KAYGILI ANNELER VE ÇOCUKLARI

Yazar Özlem SürücüPsikolog • 14 Kasım 2017 • Yorumlar:

Neden “kaygılı anne” konusunu işlemek istediniz? Kaygısız anne var mıdır? Ya da şöyle ifade edersek, “Kaygı tüm annelerin yaşadığı bir duygu değil midir?”

Çok yerinde bir soru. Haklısınız, her anne çocuğunu yetiştirirken hatta anne olmaya karar verdiği andan itibaren daha önce hiç düşünmediği şeyleri düşünmeye ve endişelenmeye başlar. Bir anne için çocuğunun her yaş döneminde endişelenilecek bir şeyler vardır mutlaka. Hamileyken bebeğim sağlıklı olacak mı? Bebekken sütüm yetiyor mu? Yeterince uyuyor mu? Neden ağlıyor? Biraz büyüdüğünde büyüme ve gelişme gündeme oturur, emekleme, yürüme, konuşma, tuvalet eğitimi, erken mi oldu, geç mi kaldık? Okulla birlikte başarı kaygısı ön plana çıkar. Tüm bunlara sağlıkla ilgili endişeler eşlik eder. Yeterli besleniyor mu, üşütür mü, hasta olur mu? düşer, yaralanır, kaza geçirir mi? Tabi en temel annelik kaygısını da unutmamak gerekir: “Yeterince iyi bir anne miyim?”

 

Peki tüm bunları düşünmemek ya da kaygılanmamak mümkün mü? Kaygının bir işlevi yok mu?

Kaygı en temel duygularımızdan birisidir ve çok önemli bir işlevi vardır: Korunmak. Kaygı, insan neslinin çağlar boyunca devam edebilmesini sağlamıştır. Bir annenin de çocuğu için endişelenmesi son derece doğal ve gereklidir. Kaygı, annenin çocuğuna bakım verirken daha dikkatli, daha özenli olmasına yardım eder. İnsan yavrusu büyürken bakım ve özen gerektiren en narin canlıdır.

 

O zaman belirli düzeyde kaygı normal, hatta gereklidir diyorsunuz. Peki kaygı düzeyinin normal mi fazla mı olduğunu nereden bileceğiz? Örneğin ben fazla kaygılı bir anne miyim sizce?

Bu soruyu en fazla kaygılı annelerden duyuyorum ☺ Kaygının ne kadarının yeterli, ne kadarının fazla olduğunu kolayca söyleyebilmek pek de mümkün değil. Sonuçta domates değil ki bu kiloyla ölçüp biçelim. Kaygının fazlalığını ancak anneye ve dolayısıyla da çocuğa verdiği olumsuz etkilerle gözlemleyebiliriz.

 

Dilerseniz fazla kaygılı bir annenin neler yaşayabileceğine bir bakalım:

Kaygılı bir anne uyku sorunu yaşayan bir annedir. Hemen her gece yatakta çocuğuyla ilgili düşüncelerle boğuşur. Sağlığı yerinde mi? Boyu uzuyor mu? Neden sık hastalanıyor? Doğru besleniyor mu? Yarın ne yedirsem? Yeterli bir anne miyim? Ardı arkasına gelen bu düşünceleri bir türlü durduramadığı için, sakinleşip, uykuya damayı başaramaz. Sabah perişan ve kötü bir halde uyanır. Gün içinde çocuğun attığı her adımı bilmek, kontrol etmek ister. Zihninden sürekli onun başına gelebilecek kötü şeylerle ilgili senaryolar geçer. Örneğin çocuğunda ciddi bir rahatsızlık olacağından endişelenip sürekli hastalıklarla ilgili belirtileri araştırıp, sık sık doktorlara gidip ve testler yaptırır. Hatta bir doktora güvenemeyip başka doktorlardan da teyit almadan içi rahat etmez. Ya da başka bir kaygılı anne çocuğuyla ilgili kaza geçirme, kaçırılma senaryoları yazar ve onu gözünün önünden ayıramaz. Kimseye emanet edemez, çocuğuna sürekli koşma, terleme, dikkatli ol uyarıları yapar.

 

Kaygılıyken vücudunuzda sizi alarma geçiren stres hormonları salgılanır. Bu hormonların kanda sürekli yüksek düzeyde kalması fiziksel sağlığı bozar. Aşırı kaygılı anneler bu nedenle çeşitli sağlık sorunları yaşarlar. Sürekli gergin olan kaslar, fibromyalji dediğimiz boyun, eklem sertliklerine neden olur. Yeme düzenleri bozulabilir, aşırı yeme ya da iştah ve kilo kaybı, mide şikayetleri, tansiyon sorunları yaşayabilirler. Gergin, sabırsız ve sinirlidirler. Dalgınlık, unutkanlık, odaklanamama gibi nedenlerle iş performansları da düşer.

 

Özetle, bir anne çocukları hakkında zihninden sürekli felaket senaryoları yazıyorsa, yukarıda söz ettiğimiz fiziksel şikayetleri varsa, yorgunluk, bıkkınlık, tükenmişlik yaşıyorsa ve günlük yaşamında işlev kayıpları oluyorsa aşırı kaygılı bir anne olma olasılığı çok yüksektir. Böyle bir annenin ilk yapması gereken şey kendi kaygı sorununu çözmek için bir uzmandan yardım almaya başvurmak olmalıdır. Bu öneriyi getirdiğimde annelerden en sık duyduğum yanıt önce çocuğum düzelsin, ben bekleyebilirim oluyor. Ancak annenin kaygısı çözümlenmeden çocuğa yardımcı olabilmesi mümkün değildir.

 

Peki fazla kaygılı bir anneye sahip olmak çocuğu nasıl etkiler?

Aşırı kaygılı bir annenin çocuğu sürekli uyarılar, tembihlerle büyür. “Aman dikkat et, düşersin, canın yanar, hasta olursun.” Kendi başına adım atmasına izin verilmez, yaşıtları sokakta oyun oynarken O ya evdedir ya da annesi de sokakta onun yanıbaşındadır. Bu şekilde büyüyen çocuğun annesinden aldığı mesaj şudur : “Hayat tehlikelerle dolu, her an başına bir şey gelebilir, sadece benim yanımda güvendesin.” Bu tutum çocuğun da kaygılı bir çocuk olması için en verimli zemindir.

 

Kaygılı annelerde sıkça gördüğümüz diğer bir sorun da çocuklarının ağlama, korkma gibi olağan duygusal tepkilerini sakince karşılayamamalarıdır. Bir çocuğun mutsuz olmasına, ağlamasına dayanmak herkes için zordur. Ancak kaygılı anneler için ağlayan çocuk sesi panik düğmesi gibidir. Yürürken takılıp düşen ya da bir şeyden korkup, ağlayan çocuğun yanına panik halinde koşup, durumu kontrol altına almak ve bir an önce çocuğu susturmak isterler. Annenin yüzündeki endişeyi gören çocuk “ başıma çok kötü bir şey geldi herhalde” diye düşünür ve daha beter korkar. Yine benzer nedenlerle kaygılı anneler çocuklarına net olarak kural sınır koyamazlar. Oyuncağı kırıldığı için ağlayan çocuğu bir an önce susturmak için “Üzülme yenisini alırız” der ya da dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışır. Çocuk başarılı bir şekilde sakinleştirilmiş olur. Çocuğa o andaki duygusunu unutturmak, anneyi ve çocuğu geçici olarak rahatlatır ama çocuğa uzun vadede bir şey kazandırmaz. Aksine engellerle karşılaştığında buna dayanabilme, zorluklarla mücadele edebilme becerisinin gelişmesi engellenmiş olur. Çocukken hiç hayal kırıklığı, stres yaşamamış, hiç ağlatılmamış, pamuklar içinde büyütülmüş bir çocuk, en ufak sorunda pes eder ya da başkalarından çözüm bekler. Çocukların duygularını yönetebilmeyi öğrenebilmeleri için korku, kaygı, üzüntü hatta öfke gibi tüm duyguları yaşamalarına izin verilmesi gerekir.

 

Kaygı çocuklar için de doğal ve yaşanması gereken bir duygu ise, aşırı kaygılı çocukları nasıl ayırt edebiliriz? Biraz da aşırı kaygılı çocukların özelliklerinden söz eder misiniz?

Kaygı düzeyi yüksek olan çocuklar ev dışındaki ortamlarda genellikle saygılı, efendi, sorumluluklarını bilen, yerine getiren, kurallara uyan, titiz bazen de mükemmeliyetçi bir yapıya sahip olurlar. Bazıları anne babadan uzak oldukları zamanlarda onların başına kötü bir şey gelebileceğinden endişelenirler. Bu nedenle sık sık anne babayı telefonla arayıp, seslerini duyup rahatlama gereksinimi duyarlar. Başarısızlık, eleştirilme, beğenilmeme, ceza alma korkuları da bu yapıdaki çocuklarda görülen diğer bir kaygı konusudur. Örneğin basket oynamayı seven bir danışanım maçlarda basket atamam korkusuyla adeta toptan kaçıyor, eline gelen toplarla basket atmayı denemek yerine başkasına pas vermeyi tercih ediyordu. Bu yıl artık istemediğini, çok yorulduğunu söyleyerek basket antremanlarını bırakmıştı. Başarısız olma korkusu sınıfta da kendini ortaya koymasına engel oluyor, bildiği konularda bile ya yanlışsa diye düşünerek parmak kaldırmıyordu. Yazılı ya da sözlü sınavlarda gergin oluyor, bildiklerini hatırlayamıyor, elleri terliyor ve sınavları kötü geçiyordu. Aşırı kaygının yaşama diğer bir yansıması da sosyal kaygılardır. Çekingenlik, yeni ortamlara, değişik sosyal çevrelere girmek istememe, akran gruplarına dahil olamama bu çocukların sosyal yaşamlarını etkiler. Karanlık korkusu, hayvanlardan korkma, asansöre binememe gibi özgül fobiler de kaygı bozuklarındandır.

 

Burada tekrar vurgulamak gerekirse, kaygı, sağlıklı bireylerde var olan ve koruyucu ve uyumsal bir işlevi olan normal bir duygudur. Kaygı bozuklukları ise belirgin sıkıntı ve işlev kaybına neden olan korku ya da endişeyle kendini gösterir. Çocukluktan erişkinliğe geçiş döneminde normal kaygılarla ile patolojik kaygıları ayırmak güçtür. Bu noktada bakılması gereken en önemli nokta kaygının kaçınmaya ve işlev bozukluğuna neden olup olmadığı ve sürekliliğidir.

 

Kaygılı çocuklar ev ortamında nasıldırlar?

Ev dışında kurallara uyan, sakin, efendi olarak tanımlanan bu çocuklar ev ortamında daha farklı bir tablo çizerler. Anne babayla ilişkilerinde ısrarcı, talepkar hatta öfkelidirler. Kendi başlarına yapabilecekleri işler için bile yardım, destek beklerler. Kaygılı oldukları konularda sık sık bir şey olur mu? ya da bir şey olmaz değil mi? şeklinde sorularla rahatlatılmayı beklerler. Yoğun soru cevap trafiği anne babayı bunaltır, tüketir. Kaygılı olan çocukların, kaygılı anneleriyle çok iç içe geçmiş, yapışık ama çatışmalı bir ilişkileri vardır. Annelerinin endişeli, her an kontrol eden, uyaran tutumuna karşı zaman içinde isyan ve öfke duymaya başlarlar. Bazen de işler tersine döner, çocuklar kaygılı olan annelerini rahatlatma, sakinleştirme çabalarına girerler. Ama bu da çocuğu tüketen bir çabadır ve yine içten içe öfke doğurur. Her ne nedenle olursa olsun annesine öfke duyan çocuk aynı zamanda bundan suçluluk da duyar ve öfkesini bastırmaya çalışır.

 

Peki kaygı genetik midir? Anne baba kaygılı insanlarsa çocuğun da kaygılı olmasının sebebi genler midir?

Kaygı bozuklukları sıklıkla kalıtımsal bir geçiş gösterir. Anne ya da babada kaygı sorunları varsa çocukta da kaygı ile ilgili sorunlar olma olasılığı yüksektir. Ailesel geçişin yanısıra aile üyelerinin birbirlerine karşı aşırı korumacı tutumu da çocuklara dünyanın tehlikleli ve güvenilmez olduğu mesajını vererek var olan korkuların pekişmesine neden olur. Anne babalar istemeden de olsa kendi düşünme tarzlarını, değerlerini, olaylara yaklaşım biçimlerini, korkularını, endişelerini çocuklarına yansıtırlar. Çocuklar zamanla anne babalarına benzerler. Bu nedenlerle tedavide ailenin de ele alınması çok önemlidir.

 

Çocuklarda Kaygı bozuklukları nasıl tedavi ediliyor?

Çocuklukta kaygı bozuklukları bireysel olarak uygulanan bilişsel davranışçı terapi ve aile eğitimi ile etkin biçimde tedavi edilebilmektedir. Anne ya da babada da kaygı sorunları varsa onların da kendileri için bireysel yardım almaları gereklidir. Çok yoğun ve belirgin işlev bozukluğuna neden olan ve uygun terapötik yaklaşımlarla çözümlenemeyen kaygı bozukluklarında ilaç tedavisinden de yardım alınabilmektedir.

 

Sonuç olarak kaygı bozuklukları oldukça sık görülen ve tedavisi mümkün olan rahatsızlıklardandır. Günümüzde her on çocuktan biri bir ya da birden fazla kaygı bozukluğu ile mücadele ediyor. Bu nedenle, dikkat edilmesi gereken diğer bir önemli konu da kaygı bozukluklarının oluşmasının önlemesidir. Önlemek, ortaya çıktıktan sonra tedavi etmeye çalışmaktan çok daha kolaydır. Ailesinde kaygı bozukluğu olan ve mizaç olarak kaygılı olan çocuklar yaşamlarının bir döneminde kaygı bozukluğu geliştirmeye adaydırlar. Bu çocuklar uygun biçimde ele alınırlarsa kaygı bozukluğu oluşma riskinin azaltılması mümkündür. Bu konuda aileler bilinçlendirilirlerse ruhsal bozukluklar oluşmadan da bizlere başvurup neler yapabilecekleri konusunda bilgi alabilirler.

 

Kaygı bozukluklarının önlenmesi için aileler neler yapabilirler?

Hepimizin sahip olduğu, işlevsel düzeyde olan kaygının, kişinin yaşamını kısıtlayan ve günlük işlevlerini bozan bir kaygı bozukluğuna dönüşmesini önlemek için yapılabilecekler iki ana başlık altında toplanabilir. İlki günlük yaşamda yapılacak düzenlemeler ve ikincisi de dayanıklılık kavramıdır.

 

Günlük yaşamda yapılabilecek düzenlemeler:

  • Gevşeme, meditasyon, farkındalık egzersizleri yapmak.

  • Düzenli egzersiz yapmak.

  • Düzenli ve yeterli uyku.

  • Dengeli beslenme.

  • Doğayla daha yakın temas içinde olmak.

 

Günümüzde insanlar yoğun, telaşlı ve stresli bir yaşamda rahatlayabilmek için günün sonunda televizyon karşısında uzanmayı, sosyal medya paylaşımlarını ya da alkol, sigara gibi maddeleri kullanıyor. Oysa bunlar stresin olumsuz etkilerini o an için azaltmış gibi görünsede uzun vadede çok az işe yarar. Stresle etkili biçimde baş edebilmek için vücudun doğal gevşeme yanıtını etkinleştirmek gerekir. Bu da, gevşeme, nefes, farkındalık egzersizleriyle ya da düzenli yürüyüş benzeri egzersizlerle gerçekleştirilebillir. Düzenli olarak günde 20-30 dakikalık bu egzersizleri yaşamın içine yerleştirmek stresle mücadele ederken daha dayanıklı, daha enerjik ve daha olumlu kalmaya yardımcı olur.

Yaşamlarımızda stres yaratan durumlarla farklı bir ilişki kurmanın bir yolu olan farkındalık (Mindfulness) egzersizleri bu amaçla giderek daha yaygın biçimde kullanılmaya başladı. Farkındalık konusunda daha fazla bilgi edinmek, hatta egzersizleri öğrenebilmek için faydalanabileceğiniz pek çok kaynak var.

 

Farkındalık egzersizleri sadece anne babalar için değil, çocukların da yararlanabileceği egzersizler. Artık çocuklara da farkındalık egzersizlerini öğretilebiliyor ve onların da stres ve kaygıyla baş edebilme becerilerini geliştirebiliyoruz.

 

Kaygı bozukluklarının önlenebilmesi için gerekli olan diğer bir ana başlık dayanıklık kavramıydı. Dayanıklılık nedir? Dayanıklılık olası kaygı bozukluklarını önler mi?

Dayanıklılık (İngilizce’de resilience, Türkçe’de rezilyans olarak kullanılıyor) zorluklar karşısında yıkılmadan ayakta kalabilme, mücadele edebilme, olumsuz koşullar ortadan kalktığında da tekrar eski haline dönebilme becerisidir. Bir anlamda ruhun bağışıklık sistemidir. Artık kabul etmemiz gereken bir gerçek varsa o da travmalarla dolu bir çağda yaşıyor olduğumuzdur. Savaşlar, terör olayları, kazalar her an yanıbaşımızdalar. Travmaları önleyemiyorsak, bir çocuğa kazandırabileceğimiz en önemli beceri dayanıklılıktır. Dayanıklılığı olan kişiler zorlu yaşam olaylarını kendilerini geliştiren, yeni beceriler kazandıran bir fırsat, bir basamak olarak görebilirler. Genetik olarak kaygıya yatkın olan ve dayanıklılığı olmayan bireylerde çeşitli zorlu yaşam olayları sonucunda kaygı düzeyi artar ve kaygı bozuklukları oluşur. Bu nedenle dayanıklılık kaygı bozukluklarının önlenmesinde, özellikle de genetik olarak risk taşıyan bireylerde çok önemli bir kavramdır.

 

O zaman, son soru: Nasıl daha dayanıklı çocuklar yetiştirebiliriz?

İşte konunun en önemli noktası da bu. Aslında bu konu burada kısaca özetlenemeyecek kadar kapsamlı ve her anne babanın üzerinde düşünmesi ve çalışması gereken bir konu. Genel olarak çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimizle doğrudan ilgili. Önce eleştirel biçimde gözlemlerini söyleyeyim. Günümüzde çocuklara eskisinden çok daha fazla olanak sunuyor ama onlarla gerçek bir iletişim kurmaya çok daha az zaman ayırıyoruz. Çocuklarımızın özgüvenlerini övgüyle arttırmaya çalışırken disiplin konusunda aşırı hoşgörülüyüz. Çok az sorumluluk veriyoruz. Onlar için olumsuzluklardan uzak, mutlu, masalsı bir dünya kurmaya çalışırken, stresin ve zorlukların insan yaşamının bir parçası olduğunu öğretemiyoruz. Önlerindeki her engeli kaldırarak, hayal kırıklıklarıyla baş edebilme, zorluklarla mücadele edebilme becerilerini öğrenme şansından yoksun bırakıyoruz. Bu yaklaşımla yetişen çocuklar maalesef dayanıklı birer birey olamıyorlar.

 

  • Hayatın hem keyifli hem de zorlu yanlarıyla geçinebilmeyi öğretmek. Örneğin çocuk canı sıkıldığında buna dayanabilmeyi ya da kendi başına bununla baş edebilmeyi öğrenmelidir. Hemen onu eğlendirecek, oyalayacak bir şeyler sunulmamalı. Hatta çocuğa canının sıkılacağı zamanlar bırakılmalı. Oyuncağı kırıldığı için ağlayan çocuğa “Bunun için ağlamaya değmez, boşver, yenisini alırız, onarırız” gibi teselli cümleleri yerine, “Üzülmekte haklısın, insan bir eşyası zarar gördüğünde üzülür.” Deyip herhangi bir çözüm önermeden, bir süre ağlamasına izin verlmelidir. Daha sonra çocuk sorarsa birlikte çözüm üretilebilir.

  • Çocukların karşı karşıya kaldıkları sorunlara hemen çözümler üretmemek. Anne babanın bir sorun karşısında geri çekilip çocuğa sorunu tanımlayıp çözmesi için zaman vermesi çocuğun empati, problem çözme, yaratıcılık, azim, sebat ve sabır gibi önemli becerileri öğrenmelerine fırsat sağlar. Bu sorunu çözmek için ne yapabilirsin?” şeklinde sorularla çözüm üretebilmesi için yönlendirebilir, ardından, “Şu ana kadar neler denedin? Hangisi işe yaradı, hangisi yaramadı?” soruları gelebilir. Bu yaklaşım çocukların çözüme ulaşmaları için bir ortam hazırlar

  • Çocuk zor bir durumdan söz ettiğinde ilgiyle ama sakin ve sessiz biçimde dinleyebilmek. Kendisini gerçekten anlamaya çalışarak dinleyebilen bir anne ve babanın varlığı dayanıklılık kazanmadaki önemli etmenlerden birisidir.

  • Durumlar karşısında gerçekçi ve olumlu düşünme konusunda model olmak.

  • Duyguları iyi kötü diye sınıflandırmamak. Korku, üzüntü, öfke, neşe gibi tüm duyguları yaşamak ve uygun biçimde ifade etmek konusunda model olmak.

  • Sorumluluk almayı ve sorumlulukları yerine getirmeyi öğretmek. Sadece günlük yaşamdaki rutin işler konusunda değil, davranışlarının, hatalarının sorumluluğunu da almayı öğrenmeleri önemlidir.

Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Yazar

Özlem Sürücü Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzm. Dr.

Randevu al Profili görüntüleyin

Yorumlar: (0)