Kronik Ağrı, Travma ve EMDR
Yazar Dila Hotlar • Psikolog • 17 Şubat 2021 • Yorumlar:
Ağrı, korku, çaresizlik, panik ve hatta keder gibi kuvvetli duyguları tetikleyen güçlü bir sözcüktür. Bu cümleyi okurken ağrıyla mücadele eden milyonlarca hastadan biriyseniz kesinlikle yalnız değilsiniz. Günümüzde insanların üçte ikisi beş yıldan uzun süredir ciddi miktarlarda ağrı içinde yaşamaktadır. Tüm doktor ziyaretlerinin en yüksek yüzdesi ağrıdan kurtulma arayışı içinde yapılmaktadır. Ama bu kurtuluş genellikle kolaylıkla bulunmaz.
En saf formunda ağrı ve acı doğal hayatta kalma sistemimizin bir parçasıdır; bizi bir şeylerin yanlış olduğu konusunda uyarır ve bedenimize dikkat etmemizi sağlar. Yani ağrı, ilk başta ve öncelikle bize yaralandığımızı ya da hasta olduğumuzu bildiren bir sinyaldir. Ağrı, ayrıca, bir strese veya tehdide nasıl karşılık verdiğimizle ilgili gerilim ve rahatsızlıktan kaynaklanır. Fiziksel, duygusal, zihinsel olarak tehdit edildiğimiz zaman sinir sistemimiz yaralanmadan ve zarardan korunmamız için otomatik olarak devreye girer.
Ağrı denildiğinde üç temel ağrıdan bahsedebiliriz; fiziksel, duygusal ve travma sonrası. Fiziksel ağrının nedeni bir yaralanma veya dokunun zarar görmesidir. Duygusal temelli ağrı güçlü, çözülmemiş duygulardan kaynaklanır; bunları bedenimizde depolarız ve sağlıklı bir şekilde ifade edemeyiz. Son olarak da travma sonrası ağrı üzücü, korkutucu ve ıstırap verici olaylara geliştirdiğimiz daha güçlü tepkilerden kaynaklanır. Bu üç sınıflandırmanın görünür farkları olsa da ağrıyla başa çıkmanın anahtarlarından biri bu üç temel tipin birbirine karıştığını kabul etmeyi gerektirir. Bu nedenle ağrı çok boyutludur.
Beyinde duygusal ve fiziksel ağrının aynı şekilde çalıştığını keşfetmek sizi şaşırtabilir. İşlevsel beyin taramaları (MR), beynin aktivitesini ölçer ve bize ağrı sinyali beyne ulaştığı zaman üç özel alanın eşzamanlı olarak aydınlandığını göstermiştir: limbik sistem (duygusal merkez), duyusal korteks (duyuları yönetir) ve serebral korteks (düşünce inançları düzenler). Yani süregiden bir ağrının duygusal bir bileşeni, bir duyusu ve fiziksel ağrısı/acısı, iyileşmeyi engelleyen düşünceler ve inançlar vardır ve bunlar genellikle ağrıyı arttırır.
Ağrı bulmacasını çözmekte üzerinde yeterince durulmamış olan şey bedendeki çözülmemiş travmadır. Araştırmalara göre fiziksel ağrı/acı sadece fiziksel bir yaralanmanın değil, stresin ve duygusal sorunların sonucunda da ortaya çıkar. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) hastaları kronik ağrı geliştirmeye en büyük adaydır.
Travmanın ne olduğuna dair pek çok teori vardır. Birçok tanım travma geçirmiş kişinin hayatta kalmasını ya da fiziksel bütünlüğünü tehdit eden bir ya da daha fazla gerçek (ya da algısal) olayla karşılaşması üzerinde durur ve bireyi tepkileri korku, çaresizlik, kontrol kaybı ve/veya dehşet gibi güçlü negatif duyguları kapsar. Travmatik olaylar basitçe iki tiptir; tek bir olay (bir kaza ya da yaralanma) ya da çocukluğunda duygusal, fiziksel, cinsel taciz ve/veya ihmal yaşayanlarda olduğu gibi çoklu ve süregiden olaylar.
Vahşi hayvanlarla insanlar arasındaki farkın, travma terimleri ile ifadesi, hayvanların kaç ya da dövüş tepkilerini tamamlamaları ve böylece tehdit edenle ya dövüşmeleri ya kaçıp tehdit kaynağından uzaklaşmalarıdır. Sonra hemen ardından titreme, silkinme hareketleriyle stres kalıntılarının etkilerinden kurtulurlar. Biz insanlar ise, aksine genelde kaçamayız ya da dövüşemeyiz ve bedenlerimize tehdidin arkasından “boşalacakları” zamanı tanımamaya koşullandırılmışızdır. Bu nedenle sık sık donarız. Dövüş-kaç ya da don tepkilerinin kalıntıları bedenden boşalmadıkları zaman bizi o yükselmiş ve engellenmiş fizyolojik durumda bırakır. Topluma yeniden entegre olabilmek için (toplum bize sık sık “aş bunu” mesajı verir) dövüşme ya da kaçma ihtiyacımızı bastırırız. Bu kaçınma daha fazla fizyolojik tıkanma, psikolojik kopma yaratır ve bunlar da birçok ağrının temelidir.
Travmanın önemli bir yönü de tehdit tepkisidir. Tehlike tehdidi bizi harekete geçirmeye çağırır ve daha önce de sözünü ettiğimiz klasik kaç ya da dövüş sistemlerini devreye sokar. Bu tehdit potansiyel olarak ölümcülse ya da kaçması mümkün değilse tehdide üçüncü doğal tepkimiz donmaktır. Bu duruma sıkıştığımız zaman ileri doğru hareket edemeyerek kendimizi hayatımızda sıkışmış hissederiz. Kopma korkuyu ya da ağrıyı yok etmez, ama onları hissetmemiz için koruyucu duvarlar diker. Bu, bizim hazzı hissetme ve açıkça düşünme kapasitemizi de azaltır. Kopma burada ve şimdide olmamıza engeldir.
Kronik ağrı üzerinde çalışırken travmanın ağrıyla etkileşimine iki ana yoldan bakmakta fayda var. Bir tanesi ağrı problemiyle başlamış olabilecek travmaya odaklanmaktır; bu bir kaza, yaralanma, saldırı ya da hastalık olabilir. Burada önemli olan ağrının kendisinin de travmatize edici olabileceğinin farkına varmaktır, bu da önemli olan ikinci yoldur. İnsan deneyiminin en kötü şeylerinden biri ağrı/acıdır ve buna bağlı olarak korku da sonsuz ve çok rahatsız edici olabilir.
Peki normal, gerekli ağrı nasıl oluyor da kronik ağrıya dönüşüyor?
Kendini düzenleme, üç büyük travma tepkisi olan kaç, dövüş ve donmadan sonra şu mekanizmalar aracılığı ile sağlanamaz:
-
Kopma
-
Kaygı, korku ve panik
-
Çaresizlik ve umutsuzluk
-
Öfke, hiddet ve asabiyet
Deneyimlerimize göre ağrı ve travmayla mücadele eden insanlar için ilk panzehir, duygusal ve duyusal deneyimleri nasıl düzenleyeceklerini öğrenmek ve amigdaladaki limbik korku ve öfke sistemlerinin kendilerini sakinleştirerek yani kendini regüle edebilme becerilerini yeniden kazanmaları yoluyla sakinleşebilmelerini sağlayarak bu duyguların bedenlerindeki etkilerini minimuma indirebilmektir.
Peki EMDR ve kronik ağrı nasıl kesişir? Buna öncelikle EMDR sürecinin kısa bir anlatımı ile başlamak isterim.
Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme, son yıllarda oldukça ilgi çeken terapi yöntemlerinden biridir. EMDR bilgi işleme süreçlerini kolaylaştıran ve travmatik anı parçalarının bütünleşmesini sağlayan yenilikçi bir terapi yöntemidir. EMDR psikodinamik, bilişsel, davranışçı ve danışan merkezli yaklaşımlar gibi çok iyi bilinen farklı yaklaşımları bir araya getiren yenilikçi bir terapi yöntemidir. Çeşitli kılavuzlarda TSSB için ilk sıra tedaviler arasında gösterilmektedir.
EMDR ile Adaptif Bilgi İşleme modeli uygulanarak anıların aksayan işleme süreci aşılmakta, bilgi işleme süreçlerini kolaylaştırarak travmatik anı parçalarının bütünleşmesini sağlanmakta psikopatolojiye neden olan durum düzelmektedir.
Adaptif Bilgi İşleme modeli işlenmemiş̧ bilginin beyinde işlevsel olmayan biçimde depolanmasına temellendirilmektedir. Bilgi ‘donmuş’ bellek sisteminde değişmemiş şekilde; nörobiyolojik seviyede başka bir bilgi ile bağlantı kurmadan, uyum sağlamadan depolanmıştır. Bu süreçte amaçlanan; önceden deneyimlenen travmatik yaşantıların şimdiki problemle bağlantılandırılarak kodlanmasıdır.
Engel (1959) travmatik yaşantıların kişinin bedeninde ağrı anıları olarak kalıcı bir şekilde kaydedildiğini belirttiğinden beri ağrı ve travmanın ilişkili olduğu kabul görmektedir. Özellikle savaş gazilerindeki fantom ağrılarına yönelik başarılı EMDR çalışmaları yayınlanmıştır (Wilensky 2006). Savaş̧ gazilerinde yapılan çalışmalarda TSSB semptomlarının ve ağrının düzelmesi yanı sıra kayıp ve yasa yönelik iyileşme de vurgulanmıştır (Schneider J 2008).
Ağrıyı iyileştirmenin püf noktası beden tepkilerini anlamakla ve onlarla çalışmakla mümkün olmaktadır. Beden farkındalığını geliştirerek ve duyu-temelli odağınızı koruyarak travma-temelli duyulara aşina olmayı ve onların arasında hareket etmeyi öğrenirsiniz. Ağrı ve travmayla mücadele edenler bedenlerini genellikle bedenlerini düşman olarak gördükleri için bu “aşina olmak” önemli bir kapasitedir- bu kapasite canlılığımızın sürmesi için de size fırsatlar sunar. Somutlaştırmak bağlantı yaratır, kopma ve bedeninizden kaçma ihtiyacınızı azaltır.
Travma meditasyon, seks ve ölümün ardından aydınlanmaya uzanan dördüncü yol olarak kabul edilir. Istırabın ve geçmiş olayların travmalarının pençelerinden kurtulduğunuz zaman tüm içgüdülere yeniden kavuşuruz ve kısıtlanmayla çöküş hapishanesinde tıkılıp kalmış enerjiler açığa çıkar. Travmadan iyileşmek, benliğimizin, kendimizin daha tamam ve bütün hissetmemize imkân veren kayıp parçalarını yeniden keşfetmek anlamına gelir; belki de bunu ilk kez keşfederiz. Sonra canlanır ve mücadele etmeye başlar, kırık olmanın ıstırabından özgürleşebiliriz.