Küba Aşısı
Yazar Berrin Pehlivan • Radyasyon Onkoloğu • 22 Ocak 2018 • Yorumlar:
Puro, Rom ve Biyoteknoloji…
Küba tüm turistik ve nostaljik cazibesinin yanında Bilimsel gelişimini o kadar hızlandırdı ki, rutin bir tatil ziyaretinde bile bununla ilgili bilgi almadan edemiyorsunuz. Barselona’da ziyaretçilere stadyumu gezdirmeleri gibi, Küba da pek yakında tıp merkezlerini bu gösteriye dahil edebilir. Çünkü hikayeleri gerçekten etkileyici. Son ziyaretimde Carlos Finlay Enstitüsünden Ricardo Perez’i dinledim, bana Küba’da bioteknoloji alanındaki gelişmeleri anlattı.
Devrime kadar Küba’da sağlık, eğitim ve bilimsel çalışmalara yeteri kadar para ayrılamıyor olması bir yana, o dönemdeki 8 milyonluk Küba nüfusu için sadece 3000 doktor ve 2 üniversite bulunmaktaymış. Doğal zenginlikler açısından çok da zengin olmayan Küba’ya ekonomik gelişimini de destekleyecek bir kaynağa ihtiyaç olması Fidel Castro’ya başka bir ilham veriyor; ülkenin geleceğe yönelik en büyük yatırımının insan kaynağı olması gerekliliği… Bu düşünce bugün karşılaştığımız zengin insan kaynağının köklerini hazırlıyor.
1960’lı yıllar Küba için devrim içinde devrim gibi; yeni üniversiteler ve bu üniversitelerde yeni bölümler açılmaya ve lisans sonrası araştırma yapabilmek üzere her yerde yeni birimler oluşturulmaya çalışılıyor. Mezunlar Japonya, Fransa, Almanya gibi ülkelere eğitime gönderiliyor ve bu insanlar ülkelerine geri dönüyor…
1965 yılında tamamen Küba öz kaynakları ile ilk araştırma merkezi kuruluyor; “Küba Bilimsel Araştırma Merkezi”. Bu merkezden de sürekli yeni merkezler boy vermeye başlıyor, hep çok disiplinli bir yapılanma gösterip aralarında birbiriyle entegre çalışan bir network ağı oluşturuluyor. Bu oluşum “Biyolojik Cephe” olarak adlandırılıyor.
Yetmişli yılların sonunda Fidel Castro’nun kafasındaki düşünce Küba’nın ilaç konusunda kendi kendine yetebilen bir ülke olması; çünkü ülke Amerikan ambargosunda, Avrupa, Çin veya Hindistan’dan almak ise çok pahalı. Bu hedefin çok daha ötesine gidilebileceğini görmeleri ise çok zaman almıyor ve bir süre sonra Latin Amerika, Afrika ve Asya gibi fakir ülkelere de yardım edebilecek duruma geliyorlar.
Doksanlı yıllar ve 2010 arası sürekli gelişmeye ve büyüme devam ediyor; bilimsel cephede AR-GE çalışmaları devam ederken radyofarmasötik cephede ilaç endüstrisi hızla gelişiyor. 2011 yılında bu iki ayak birleştirilerek “Küba Biyofarma” şirketler grubu oluşturuluyor. Günümüzde Küba Biyofarma bünyesinde 38 firma ve 20 bin çalışan bulunmakta. 2010 yılına kadar tüm bu şirketler dış ülkelerle olan ilişkilerini Küba Hükümeti üzerinden yürütmek zorundayken Küba Biyofarma’nın kurulması ile direk uluslararası ilişkiler başlıyor ve bu sayede ticaret daha hızlı ve verimli olarak yürütülebiliyor.
Çocuklar ölüyor ancak meningekok aşısı yok!
Altmışlı yıllardan itibaren yetiştirilen bilim adamlarının bir kısmı aşı üretilmesi için çalışmak üzere motive ediliyor. Üretilen aşılar önce çalışanların kendilerinde ve çocuklarında deneniyor, sonra da hem Küba Hükümeti hem de Dünya Sağlık Örgütü tarafından patent alınıyor ve 1988 yılından itibaren de menenjit aşısı tüm dünyada başarı bir şekilde kullanılmaya başlanıyor. Ancak diğer Latin Amerika ülkelerinden de talep olunca hızla kapasite artırılmaya çalışılıyor. İlk yılda 50 milyondan fazla aşıyı üretip satarak menenjit salgınını tüm Latin Amerika ülkelerinde durdurmayı başarıyorlar. Aşıdan elde edilen para ise doğrudan biyoteknoloji alanına yeni ilaçların araştırılması, geliştirilmesi ve ticarileşmesi çalışmalarına aktarılıyor.
Biyolojik cephe network’ünü geliştirirken eğitime daha çok yer verilmeye başlanıyor ve “Batı Havana Bilimsel Kulübü” oluşturuluyor. O dönemde bu kulüp yaklaşık 50 enstitüden oluşuyor. Teorik yaklaşımı belirleyen Kübalı biyologların bilgi ve tecrübesiyken, teknoloji ABD ve Fransa’dan sağlanıyor; yani özetle varolan teknoloji ile varolmayan ilaçlar deneniyor. Bütün bu çalışmaların sonucunda ülkenin her yanında yeni enstitüler ortaya çıkıyor; bunların en önemlisi “Küba Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü”. Bu enstitü de difteri, aselüler boğmaca, çocuk felci ve Hib enfeksiyonlarına karşı geliştirilen pentavalan aşı ve diyabetik ayakta %70 civarında başarı elde edilen iki önemli aşıyı geliştiriyor…
2012 yılında ise akciğer kanserine karşı geliştirdikleri ve patent aldıkları aşı ile, puro, rom ve turizme yepyeni bir gelir kaynağı ekleniyor; biyoteknoloji…
Ülkeye karşı yapılan propagandalardan dolayı çok fazla ön plana çıkamasa da Dünyanın birçok önemli firması Biyo Kuba ile aynı masaya oturup pazarlık yapmak zorunda kalıyor. Ayrıca Biyo Küba devlet aracılığı olmadan doğrudan yabancı firmalarla temasa geçip ticaret yapabilen tek şirket haline geliyor. Sonuçta kendi öz kaynakları ve kendi kültürü, disiplini ile boğucu Amerikan ambargosuna rağmen gelişen bir biyoteknoloji tarihi yaratılıyor.