Kadın Olmanın Dayanılmaz Yüceliği
Yazar Nazlı Tutan • Psikolog • 19 Ocak 2018 • Yorumlar:
Kalıp değil bir fikir... Elmas sorguçlu fakir; Açıkta sırrı bakir; Kadın... Çölde kaçan bir serap; Yönü kementli mihrap... Madeni som ıstırap; Kadın... Dipsiz hasrete tuzak; En yakınken en uzak.... Tadı zehrinde erzak; Bir işaret, bir misal. Ayrılık remzi misal. Allah’a yol birtimsal Kadın… Necip Fazıl Kısakürek Kadın… Doğanın dengesi, olmazsa olmazı… Elmanın diğer yarısı. Kadın denince aklıma bunlar geliyor. Bir de Hazreti Muhammed’in “hadis-i şerifi”. Şöyle demiş peygamberimiz: “Cennet annelerin ayağının altıdadır.” Anneler de kadın olduğundan cennete erkeklerden daha yakın olduklarını düşünüyorum. Dişinin bu tartışmasız yüceliği insanlık tarihinin neredeyse başlarından beri hep ikincilleştirilmiş, hatta çoğu kez kimliksiz bir kılıfa sokulmuş. Bu, fizik gücüne dayalı erkek egemenliğinden kaynaklanıyor olmalı. Çünkü erkekte kadının bu mükemmel donanımı yok. Çetin ALTAN bu konudaki araştırmasını “Divanda Kadın” başlığıyla yapmış: “Sanırım erkekler arasında; bizim Osmanlı ozanları kadar, kadınlara ağız dolusu sövüp sayanı pek gelmemiştir. Fazıl Efendi, tüm dünya kadınlarını ayağa kaldıracak bir küstahlıkla yükleniyor kadınlara: Er olan bir ola mı kancık ile Anulur (bir tutulur mu) mu kaçi (keçi)kıvırcık ile Sümbülzade Vehbi Efendi de ünlü kadın düşmanlığıyla sorunu özetliyor: Ne açık göz o pür-efsunlardır Ne başı örtülü mel'unlardır. Neden bu kadar kızmışlardır kadınlara, bilinmez. Oysa geçen yüzyılın ortasına dek; Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısı dışındaki pazarda, neredeyse okkayla satılıyordu fakirler. İmam nikâhını kıyıp, şerbetleri içtikten sonra; ertesi sabah tepen attı da: “ - Testi boş” diye bağırdın mı; yeni gelin, pılısını pırtısını koltuğunun altına sıkıştırarak anasının evine dönüyordu. Ve sen, imam nikâhıyla bir tane daha alıp, ertesi sabah: “ - Testi boş” diye yine bağırabiliyordun. Yahut tutsak pazarına gidiyor, evire çevire her yanına bir iyi baktıktan sonra, beğendiğin bir tanesini alıp, getiriyordun eve. Bir süre sonra da; canın isterse, yine götürüp satıyordun pazarda. Üç beş kuruş üstüne vererek, bir yenisini alıyordun. Bizim Osmanlı edebiyatında, düzyazı geleneği olmadığı için; kimse tutsak pazarından alınmış anne, yahut ninelerinin anılarını yazmamıştır. Eski yüzyıllarda İstanbul'a gelmiş yabancılar yazmışlardır tutsak pazarlarını daha çok. Kadının bu ölçüde kişiliksiz olduğu bir toplumda; yine de ozanların onlara veryansın etmeleri, bilmiyoruz nedendir. Kadınların ise erkekler için söyledikleri hiçbir şey yok. Kendi kendilerine: “ - Allah iki gözünü kör etsin de, süründürsün inşallah” diye beddua etmekten başka... Osmanlı ozanlarının kadına karşı duydukları öfke, insanı şaşırtacak kadar acımasız ve derin. Oysa oyalı, oymalı nice nice aşk şiirleri yazanlar da yine onlardır. Anlaşılan: “ - Hem söverim hem döverim, hem de severim”diye bakmışlar kadına... Çağımızda dahi biraz böyle. Ama hiç değilse eleştiri ve veriştiri, sadece erkeğin tekelinde değil artık. Üstelik gitgide belki de; eskiye inat, sadece hanımların tekelinde olacak.” Aslında kendini üstün gören eril güç oldukça âcizdir dişinin karşısında; çünkü gönendiği tüm varlığını istese de istemese de onun desteğine borçludur. Bunun farkındadır veya değildir, ama fizik gücüyle donanmış yapılı bedeninin ego’su bu kavramı hep göz ardı etmiştir. Bedenî zafiyetine rağmen aslında erkekten çok daha güçlüdür kadın. Fıtri kabiliyetlerinden bahseden Duhamel, onların “erkeklerden daha çok hikmet sahibi olduklarını, ancak daha az bilip daha çok anladıklarını” söyler. Bilim, erkeğe göre ağrı eşiklerinin çok daha yüksek olduğunu saptamıştır onlarda. Hasletleri fazladır. Esneklikleriyle olumlu, doğurganlıklarıyla ve annelikleriyle kutsal; çekicilikleriyle de birer maşuka’dırlar. Tarihe şöyle bir bakarsak, Mustafa Kemal’in dışında ne kadar güçlü lider varsa, hemen hepsinin arkasında bir kadın olduğunu görürüz. Attila ve Cengiz ana erki toplumdan geldikleri için, hatunlarıyla olmalarına rağmen asıl güçlerini annelerinin desteğinden almışlardır. Napolyon’un arkasında Jozefin, Hitler’in arkasında Eva Braun, Arjantin’de devrim yaratan Juan Peron’un arkasında da Eva’yı görürüz. Viktor Hugo “Aşkın bir deniz, kadının o koca deryanın kıyısı olduğunu” söylemiş. Deniz keyfinizi yoğunluğunuzu atmak amacıyla karaya ayak basmakla sürdürüyorsunuz. Bir atasözümüz, “kadının zarf, erkeğin mazruf” olduğundan bahisle, zarfın erkeğin her olumsuz davranışını, her yanlışını massetmesi, kısaca onlara ters gelen her oluşumun “erkeklerin aflarına mağruren” yok edilişini anlatıyor. Mazruf’un“zarfın içine giren” anlamını taşıdığını söyleyelim bu arada. Naturalarındaki “geçim ehli olmak” gibi özelliklerinin yanında, Konfiçyüs’un tespitiyle “Her şeyi affederler, fakat asla unutmazlar.” Bir de bu yanları var kadınların. Atatürk’ün önderliğini yaptığı karanlığa karşı savaş, ölümünden sonra hedefine gidiyor görüntüsü altında yön değiştirmiş; ilkelerinin ışığı saptırılarak eskiye dönüş hızlandırılmıştır. Gün geçmiyor ki, kadına şiddet olayları yaşanmasın. Ülke insanımızın paydaş olduğu bu durumdan arınma şansının olup olmadığının hesabını yapmamız da mümkün görünmüyor. Olumluluk yelpazeleri çok geniş olan kadının savunma güçleri de o nispette fazladır, ancak gelişmişliği bizimki gibi ya da bizden aşağıda olan toplumlardaki kadınlar bunun farkında değiller. Zaten fark edenin de borusunu tıkıyorlar hemen. Halide Edip Adıvar’ın bu konudaki savı şöyle: “Kadınlar kendilerini sevenler için değil, onlara hükmedenler için can verirler.” Bunun “feodal yapının” bir parçası olduğunu görüyoruz. Yaradılışı itibarıyla onu kalıba sokmak çok zordur; meğer kendi isteye… Aksi halde kabullenmiş gibi göründüğü kuralları tersine çevirir. Alexandre Dumas’nın da şöyle bir tespiti var: “Kadınlar sevmedikleri adama hiç acımazlar” Arkaik çağ düşünürlerinden Publius Syrus da “Bir kadın ya sever ya nefret eder; ortası yoktur.”sözüyle tamamlıyor Dumas’yı. Bir başka yönleri de sevecen, yakınsak ve özverili oluşlarıdır. “Kadın kocasının delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, ihtiyarlıkta da hastabakıcısıdır.” Diyor Francis Bacon ve ekliyor: “Kadın, içinde ne kadar çok kadın barındırırsa o kadar çok sevilir.” Yani o “sevgili,arkadaş, anne, ev kadını, aşçı, hizmetçi ve sair unsurları” bünyesinde tutabildiğince çok sevilir. Çünkü bunlar erkekte bulunmayan vasıflardır. “Kişiye imandan sonra verilen şeylerin en hayırlısı ‘saliha’ kadındır”diyor Hazreti Ömer. Saliha’nın elverişli iyi, uygun anlamlarını taşıdığını belirtelim. Mozart’ın bestesi “Bütün Kadınlar Böyle Yapar” Operasının librettosu da ilginç. Sanırız yazarının kadınlardan beklediği ilgi sürekli tavsiye olunca umutlarını yitirmesine sebep olmuş. Bir bölümünde şu dizeler var: “Her kim ki kadın kalbinden sadakat bekler; O denizi sabanla sürer, Kuma tohum atar, Rüzgârı ağla yakalamak ister” Bu davranışı umduğu kişiyi bulamamasından kaynaklanıyor olabilir; güçlü üreme içgüdüsü belki de mükemmeli beklemesi gerektiğini söylüyor… İspanyol filozof José Ortega Gasset de kadının bir erkekle yakalayabileceği duygusal hazzı şöyle dile getirmiş: “Bir kadının sevgisi, tutkulu kadının yaptığı gibi, içindeki varlığı ilahi bir biçimde teslim etmesi, belki de ussallıkla ulaşılamayacak tek şeydir. Dişi zihninin çekirdeği; kadın ne kadar zeki olursa olsun, us dışı bir güçle yüklüdür. Erkek ussal bir yaratıksa, dişi us dışı yaratıktır. İşte bizim bir kadında bulduğumuz en yüce mutluluk budur.” Lord Byronda bir saplama yapmış kadınlarla ilgili: “Kadınlar hakkında feci olan şey, neonlarla ne de onlarsız yaşanabilmesidir” diyor. Bizce de öyle. Baştan da belirttiğimiz gibi, elmanın diğer yarısıdır kadın. Gazeteci yazar Pakize Hanım da (Pakize Suda) kadınları anlamaya çalıştığını söyleyen bir erkeği şöyle cevaplıyor: “ -Hamamböceğini takip edeceksin! Hamamböceği hızla bir istikamete doğru yol alırken, hiç bir engelle karşılaşmamasına rağmen aniden durur ve bambaşka bir yöne doğru koşmaya başlar." Bunun nedenini çözdün mü, kadınları anladın demektir.” Bu da bir kadın yazarın kadınların anlaşılırlıkları hakkındaki fikri. Geçmişe döndüğümüzde erkek egemen yaşantıya baş kaldıran kadınları da görüyoruz.Bunlardan biri kalemiyle savaş veren Aurora Dupin, müstear adıyla George Sand. Küçük yaşından itibaren babaannesi tarafından yetiştirilen, yaşamını bir süre de manastırda geçiren Aurora erkek egemen ağırlıklı evliliğe ancak bir yıl dayanabilmiş; benliğindeki güçle yaşamını yazar olarak kazanma çabasıyla birçok zorluğu yenerek seçkin bir edebiyatçı olmuştur. Balzac, Flaubert, Musset ve Alexandre Dumas gibi edebiyat tarihinin devlerinden takdir ve destek görmesine ve: “Bir erkeğin kişilik özelliklerinin tümüne sahip olduğunu”nun söylenmesine rağmen, “Bu şerefin erkeklere ait olduğunu” beyanla onu “Academie Française'e” kabul etmezler. Bu olumsuz kavram,yine sahne almıştır. Ama o aldırmaz. Diri kişiliğinin gücüyle bunun önemsiz olduğunu vurgular. Rus yazar İvan Turgenyev’e yazdığı mektupta şöyle der Flaubert: “Gömüldüğünde bir çocuk gibi ağladım. Bu çok değerli insanın içinde ne denli müthiş bir kadınlık duygusu ve bu dehanın içinde ne müthiş bir şevkat olduğunu bilmek için onu, benim tanıdığım gibi tanımak gerekir.” İşte Aurora Dupin… Erkek egemenliğinin yıldıramadığı büyük bir kadın! Diğeri de silahıyla savaş vermiş, Martha Jane Canary. Toplum ona Calamity Jane adını yakıştırmış. Bunun ağzı pis, erkek tarzında viski içip tütün çiğneyen biri; ama mert… ama haksızlığa, hele de toplumsal ikiyüzlülüğe karşı. Silahı da çok güçlü.Bu arada Calamity’nin bela ve pislik anlamına geldiğini hatırlatalım. Geçmiş bu tip kadınlarla dolu. Haydi, gelin de bir erkek olarak takdir etmeyin onları! Yazıyı bir düşünürün tümceleriyle tamamlayalım: “Hayatınız, seçtiğiniz kadındır… Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz, bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz artar. Hayat kat kattır. Babil’in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir başka terasa sizi o kadın götürür. Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat,yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır… Hayatınız, seçtiğiniz kadındır.” Zaman zaman akıl erdiremediğim, kimi zaman da ufuklarına ulaşamadığım tüm kadınlara saygılarımı sunuyorum buradan. Gönüllerince kaçamak bakışlar, ilk dokunuşlar, zıplatan yürek çarpıntıları, uyur-uyanık tatlı hayaller yaşasınlar… Kısaca hepsine aşk diliyorum.