Kaygı Bozukluğu
Yazar Gonca Küçüktetik • 10 Şubat 2017 • Yorumlar:
Kaygı bozukluğu, İngilizcesi anksiyete olarak bilinen, kişinin yoğun olarak her an kötü
bir şey olacakmış hissini yaşaması, kötü bir şey olacağını, hastalanacağını, kaza geçireceğini
ve ya yakınlarının hastalanacağı, yakınlarına bir şey olacağı gibi olumsuz endişeleri yoğun ve
sürekli olarak yaşamasıdır.
Kaygı zaman zaman hepimizin yaşadığı, zaman zaman bizim için bir uyarı ve ya
teşvik edici bir his olmakla beraber, eğer bu kaygı düzeyi günlük yaşantımızı devam
ettirmemize engel oluyorsa ve kronikleşmiş bir haldeyse o zaman hastalık tanısı alacak
duruma gelmiştir.
Bu hastalığı yaşayan bir kişi sürekli bir endişe halindedir. Bu durum vücudunun
“savaş ya da kaç” refleksinin aktifleşmesine sebep olur. Bu nedenle de kişinin otonom sinir
sistemi aktifleşerek; sanki tehdit içeren bir durumla karşı karşıya kalmış gibi bedensel tepkiler
vermeye başlar. Örneğin, kalp atışlarının hızlanması, nefes alıp vermenin hızlanması gibi
tepkilerle gözlemlenebilir. Kişi bunları titreme, huzursuzluk, kas gerginlği, nefes darlığı,
çarpıntı hissi, ellerde, ayaklarda üşüme ve uyuşma, ağız kuruması, bulantı olarak
algılamaktadır. Bu belirtileri hissetmeye başlayan bir kişideki kaygı düzeyi daha da artmaya
başlar, korku ve panik duyguları da aktifleşerek bir kısır döngü başlar.
Beyin ve beden beraber çalışmaktadır ve yukarıdaki örnekte olduğu gibi kaygı
bozukluğu sendromu da buna iyi bir örnektir. Bu sıkıntılarla doktora ve ya psikoloğa
başvuran kişilere hastalık ve detayları çok iyi ve net anlayacakları bir dilde anlatılmalıdır.
Kendi deneyimlerimden de eklersem; çoğu kişiyi hastalık hakkında bilgilendirdikten sonra
rahatladıklarını ve daha umutlu bir şekilde tedaviye devam ettiklerini görmekteyim.
Belirsizlik de bir kaygı kaynağı olabilir. Fakat hastalarımıza bunun fiziksel değil psikolojik
kaynaklı olduğunu anlatmamız gereklidir ve tedavinin mümkün olduğunu belirtmemiz
gerekir.
Tedavi için ilaç ve psikoterapi önerilmektedir. Tekrar belirtmekte yarar var diye
düşünüyorum; toplumun ilaçlarla ilgili uyuşturur, bağımlılık yapar gibi yanlış algılar sıkça
bizim de kulağımıza gelmektedir. Doktorunuza güvenin ve endişelerinizi kendisine danışın.
Onlar size yardım etmek için varlar, sizi uyuşturup bağımlı bir hale getirmek için değil.
İlaç tedavisinin yanı sıra genelde bilişsel ve davranışçı terapi yöntemi ile de tedavi
mümkündür. İlaç şart değil ama rahatsızlığın derecesine bağlı olmakla beraber, bir doktor
kontrolü ve önerisiyle kullanılmalıdır. Kaygı bozukluğu ve özellikle panik atak için kullanılan
en bilindik tedavi yöntemi Bilişsel ve Davranışçı terapi teknikleridir. Hastanın abartılı ve
sağlıksız düşünceleri üzerinde odaklanır. Bu olumsuz düşünceler yerine daha olumlu ve
sağlıklı düşünce biçimleri ile değiştirerek, kişilere bir takım davranışçı ödevlerle bu hastalıkla
başetme yetisini geliştirmeyi amaçlar. Tabi bu yöntem dışında bir çok diğer yöntem uzmanın
çalışma alanlarına göre farklılık gösterebilir.
Fakat tekrar belirtmek isterim ki hekimler, psikologlar size yardımcı olmak için varlar ama
bütün sorumluğu onlara atarak “beni tedavi et” gibi bir inanç doğru değildir. Kişinin
hastalıkla mücadelede aktif olması ve kendini motive edebilmesi gerekir.