermek, alttan almak gibi değerler de birer yatırımdır. Yatırım ne kadar büyükse ilişkiden çıkmak o kadar zordur. Günümüzde bireyleşme arttığı için insanlar ilişkiye değil kendilerine yatırım yapmayı tercih etmekte ve bu da aile kurumuna zarar vermekte. Yakınlık ise kişileri bir arada tutan ve birbirlerinden uzaklaşma durumunda yeniden bir araya getiren bir mekanizma. Her ilişkide insanlar birbirlerine karşı hata yapabilir ama affetmek her zaman kolay olmaz. Eşlerin birbiriyle duygusal yakınlığı ne kadar fazla ise hataları affetmek de o kadar mümkün olur.
İdeal olan, ilişkide bu üçünün de dengeli biçimde yer almasıdır ancak kimi ilişkilerde biri diğerlerinden daha öne çıkabilir. Yine de eşler bu durumları telafi edebiliyorlarsa ilişki yolunda gidebilir. Ancak dengesizliğin artması veya birinin tümüyle olmaması ciddi sorunlara neden olacaktır.
Yanlış Geçinme Biçimleri: Ailede Dengesiz Güç Dağılımı
Sağlıklı bir ailede her bir kişi kendini ailenin bir parçası olarak hisseder. Bunun için herkesin çeşitli ölçülerde güçlü olması gerekir. Güç, tek bir kişide toplanırsa ailenin dengesi bozulur, huzursuzluk, mutsuzluk artar. Bazen kişiler bu dengesizliğe rıza gösterebilir ancak bu ilişkinin herhangi bir sorun çıkmadan devam ediyor olması her şeyin yolunda gittiği anlamına gelmez. Şimdi bu dengesiz durumlara birkaç örnek verelim.
-
Güç evin direğinde; baba, anne, dede veya büyük anne, farketmez. Ailede bir kişi ne yapılacağına karar verir. Doğru, yanlışa, neyin uygun olup olmadığına, her şey son kertede onun onayına sunulur ve onaylamadığı durumlarda ya o davranış yapılmaz ya da kriz çıkar. Ekonomik güç onda, ailenin gelir giderlerini o takip eder. Sosyal güç onda, dışarıda aileyi temsil eden o, nerede ne yapılır, kim kiminle evlenebilir, ney nasıl yapılacak, kararlar onun elinden geçer. Siyasi güç onda, neyin doğru neyin yanlış olduğuna da o karar verir, hangi partiye oy verileceğine veya verilip verilmeyeceğine. Aile içinde kimin neyi yapıp yapamayacağına karar verir, izin alma mercii o, en yetkili kişi odur. Aileyi kuşatır, korur, kollar, herkesi gözetir, aslında iyi niyetlidir. Tüm bu otoritenin amacı da aslında aileyi korumaktır ama aileye ne kadar büyük zarar verdiğini kendisi göremez.
-
Güç zayıf görünen kişide; ailede bir kişiye yönelik aşırı hassasiyetten kaynaklanır. Herkes onun incinmesinden, üzülmesinden ya da hastalanmasından korkar. Bu bazen bir çocuk olur, o ağlamasın üzülmesin diye her ne isterse yapılır. Bazen ailedeki ruh sağlığı iyi olmayan, bazen fiziksel engelli, bazen de en kırılgan, alıngan kişidir. Bu kişinin siyasi veya ekonomik gücü yoktur ama diğerlerine küsmekle, hastalanmakla, üzülmekle tehdit eder. Açıkça tehdit etmese bile duruşuyla, yaptıklarıyla diğer aile fertlerini bir şekilde ekseninde döndürür. Oysa ne çocuklarımızı ne de anne babamızı mutlu etmek gibi bir sorumluluğumuz yok. Koşullar veya kendi sınırlarımızı koruma isteğimiz bazen birilerini mutsuz olmaya itebilir. Yapılabilecek en iyi şey ona mutsuzluğunda eşlik etmektir. Üzülmesin diye istediklerini vermek onu hayata karşı daha dayanıksız ve kırılgan yapacaktır.
-
Güç, otoritesini gizleyen kişide; kendini güçsüz ve dikkate alınmayan biri gibi gösterir. Sesini yükseltmez ama homurdanır, mırıldanır, şikayet eder, söylenir. Çok fedakârdır, hep diğerleri için yaşamıştır. Ne istediğini açıkça söylemez ama anlaşılmak ister. Hep kendi dediği olsun ister ama "hiç benim dediğim olmaz ki" diye şikayet eder. Kafa karıştırır ama bir şekilde diğer aile fertlerini kendi eksenine çeker. Ailede otorite figürü bir başkası gibi görünmektedir ama içten içe onu yöneten, manipüle eden diğer kişidir. İstediklerini dolaylı biçimde söyleyerek ya da şikayet ederek yaptırır.
İyi Geçinme Becerileri Kazanmak
Tüm bu olumsuz örneklerden sonra ilişkimizi nasıl geliştirebilir, nasıl birbiriyle iyi geçinen eşler olabiliriz sorusunu cevaplamaya çalışalım. Doğrusu bu konuda hemen herkesin kendi tecrübeleriyle keşfettiği veya kazandığı beceriler vardır. Burada temel olarak gördüğüm ve kazanılması halinde kişilere çok şey katacak bazı becerileri yazmak istedim.
-
Regüle edebilme:
Dışarıdan yüksek gelen elektrik akımını düzenleyerek içeriye uygun hâle getiren regülatör gibi, eşlerden biri yüksek bir enerjiyle (yoğun bir öfke veya aşırı üzüntü vs. ile) geldiğinde diğerinin onu sakinleştirebilmesidir. Herkes kendi yoğun duygusunu ortaya bırakırsa ortada sağlıklı bir iletişim kalmaz. Regüle etmek "sakin ol, abartma, öfkelenme" demek değildir. Regüle etmek, öncelikle onu yani duygusunu kabul etmektir. Sonra ayna gibi yansıtmak; yani anladığını göstermek ve sonra şefkat göstermektir. Şefkat gösterme biçimi kişilere göre değişse de; sarılmak, dokunmak, duygusunu gördüğünü söylemek, yanında olduğunu ifade etmek ve benzeri yaklaşımlar regüle etmeye yardımcı olacaktır. Tüm bu süreçte aktif olabilmek için kişinin önce kendisini regüle edebilme becerisi kazanmış olması ön şarttır. Çünkü ilişki, sadece birinin yüksek bir enerjiyle gelmesini kaldırabilir. İki kişi de büyük bir öfkeyle geldiğinde kimse birbirine yardımcı olamaz, aksine kişiler daha da çok zarar görür. Kendi kendini ve sonra bir diğerini regüle edebilme çok erken yaşlarda, daha bebekken kazanılan bir beceridir. Şayet bunu küçükken edinemediyseniz psikoterapi yardımı almak işleri kolaylaştıracaktır.
-
Sağlıklı sınırları koruyabilme:
Her insan kendisi olmak üzere eşsiz ve bütün olarak doğar. Ancak yaşadığı zorluklar, baskı ve müdahaleler, insanı tehlikelere açık hale getirir. Bu durumda kişi kendi sınırlarını koruyamaz. Çevreden gelen pek çok şeyi doğru ya da yanlış olarak ayıramaz, kötü olanı ya da istemediği durumları durduracak irade, güç ve istikrardan yoksundur. “Hayır” diyemez. Halbuki her insan kendisi olabilmeli, kendi iradesine sahip çıkabilmeli, kendisi için neyin iyi olup olmadığına karar verebilmeli. Bazen de bunun tam tersi biçimde, sınırlarını koruduğunu zannederek bir diğerinin alanını işgal edebilir. Esasında erdem olan fedakârlık, anlayış, hoşgörü içeren davranışlara hiç yaklaşmaz, bencildir ama kendini koruduğunu düşünür. Eşler arasında da bir sınır olmalı ve her bir eş kendisi için alan oluşturmalıdır ama bu, kişileri birlikte yaşama ahlakından uzaklaştırmamalıdır.
-
Kabul edebilme:
Kendimizle ilgili değiştirebileceğimiz şeyler olduğu gibi değiştiremeyeceğimiz şeyler de vardır. Örneğin geçmişimizdeki acı/üzücü olayları değiştiremeyiz ama etkilerini azaltabiliriz. Öfkemizi yok edemeyiz ama öfkemizin zarar vermesini engelleyebiliriz. Etrafımızdaki insanları, eşimizi çocuklarımızı değiştiremeyiz ama onlarla ilişkilerimizi değiştirmek bizim elimizde. Enerjimizi insanları değiştirmeye ayırmak yerine, olanı olduğu gibi kabul edip, değiştirebileceklerimize odaklanmak çok fayda sağlayacaktır. Yağmur yağmasını engelleyemem ama şemsiye kullanabilirim. Wilfred Peterson, Hititlere dayandırdığı bir şiirinde şöyle der:
"Allah'ım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret,
değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır,
ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ver."
İçinde bulunduğumuz yaşam çok hızlı, kafa karıştırıcı ve zorlayıcı olabiliyor. Bireyselleşmenin artması üstüne bir de pandemi eklenince insanlar ciddi yalnızlıklar yaşıyor, acılar çekiyor. Üstelik bundan kimsenin haberi bile olmuyor. Acıların da paylaşıldığı, insanların kendisi olabildiği, rol yapmaya ihtiyaç duymadığı, içten ve samimi bir aile ortamı kişileri pek çok kötülükten koruyacak ve gelecek nesiller için de umut olacaktır.