Kelimeler Öldürmez!
Yazar Hande Çelik Mehmetoğlu • Aile Danışmanı • 23 Eylül 2021 • Yorumlar:
Freud, ruhsal yapıyı; id, ego, süperego olmak üzere üç bileşenle tanımlar:
“İd’” isteklerimizden sorumludur. İsteklerimizi dile getirmek “id”in görevidir. “İd”i kontrol etmenin dinimizdeki karşılığı ‘”nefs”i kontrol’ etmektir. Gerek keyif veren, gerekse zarar verici duygularımızın doğurduğu istekleri bize fısıldayan; aceleci davranan; hemen her istediğimiz olsun diye bizi sıkıştıran; zaman, mekan, sınır tanımayan isteklerimizin sözcüsü, sesi olan “id”imizdir.
Gazetelerin üçüncü sayfalarında yüzleştiğimiz tecavüzlerin, cinayetlerin, kavgaların, ağır yaralamaların nedeni olanlar; “id”lerini kontrol edemeyen, yani “id”lerinin kontrolünde davranmış kişilerdir.
İçimize yerleşmiş, bize sürekli yanlışları hatırlatan, istediğimiz şeyi yaptığımızda bize kızan, parmak sallayan, suçluluk hissetmemize neden olan, “başkaları ne der?” diye bizi isteklerimizden vazgeçiren, sürekli ulaşılamayacak hedefler koyup bir türlü mutlu olamayan, daha çok çalışmamıza neden olan, hep daha fazlasını bizden isteyen, küçücük bir hatamızda bizi eleştirip cezalandıran, bedel ödemek zorunda bırakan, başkaları ile kıyaslayan, içimize yerleşmiş olan anne babamızın sesi, toplumun değer yargıları, din korkuları ise ruhsal yapımızın “süperego” tarafıdır. İstediğimiz birşeyi yaptığımızda ortaya çıkan suçluluk duygusun nedeni yargılayıcı süperegomuzdur.
Hem “id”in isteklerini bekletme gücünde olan, hem de “süperego”nun zalim, yargılayıcı tarafını susturtup, kendine eziyet etmesine izin vermeyen ise “ego”dur. “Ego”, “id” ve “süperego” ile başetmeye, kendini var etmeye çalışırken; doğumdan itibaren “savunma mekanizmaları” kullanır. İlk yıllarda “ilkel savunmalar” kullanırken, ruhsal yapımız ve “ego”muz güçlendikçe “olgun savunmalar” kullanmaya başlarız.
“Ego”nun gücü, dört bileşene bakarak değerlendirilir;
1) Kullandığı savunmalar, 2) Engellenme toleransı, 3) Dürtü kontrolü, 4) Sınırlar (“ego yapılanması” daha sonraki yazılarda detaylandırılacaktır).
“Ego”nun kullandığı onlarca sayıda savunma mekanizması tanımlanmıştır.
Nörobiyolojinin kurucularından Allan Schore, nörobiyolojik olarak üç temel savunma düzeneği olduğunu savunur; BÖLME (“splitting”), BASTIRMA (“represyon”), KOPMA (“dissosiasyon”).
BÖLME (“splitting”); gelişimsel nörobiyolojik bir duraklamadır. Sempatik ve parasempatik bağların, sağ beyin ile sol beynin, yani yaşantısal beyin ile mantıksal beynin entegrasyonunun sağlanamadığı durumu tanımlar -ki bu durumun klinik karşılığı, “kişilik bozuklukları”dır-. Dinamik anlamda ise, preödipal dönemde kalmış olan gelişimsel duraklama olarak tanımlanabilir (preödipal dönem, ödipal dönem ve bunlara karşılık gelen kişilik özellikleri daha sonraki yazılarda detaylandırılacaktır).
Bebekler, 2,5 yaşına kadar nörobiyolojik olarak sempatik sistem ile parasempatik sistemi birleştirme kabiliyetine sahip olmadığından, gelişimsel bir “bölme”nin etkisi altındadırlar. Devam eden olgunlaşma ile 2, 2.5, 3 yaşından sonra “bölme”yi ortadan kaldıran birleştirme kapasitesi gelişir ki; bu sayede triangüler yapıya, yani üçlü ilişkiye ya da diğer bir deyişle ödipal döneme geçilmiş olunur.Bu dönemde, bölmenin entegre olması ile birlikte savunma mekanizması olarak da bir üst savunma kullanılmaya başlanır.
Eğer kişi gelişimsel nörobiyolojik bölme aşamasında iken “gelişimsel duraklama” oluşur ve herhangi bir nedensellik ile bölme birleşemez ise; kişi “bölme” savunma mekanizmasının etkisi altında kalır ve ömür boyu “bölme”yle yaşamına devam eder. Erişkin dönemde BÖLME savunmasını aktif olarak kullanmanın klinik karşılığı ise kişilik bozuklukları” dır. ( Kişilik bozuklukları sonraki yazılarda detaylandırılacaktır).
Bölme savunmasını aktif olarak kulanan kişinin öne çıkan özelliği, eylemleri ile konuşmasıdır. Kişi sağ beyninin yani yaşantısal, duygusal beynin etkisi altındadır. Bu beyinde yaşadıklarımızla motor korteks hemen aktive olur, düşünce eyleme dönüşür. Örneğin çocuk kızdığında annesine tükürüp, tekmelerken, bölme entegre olmadığında erişkin yaşlarında da etrafındaki kişilere kızdığında tekmelemeye, vurmaya, eline ne geçerse atmaya başlar. Öfkesini bunlarla da yatıştıramazsa öfkesine aracı olarak silah yada başka yaralayıcı aletler kullanmaya başlar. Aklından geçen cinsel isteklerini tecavüz gibi eyleme geçirir. Agresif yada libidinal duygular olsun, kişi bu duyguların kontrolünü sağlayamaz ve sözleri ile konuşmak yerine davranışları ile konuşmaya başlar.Duyguların davranışlar ile dile getiriliyor olması BÖLME savunmasının aktif kullanıldığının göstergesidir.
Bölmenin gelişimsel olarak bir üst evresi, “bölme”den daha olgun olan “BASTIRMA” savunmasıdır. 3-6 yaşları arasında nörobiyolojik olarak sağ beyin ile sol beynin, yani yaşantısal beyin ile mantıksal beynin kendi aralarında bağlantıya girmesi aşamasında ortaya çıkar ve bu sayede yaşantılar söze dökülerek iç dünya anlatabilir hale gelir.
Bu olgunlaşma ile çocuk “anne sana çok kızgınım”, derken daha ileri olgunlaşmada ise “size çok kırgınım” diyebilir. Yani tükürmez veya tekme atmaz, bıçağı sallamaz; davranışlarıyla değil, sözleriyle konuşur. Sözleriyle konuşmak demek, sağ beyinde davranışlarıyla konuşan kişinin sol beyinde kelimelerle kendini ifade edilebilir hale gelmesi demektir. Egonun da olgun bir savunma olan bastırmayı kullandığının önemli bir göstergesidir.Davranışlarla konuşmanın bedeli ne yazık ki bazen ölmek iken, en ağır kelimelerin bile öldürmesi mümkün değildir.
Ülkeler sağ beyinleriyle konuşarak savaşıyorlar. Masaya oturabildikleri gün sol beyinle konuşur hale gelecekler. Şu anda “bölme”nin etkisi altındalar. İnsanlar gelişimsel olarak daha olgun savunmaları kullanabilir duruma gelmişken yoğun stres altında ruhsal olarak gerileyebilirler. Olgun ve sağlıklı düşünce yapılarını kaybedebilirler. Bir millet olarak da insanlar toplu halde regrese olabilirler. Regresyonda “bastırma” mekanizması ile masa başında konuşarak halledilebilecek konular, “bölme”ye dönüşür; “bölme”nin etkisi altında iken karşı karşıya kalanlar tamamen şeytan ve kötü algısıyla düşünülürler. Her iki taraf da birbirlerine karşı bu şekilde hissederler ve hislerini sadece davranışları ile ortaya koyarlar. Davranışlar da, ne yazık ki kurşun, bomba, silah olarak eyleme yansır. Günün birinde, akl-ı selim galip gelir de “bölme” mekanizması “bastırma” seviyesine olgunlaşabilirse, sağ beyin ile sol beyin arasında yeniden bağlantı kurulur, nörobiyolojik olarak sempatik sistemle parasempatik sistem arasındaki liflerin sayısı artar, sağ beyin ile sol beyinin karşılıklı olarak birbirlerinden haberdar olması sağlanarak sağ beyindeki duygular simgeleşebilir ve insan sözlerle, şekillerle iç dünyasını anlatabilir hale gelebilir; duygular, davranışlarla değil kelimelerle yeniden ifade edilmeye başlanır; nefret, öfke ve aşk kelimelere dökülüp, deşarj olur ve şiddet eylemi susar!
Anne ve babalar;
Çocuklarınıza “6 yaşına gelene kadar” sonsuz ve koşulsuz sevgi hissi ile en büyük kıymeti veriniz!
Hep güzel yanlarını görünüz ve gösteriniz!
Yıkıcı olmadan eleştiriniz!
Utandırmadan öğretiniz!
Vurmadan, canını yakmadan cezalandırınız!
“O daha çocuk! Birşeyden anlamaz!” dedikleriniz; ne yazık ki bugün, sizin anlatamadıklarınız yüzünden insanoğluna en büyük acıyı ve zararı yaşatıyorlar.
Vicdan sahibi çocuklar yetiştirmeye çalışırken, yanlışlarımızla vicdansız çocuklar yetiştirmeyelim!
Küçük yaşlardaki çocuğunuz kardeşine, arkadaşına, sahip olduğu hayvanına, oyuncağına, yıkıcı davranışlarda bulunuyorsa, birşeylerin ters gittiğini, bir yerlerde eksik kaldığınızı anlayın ve lütfen yardım alın! Bundan utanmayın!
Sözleri ile konuşan çocuklar; fiziksel güçleriyle, bombalarıyla, silahlarıyla ve davranışlarıyla konuşmayan yetişkinler olacaklar!
Ve unutmayın! KELİMELER ÖLDÜRMEZ!