Kendimizi Gerçekten Geliştiriyor Muyuz? Yoksa Egomuzu Mu Şişiriyoruz?
Yazar Serra Kampeas • Psikolog • 15 Kasım 2018 • Yorumlar:
Varoluşçu yaklaşıma göre, birey var olmanın getirileriyle yüzleşmekte ve bu sebepten dolayı çatışma yaşamaktadır. Var olmanın getirileri demek insan hayatındaki en nihai kaygılar demektir. Bunlar; ölüm, özgürlük, yalıtım ve anlamsızlıktır. Birey bu hayat gerçeklerinden herhangi bir tanesiyle karşı karşıya kalınca, varoluşçu çatışma oluşmaktadır.
En çok korkuya neden olan nihai kaygı ölümdür. Kişi, varoluşçu çatışmayı, ölümün kaçınılmazlığının farkında olması ve var olmaya devam etme arzusu arasında gidip geldiğinde yaşamaktadır. Bir diğer nihai kaygı olan özgürlük korkuya yapışık bir şekildedir. Varoluşçu görüşe göre özgürlük, dışsal yapının yokluğu demektir. Kişi, hayat tarzından, seçimlerinden, kararlarından ve hareketlerinden tamamen kendisi sorumludur. Yani kişi kendi hayatında tamamen özgürdür ve her şeyin sorumlusu kendisidir. Bu da, kişinin altında hiçbir zemin olmadığı, sadece bir boşluk olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumda çatışma, zeminsizlik ile bir zemin için duyulan arzu arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktadır. Üçüncü nihai kaygı olan yalıtım, kişinin varoluşa tek başına başlayıp, tek başına bitirmesi demektir. Kişi bir başkasına ne kadar yakın olursa olsun, yine de tek başınadır. Varoluşçu çatışma da, kişinin yalnızlığının farkında olması ile bağlantı kurma ve bir bütün olma arzusu arasındaki gerilimdir. Son nihai kaygı olarak anlamsızlık ise, kişinin hayatındaki anlamı sorgulamasıdır. Kişi eğer kendi dünyasını oluşturuyorsa, kayıtsız bir evrende yaşıyorsa ve en sonunda mutlaka ölecekse, hayatın anlamını aramaya başlar. Bu durumda çatışma da, bir anlamı olmayan evrende anlam arayışı ikileminden kaynaklanmaktadır.
Şimdilerde “anlam arayışı” çok moda oldu. Türlü türlü kişisel gelişim seminerleri ve kitapları, hayat koçları, iki günlük psikologlar, gurular, şamanlar, hacılar, hocalar türedi. Bunların hepsi bir meslek grubu oluşturmaktadır ancak her şeyin çok hızlandığı ve tüketim toplumuna dönüşmemiz nedeniyle bu meslek gruplarının hepsi kötüye kullanılmaya başlandı.
Psikoterapi süreci nedir? psiko Yunanca psukhē "ruh, zihin"den, terapi ise Yunanca therapeia "iyileştirme"den türemiştir. Dolayısıyla psikoterapi ruhsal süreçleri iyileştirme anlamına geldiğinden somut, elle tutulur bir şeyden bahsedilmemektedir. Bu da psikoterapiyi kötüye kullanmaya açık hale getirmektedir.
Şimdilerde 2 gün eğitim alıp kendisini yaşam koçu ilan eden, kitaplar okuyup kendisine kişisel gelişim uzmanı lakabı veren, 3-4 kere hindistana gidip kendisini guru sanan insanlar türedi. Dönem o kadar hızlandı, yalnızlıklar o kadar arttı ki; insanların psikolojileri eskiye oranla daha çok bozulmaya başladı. Ya da daha kabul edilebilir bir şey olduğu için daha çok duyar olduk. Hal bu olunca ruh sağlığı da ticarete dökülür oldu.
İnsanların daha mutlu, huzurlu, sakin, tatminkar, özgür hissetmeye ihtiyacı var. Bu ihtiyacın farkına varanlar var ama birçoğu bunu nasıl gerçekleştireceklerini bilmiyor. Pazarlama becerisi kuvvetli olan insanlar bu açıkları iyi yakalayıp yalancı iyilik hali üretebiliyorlar. Bunun da adı “sahtekar” değil, “kişisel gelişimci” veya “hayat koçu” oluyor.
Bir psikoterapist nasıl gelişir? Üniversitenin psikoloji eğitiminden mezun olur ve üstüne yüksek lisans yapar. O noktada öğrencilik bitti sanar ancak yeni başlamıştır. Sürekli eğitimler, workshoplar ve kongrelere katılır. Kişi mutlaka kendi terapi sürecinden geçip kendi kör noktalarını keşfeder, bilinçaltı ile çalışır ve sürekli bir gelişim içindedir. Tüm bunlar olurken danışanlarına verimli olabilmek için daha eğitimli kişilerden süpervizyon alır ve tüm bunları kocaman bir sevgiyle yapar.
Peki yalancı psikologların, yetersiz eğitim almış koçların ve guruların danışanlarına ne oluyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bu insanlar başta çok ciddi bir mutluluk ve güven duygusu yaşıyorlar. Ancak bu geçici bir süre oluyor çünkü 2-3 günlük yoğunlaştırılmış programlarda özgüven şişiriliyor. Düşünce gücüyle ateş üstünde bile yürüyorsunuz. O zaman da zannediliyor ki, hayatta her şeyi yapma gücüne sahibiz. O cesaretle bir çok ciddi kararlar veriliyor. İşler değiştiriliyor, memleketler değiştiriliyor, eşler sevgililer bırakılıyor. Ancak bu şişirilmiş özgüven normale dönünce, gerçek hayat her zamanki rutinine dönünce sudan çıkmış balığa dönülüyor. O noktada büyük pişmanlıklar ve kızgınlıklar başlıyor. İnsanın kendine olan güveni de karşısındakine olan güven de gidiyor.
Öte yandan yalancı gurular, psikologlar, koçlar ve kişisel gelişimciler de egolarını şişirmeye devam ediyorlar. Sanki hayatı çözmüş edasında herkese yön vermeye, doğru yanlış bilmeden insanları karizmayla ve pazarlama teknikleriyle etkiledikçe, kendilerini daha da büyük görmeye başlıyorlar. Aslında bilmiyorlar ki, böyle yaparak her geçen gün kendilerinden biraz daha uzaklaşıyorlar. Bu noktada gerçekten çok dikkatli olmak gerekir. Bu insanlar karşısındaki insanın ruhani durumunu kullanıyorlar. Zayıflıklarından, olumsuz duygularından yararlanıp kendilerini MADDİ MANEVİ besliyorlar. Bunun adı vicdansızlıktır!